Selâhaddin Çakırgil
‘Hayrı söylemek’ adına, yanlışa takılıp kalmak
8 Aralık ikindi sonrası, Eyub Sultan’daki Bahariye Mevlevîhânesi’nde, (5 Temmuz 1980 günü İstanbul’da öldürülen) rahmetli (ve inşaallah şehîd) Sedat Yenigün’le ilgili bir program vardı. Birlik Vakfı’nın İstanbul Şube Başkanı Hüseyin Öztürk’le birlikteydik. Orada, 2010’da Afganistan’daki bir uçak kazasında dünya hayatına vedâ eden rahmetli Bahaeddin Yıldız kardeşimin refikası Emine Hoca Hanım ve -babası vefat ettiğinde 10 yaşlarında olan- kızı Reyyan’la da karşılaşmak sürprizdi..
***
Sedat’la ortak hatıralarımızdan birkaç cümle ettikten sonra, onun 40 yıl önce ve henüz 28-30 yaşındayken, o zamanlar yayınladığımız haftalık Tevhîd ve Hicret gibi dergilerde yazdığı makalelerden bazı bölümler okundu. Konuşan, sanki 1978-79’lardaki Sedat Yenigün değildi de, 2018-19’lardaki Tayyip Erdoğan’dı.
İğneyle kuyu kazılan o dönemlerden bugünlere gelindiyse, henüz yolun başında olduğumuzu unutmadan, bu noktayı da ‘tahdis-i nimet’ bilip, şükretmek gerek.. Ama bazı kimseler bu gelinen noktayı sanki ideal olarak gösteriyormuşuz gibi, sadece noksanları sayarak Müslüman halkın dâvasına hizmet edeceklerini sanıyorlar.
***
Neyse ki, bunlara aldırmayan yoluna devam eden birisi var.. Nitekim, verilen nice çetin mücadelelerden sonra artık halledilmiş olan bir konuya, bir Danıştay Savcısı taş koymaya kalkışıp, ‘T. Silahlı Kuvvetleri’nde, ‘hanımların başörtülü olarak çalışmasının laikliğe aykırı olduğuna ve o uygulamanın durdurulmasına’ dair bir talepte bulununca.. En sert refleksi gösteren, yine Başkan Erdoğan oldu ve ‘Bir savcı çıkmış. Yav, sen kimsin yahu? Sen savcı olabilirsin, ama her şey yasalarla bir yere oturmuşken, sana ne oluyor da aykırı bir şekilde bu uygulamanın iptalini isteyebiliyorsun?’ diyerek, yeni tuzaklar kurmak isteyenlere haddini bildirdi. Tıpkı,‘And’ ve‘Kızılelma’ meselelerinde olduğu gibi..
Demek ki, birileri pusuda bekliyor.. Ama halkımızın ekseriyetinin iradesiyle gelen Başkan da uyumuyor.
***
Dünkü yazımın sonundaki NOT’a ek:
Kimseyle polemiğe girmemek için isim vermeyince, bu kez de, ‘Ama herkes şaibe altında kalıyor’ diyenler oluyor. Ama hedefimiz kişiler değil, zihniyetleri..
Birisi çıkıyor, ‘31 Mart seçimleri, Abdulhamid’in düşürüldüğü 31 Mart 1909’a dönüşebilir’gibi laflar ediyor. Yapma be efendi.. Bu söz kime hizmet eder? Uyarmak ise en yakınındaki kişi, milletvekili.. Gitsin, hatırlatmalarını o ulaştırsın..
Böyle konuşan milletvekilini Devlet Bahçeli bile susturdu..
***
Bir diğeri de.. Yıllarca İstanbul’un en büyük câmilerinde imamlık yaptı, TV programlarında bazen komik laflar etti. Bu efendi de oy vermeyecekmiş..
Bir diğeri, bir kadın dergisi çıkarıyordu. ‘Zina’yı yasaklamadığı için oy vermeyeceğim’ diyor.
Konu da şu: 1995’de, Yargıtay, ‘sadece kadının zinasının boşanma sebebi sayılmasını’ eşitliğe aykırı gördü doğru bir kararla ve ‘erkeğin zinasının da boşanma sebebi sayılması gerekir’ deyip ilgili maddenin düzeltilmesi için Meclis’e 1 yıllık mühlet verdi; düzeltilmezse, o maddenin yok sayılacağına karar verdi. Ama o 1 yıl içinde kimse dokunamadı ve böylece, kadının zinası boşanma sebebi olmaktan çıktı.
Erdoğan, 2003-4’lerde yeni bir düzenlemeye kalkışınca AB’den de, içerdeki laik kesimden de öyle bir gürültü yükseldi ki; konu kenara konuldu. Meselenin özü bu..
***
İmdiii.. Bu gibiler, Müslüman halkın 100 senelik direnişlerinin getirdiği -yetersiz de olsa- kazanımların heder olacağını bilmiyorlarsa..
Asıl muhalefetin üssü konumunda olan ve bütün hizmetleri en üst seviyede aldıkları halde, seçimlerde yüzde 70-80’le kendi dâvalarının hiçbir şey yapmayan kadrolarına oy veren Kadıköy’e, Şişli’ye, Beşiktaş’a, Ankara’da Çankaya’ya, Yeni Mahalle’ye, İzmir’e, sahillerin mutlu azlıklarına baksınlar da dâvasına bağlılık neymiş, ders alsınlar.
stargazete