Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Her şeyi yeniden düşünmek

Her şeyi yeniden düşünmemiz gerek. Mesela “yeniden iman” etmeliyiz. “Atalarımızın dini”nden “Allah’ın dini”ne dönmeliyiz. Önce iman, sonra karşılığını muamelelerimizde gördüğümüz bir ibadet, dünyevi taleplerimizi dile getirdiğimiz değil, kulluğumuzu hatırlayıp, ilahi rızaya ulaşmak için dua!

Dua ile belasını istiyor bazı insanlar. “İnsanlardan öyleleri vardır ki,‘Ey Rabbimiz! Bize bu dünyada ver’ diye dua ederler. Böyle bir kimsenin âhiretten hiç nasibi yoktur. İnsanlardan öyleleri de vardır ki, ‘Ey Rabbimiz! Bize bu dünyada da iyilik ver, öteki dünyada da iyilik ver; bizi cehennem azabından koru’ derler.” Kendi halimize bakalım, dininiz ve dualarınız dünya nimetlerine ulaşmak için mi bir basamak, yoksa dünya nimetlerini, imkanlarınızı ayaklarınızın altına alıp üzerinden ahiret nimetlerine ulaşmak için basamak olarak kullandığınız bir merdiven mi?

Kabine değişmiş ya da değişmemiş, ekonomi düzelmiş ya da düzelmemiş, “Fırat’ın doğusu” gitmiş ya da kalmış, dünya yıkılsa umurumda değil. Umurumda olan kötülüklerin önlenmesi için, emri bil maruf ve nehyi anil münker uğrunda mallarım, canlarım ve sevdiklerimle, kalbim, dilim, kalemim, elimle, bedenimle Allah yolunda Hak namına görevimi yapıp yapmadığımdır. Yoksa arkama bile bakmam! Allah bizi mallarımız, canlarımız ve sevdiklerimizle kimi zaman eksilterek kimi zaman artırarak imtihan ediyor. Kıyamete kadar böyle olacak. Dünya işlerinde, “bize hayır gibi gelen şeylerde şer, şer gibi gelen şeylerde Allah hayır murat etmiş olabilir”. Ne Hızır kıssasından, ne Talut-Calud’dan, ne Hz. Musa, ne Salih peygamber, ne Hz. Lut ve Nuh ailesinden, ne Hz. İbrahim ailesinden, İmran ailesinin başına gelenlerden,  (Onlara selam olsun) ne Peygamberimizin yaşadığı dönemde olanlardan ve 4 halife döneminden ders alıyoruz.

İmam-ı Azam’ı kim niçin öldürdü. Ya da Hz. Osman, Ömer, Ali RA’ların başlarına gelenleri hatırlayalım. Taife giden Peygamberin örnekliği nerede kaldı. Hani Taife giden Peygamber gibi olacaktık. Bu öfke, bu kibir ve bu “ben’lik! Neyle mağrur olursanız ve neyi ihtirasla isterseniz Allah sizi o şeyle imtihan eder. Siyasilere söylüyorum. Bürokratlara söylüyorum. İşadamlarına söylüyorum. Kalem ehline, ilim, hikmet ve sanat erbabına söylüyorum, askerine, polisine, istihbaratçısına, trolüne, STK’cısına söylüyorum: Fe eyne tezhebu.. Bu gidiş nereye! Durun kalabalıklar bu sokak çıkmaz sokak. Yahu hani istişare ve şûra bize farz kılınmadı mı? Hatta savaş hattında, cephede, komutanlık eden kişi bir Peygamber. O soruyor ve gençler cevap veriyorlar. Peygamber bir şey söylüyor, gençler soruyor: Vahiy mi geldi, sizin fikriniz mi! Benim fikrim diyince, o zaman bizim fikrimiz de bu diye, aksi yönde görüş beyan ediyorlar. “Öl de ölelim, vur de vuralım” demiyorlar. Peygamber fikrinden vazgeçiyor, gençlerin dediği oluyor fakat sonuç bozgun. Gençler gelip özür diliyor: “Ey Resul Allah’a yemin olsun ki, bundan sonra sen bir şey söylersen, biz ağzımızı bile açmayacağız”. Ayet geliyor. Hayır Peygamber soracak, siz söyleyeceksiniz. Siz doğru yaptınız yine böyle yapacaksınız, ben bu işin böyle olmasını istedim anlamında haber geliyor. Bu olay cephede, askerle ve komutan arasında geçen bir olay, bir ayetin esbabı nüzulü. İşin aslını tefsirlerden okuyun, siyerde okuyun.

Bize ne oldu da, iman ettik dediğimiz şeyi unutuverdik..

Cuma namazında, emirel mü’minin halife adil Ömer hutbede. Hz. Ömer, “Mihrinizi düşük tutun da evlilik kolay olsun” der. Ne var bu sözde, Emir-el müminin bir nasihatta bulunuyor. Hayır! Bulunamaz. Biz bugün bunu mahalle camiinde imama bile söyleyemeyiz. Söyleseniz cemaat susturur sizi! Halimiz bu! Hadler vardır. Had aşılmamalıdır. Bir kadın kalkar Cumaya gelmiş. “Ey Ömer, müminlerin emiri. Allah’ın kitabında bir ölçü belirtmediği, Resulullahın bir nasihatte bulunmadığı ve bizimle istişare edip görüşümüzü almadığın bir konuda, Hutbede halife olarak beyanda bulunamazsın”. Hz. Ömer susar ve “Vallahi kadın Ömer’i susturdu” der. Ravi der ki, “Arkama dönüp kim bu kadın diye baktım. Uzun boylu, yüzü çopurlu, zenci bir kadındı”. O kadın bir köle kadın da olabilirdi. Biz bu gelenekten geliyoruz. Ve bu menkıbeleri anlatarak bugünlere geldik. Hutbede Hz. Ömer’e cübbesinin hesabını sorarlar. “Yoksa” derler, “seni dinlemeyiz!”

Adalet yoksa barış da yok. Adalet yoksa barış teslimiyettir. Devletlilerin İlahlık ve Rablik iddiası ve zulüm vardır o diyarda. Adalet ve barış yoksa hiçbir özgürlük güvende değil demektir. 5 temel emniyetten zaman içinde eser kalmaz. Müminlerin emiri cam evde oturmak zorundadır. Eminlik bunu gerektirir. Kapısı Mabedin kapısı gibi daim açık, makamının penceresi yere yakın olacaktır.

Şunu kabul edelim: Bizim boşa geçirecek bir saniye zamanımız yok. Boşa harcayacak bir kuruş paramız da yoktur. Feda edecek bir tek insanımız da yok. Biz, “Bizi öldürmeye gelenler, bizde dirilsinler” diyenlerdeniz. Firavun’a bile “güzel söz ve hikmetle hakkı tebliğ ile” emrolunduk.

Ali İmran 159’u aklımızdan hiç çıkarmayalım: “Sen onlara sırf Allah’ın lütfu sayesinde yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onların bağışlanmasını dile, iş hakkında onlara danış, karar verince de Allah’a güven, doğrusu Allah kendisine güvenenleri sever.”

Allah’ı yalanlayarak kimse zafer ve saadete ulaşamaz. 159, Resule uyarıdır. Resulün yolundan gitmeyenler gazaba uğrarlar. “Biz Allah’ın ipini bırakırsak, Allah da bizim ipimizi bırakır.” Fasıklar ve cahiller, zalimler ve gasıplarla iş tutarsak, işin bereketi kalkar, Allah’ın yardımı kesilir ve ateş bize de dokunur. “Çünkü Allah cahil, zalim ve fasıklara yardım etmez.

“İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden bizi helak eder misin Allahım” diye sıkça dua edenlerden olalım. Veda haccında Resulullahı hatırlayın, “kimin alacağı varsa gelsin istesin, kime vurdumsa gelsin hakkını alsın” der. Onun ümmeti ona benzemeli. İnsanlar bize bakıp Müslümanlıktan soğuyorlar. Bizden ayrılan ya da bizi eleştirenleri dışlıyoruz. Cemaat yapıları da öyle, dernekçiler de. Siyasetçisi de. Yanlış! Böyle bir yere gidemeyiz. Beka endişeniz gerçekleşir. Zaten Allah’tan başka bu kainatta baki olan hiçbir şey yoktur! Kul kendi yaptığını Allah’a nisbet edemez!

Neyse! Kimin ne yaptığı, ya da şu şöyle olursa bu böyle mi olur, benim umurumda değil. Ben aklımın erdiğince hakkı haykırmaya devam edeceğim. Hakkın ve halkın gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, haykıran sesi olacağım. Olacak olan ne varsa o olacak. Kimse onu hızlandıramaz ya da engelleyemez. Bu süreçte kim ne yapıyorsa, rızaya ya da gazaba uğrayanlardan olur. Benim duam, günde 40 defa tekrarladığımız, “Bana hakkı hak, batılı batıl göster, Hak’da toplanmamızı nasib et. Bizi nimet verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayanların değil” duası olacak ve bu duanın nefsime vacib kıldığı eylem üzere olmaktır. Bunun anlamı da Allah’a adanmış bir ömür ve O’nun rızasının tecellisinin vesilesi olma iradesine dayalı bir anlayıştır.. Sonuçtan değil seferden sorumluyuz. Seferin yönü, hedefi, şekli eğer rızaya uygun değilse, kaçtığımızı sandığımız şeye doğru koşuyor olabiliriz. “Ameller niyetlere göre” olsa da, bazan, bazı durumlarda “Cehennemin yolları iyi niyet taşları ile döşeli” olabilir. Şeytan bizi (bu konuda daAllah’la aldatmasın”. Selâm ve dua ile.

Bu yazı toplam 1071 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar