Selâhaddin Çakırgil
Hele de, dışsiyasette nice perdeler örtülü iken..
Dünkü yazının devamı mahiyetinde birkaç noktaya daha değinmek gerekiyor.
Bazı okuyucular, ülkenin en üst derece sorumlusu söz konusu olunca, eleştiri bile denilemeyecek derecede mülâyim yazdığımı söylüyorlar, sanki onu her ne olursa olsun suçlamak gerekli ve de haklı görmek ise, bir suç imişçesine.. Halbuki birilerinin birilerini eleştirmek ve hattâ hakkı olduğu kadar, başkalarının da desteklemek hakkının bulunduğu kabul edilmelidir.
‘İsrail’le anlaşmayı başkaları yapsaydı, onlara da böyle mülayim davranır mıydın?’ diyenler de var; ‘İslamî ilkelerin reel politikalara fedâ edildiği’ gibi suçlamalarda da bulunarak.. Ama bu gibiler, yıllardır en zâlim bir kuşatma altında direnmeye çalışan mazlûm Gazze halkına yardım ulaştırılmasını da İslamî bir ilke ve sorumluluk olarak görmüyorlar.
Ayrıca, ilahî emirde, kime ‘haşin’ ve kime de ‘merhamet ve şefkatle yaklaşmamız gerektiği’ni de gözönüne almadan veryansın ediyorlar..
Elbette ki, kendi değerlerimizin bağlısı kimselerle, bizim değerlerimize savaş açanları aynı şekilde değerlendiremeyiz, bu açık..
***
Birilerine Resul-i Ekrem’in (S) Hudeybiye Musalahenâmesi’ni örnek gösterdiğimizde, ‘Yahu, bu Hudeybiye’yi böyle tüketmeye hakkınız yok!’ diyenler de var. Halbuki, Kur’an’ın emirleri ve Hz. Peygamber’in uygulamaları bize örnek olmayacaksa, onları niçin okur-dururuz.. Hudeybiye’den bahsedince bazıları, ‘Siz filanı Peygamber yerine mi koyuyorsunuz?’ diyecek kadar tuhaf akıl yürütmelere bile gidiyorlar.
Halbuki bugün de bir Müslümanın, o örneğin Müslüman tarafında gösterilmesinde ne beis var?
***
Unutmayalım ki, Hz. Peygamber (S), Mekke müşrikleriyle savaşmak için yola çıkmıştı. Ama, düşman tarafından temsilciler anlaşma yapılması yolunda gelmeye başlayınca..
Hz. Peygamber (S), anlaşma yapmaya karar verdi ama daha ilk andan yeni problemler başladı. Çünkü anlaşma, ‘Bismillahirrahmanirrahîym’ ibaresiyle yazılmaya başlanınca, müşrikler buna itiraz ettiler. Çünkü onlar Allah’a inandıklarını söyledikleri halde, başka ilahları da şirk/ ortak koştukları için müşrik ve de düşman taraf idiler ve ‘Bizim, Rahman ve Rahîm sıfatları için ayrı ilahlarımız var..’ dediler.
Bunun üzerine, Hz. Peygamber, sadece ‘Bismikellah..’ (Allah adiyle..) diye yazdırdı ve müşrikler de bunu kabul ettiler.
Arkasından da, anlaşmanın kâtibi olan Hz. Ali’ye, ‘Bu anlaşma, Resulullah Muhammed ile Mekkeliler arasında yapılmıştır’ diye yazdırınca, müşrikler kendi mantıklarına göre haksız sayılmayacak bir itiraz geliştirip, ‘Senin Resulullah olduğunu kabul etsek, sana niye düşman olalım ki..’ diye, o ibarenin de değiştirilmesini istediler. İtirazı mantıkî bulan Hz. Peygamber, o ibareyi de sadece, ‘Bu anlaşma Abdullah oğlu Muhammed ile Mekkeliler arasında imzalanmıştır..’ şeklinde yeniden yazdırdı.
***
Ve sonraki maddeler yazılırken, bir maddeye gelindi ki, onun kabulü çok daha zor idi. Çünkü o anlaşma maddesinin yazıldığı andan itibaren, Mekkelilerden gelip Müslümanlara sığınan birisi olursa, o kişi karşı tarafa, (müşriklere) iade edilecekti.
Olacak şey miydi?
Nitekim, Hz. Ömer’in Hz. Ebubekir’e gelip, hiddetle, ‘Sabahtan beri nedir bu çektiğimiz zillet.. O Resulullah, biz de Müslümanlar iken, nasıl olur?’ dediği, onu Hz. Ebubekir’in yatıştırdığı rivayeti vardır, bazı kaynaklarda..
Ve o sırada, Müslümanlara yaralı olarak sığınan Ebu Cendel, anlaşmanın gereği olarak müşriklere iade edilir.
Böyle zor zamanlarda karar almak kolay değildir.
***
Mevcut anlaşmada da her şey hep sizin istediğiniz şekilde olmayabilir, yanlışlar bulunabilir, elbette.. Ama, bunu hemen ‘İslamî ilkelerin terkedilmesi’ ya da ‘İslam’a ve Filistin halkına hıyanet’ gibi laflarla değerlendirenler ve benzeri yorumları yapanlar, pratik olarak geçerli nelerin yapılabileceğini de söyleyebiliyorlar mı?
stargazete