Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Herkesin bir plânı var

Herkesin bir plânı var, Allah’ınsa bir hükmü. Ve benim bir iradem var: Seçimimi yaptım, O’nun rızasını istiyorum.

Ve biliyorum, mahzun olmayacağım. Beni gören, duyan, bilen, hüküm sahibi; “ol” deyince olduran, “öl” deyince öldüren bir Allah var. İnandım, iman ettim. Söz verdim, O’nun rızasının tecellisinin vesilesi olacağım. “Elestü” bezminde verdiğim söze sadığım. Biliyorum ecelimden önce ya da sonra ölmeyeceğim. Ölümüm ve hayatım elimde olan Allah’tan ölümü öldüren ab-ı hayatı pınarı olan Şehidliğim şahidliğimin mührü olsun. Biliyorum rızgımdan az ya da çok yemeyeceğim. Ve kaderden başka kader yok! Kaderim kederim değil, imtihanımdır.

Şöyle olacakmış, böyle olacakmış. Depremmiş, ABD, Rusya, İngiltere, Siyonist komplolar, geç! Şeytan Şeytanlığını yapacak. “Ey düşmanım sen benim ifadem ve hızımsın, gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın”.. Şeytan fazla mesai yapıyormuş.. Yapsın, benim “Alemlerin Rabbi olan” bir Allah’ım var! Şeytan da O’nun iradesi içindedir. “Ve bil gaderi, hayrihi ve şerrihi, minellahu teala!”

Ben yalnız değilim. Kuyu’daki Yusuf’u Mısır’a sultan eden Allah beni yeryüzünün varisi kılmak istiyor, yeryüzünü bana mescid kılmak istiyor, benim ellerimle zalimleri cezalandırmak ve mazlumlara yardım etmek istiyor. Benim önümde tek engel var, o da “cahilliğim” ve “zalimliğim”. 

Karanlık aydınlığın yokluğudur aslında. Karanlığın en koyu anı, aydınlığa en yakın olduğu zamandır.

Bilirim, Allah’ın kolaylaştırdığından daha kolay ve zorlaştırdığından daha zor bir iş yoktur. Ve bana hayır gibi gelen şeylerde şer, şer gibi gelen şeylerde hayır olabilir. Onun için günde 40 kez; “Rabb’ım bana Hakkı Hak, batılı batıl göster, Hak’da toplanmamızı nasib et, bizi nimet verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayanların değil” diyoruz. Ya Rab, bilirim, ihtirasla istediğimiz her şey, mal ve sevdiklerimiz dua ile istenen bir belaya, fitneye dönüşebilir. Ben sadece ve sadece rızanı istiyorum. Beni “sabredenlerden, şükredenlerden, direnenlerden” bulacaksın.

Korona virüsü ya da Suriye, “ecelinden önce” ölen var mı? “Akacak kan damarda durmaz”. Allah (cc) bizi mallarımız, canlarımız ve sevdiklerimizle, kimi zaman artırarak, kimi zaman eksilterek imtihan edeceğini söylemedi mi?

Sonuçta, bağımsız olarak herkes yaptığından sorumludur. Kazanılan her zaferin kahramanları olabileceği gibi hainleri de olabilir, her yenilgide de hainler olabileceği gibi kahramanlar da olabilir.

Kimse haşa “Tanrıyı kıyamete” ya da “iktidara, zafere” zorlamaya kalkmasın. Görevimiz Allah’ın rızasını aramaktır. Yoksa Allah’ın iradesi bütün kainatı kapsar.

ABD Ulusal Güvenlik Konseyi Danışmanı Condoleezza Rice7 Ağustos 2003’te Washington Post gazetesinde yayınlanan “Ortadoğu’yu Değiştirmek” adlı makalesinde, “Fas’tan Basra Körfezi’ne kadar 22 ülkenin sınırlarının, iktidarlarının ve rejimlerinin  değiştirileceğini” söylüyordu, sonuç! Evdeki hesaplar çarşıya uymadı..

Dün Almanlar Berlin’den Bombay’a demiryolu döşemek için Abdülhamid’le masaya oturmuşlardı. Hicaz Demiryolu ya da Bağdat Demiryolunun öbür ucu Hindistan’a kadar uzuyordu. Yani Baharat yolu, bugün Çin’den başlayıp İngiltere’de son bulacak İpek yolunu tersten ve bir alttan ilerleyecekti. Ama olmadı. 1. Dünya savaşı başlayınca bu Batıdan kalkan tren Bağdat’ta durmak zorunda kaldı.. Bakalım bugün Çin-İngiliz ortak hayali nereye kadar gidecek!. İngiltere üzerinde güneş batmayan bir imparatorluk. Kuzeyde Kanada, Güneyde Avustralya-Yeni Zelanda, İngilizlerin olmadığı bir kıta yok.

Birileri dün BOP hayali kuruyordu, o da olmadı. Bugün “Yüzyılın projesi” rüyasını görüyorlar.

Ebedi olmak istiyorlar. Ama ezeli ve ebedi olan yalnız Allah’tır. “Ebedi” olmak isteyenler bu hayallerinin gerçek olmayacağını bilmeliler. Bu dünya ne Firavun’lar, Belam’lar, Nemrut’lar, Haman’lar, Şeddat’lar, Karun’lar gördü.. Şeddat’lar gördü.

Hep aklımızda olsun, kim ihtirasla neyi isterse o onun imtihanı olur. Kim zalimlerden korkar ve onlardanmış gibi yaparsa o zalimleri Allah onların başına musallat eder. Kim neyine mağrursa, Allah onlar o şeyle zelil eder.

Bakıyorum da, siyasiler, kanaat önderleri, bilim adamları, fikir adamları, kanaat önderleri, STK’lar hemen hepsi, toplumun kaderini değiştirmekten söz ediyorlar. Mucizevi, tek, alternatifsiz çözüm tekliflerinde bulunuyorlar. Hayır! Kurtarıcı bir kişi ya da topluluk yok. Kurtuluşa çağıran kişi ya da topluluklar vardır. Kurtuluş ise ancak kişi ve/veya bir toplumun liyakatı ile ilgilidir.

Son derece çalkantılı bir zamanda yaşıyoruz. Fitne zamanındayız. Çok dikkatli olmamız gerek. Birçok şey çok kısa zamanda değişebiliyor. Dün 15 Temmuz’da darbe yapmaya kalkanların arkasında ABD vardı. Hani şu NATO’daki müttefikimiz. NATO ülkeleri, AB ülkeleri daha sonra bu darbecileri, ülkemize karşı terör estiren örgütleri sahiplendiler. Sonra Suriye’de yine ABD ile ortak bir projede birlikte hareket etme söz konusu oldu ama ABD sözünde durmadı, her zaman olduğu gibi. Ankara bu defa Rusya ile yakınlaştı. Ama şimdi Rusya ile de olmadı, tekrar ABD ve NATO ile birlikte hareket etmeye çalışıyoruz. Belki de bu şekilde Rusya’ya alternatifimiz olmadığını göstermek istiyoruz. Öte yandan; ABD, bu kez Türkiye, Rusya ve İran’a karşı NATO bayrağı altında, AB ülkeleri ve İngiltere ile birlikte hareket etmeye çalışıyor. İngiltere ve Fransa Rusya’nın bölgede rol üstlenmesine karşı çıkmadı. Sonunda ABD Rusya’ya karşı NATO şemsiyesi altında İngiltere ve Avrupa’yla birlikte hareket etmeye razı oldu.

Bakın Avrupa ya da ABD bölgede barış istemiyor. Çatışma biterse kendilerine gerek kalmaz. Onun için Batılı ülkeler ya da Rusya’nın bölgede varlığını sürdürmek için krizin sürdürülmesi gerek. Bu ülkeler orada barış için değil, kontrollü bir savaş için varlar. Türkiye’yi dışarıda tutamayacaklarının farkındalar. Türkiye’yi kendi yanlarında ve kontrol altında tutmaya çalışıyorlar. Yani “40 yıllık Yani olmadı Kâni!”

Aynı delikten iki kere ısırılmayalım. Elbette “Aktif denge politikası” uygulayacağız, ama aynı zamanda söylem ve eylemimizde yüzümüzü Hakka dönmemiz gerek. Adil şahidler olmamız gerek. Bir topluluğa olan öfkemizin bile bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevk etmemesi gerek. İnsanları yanlışları ile mahkum etmek yerine, onları “(Ey Resulüm!) Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır! Ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Şüphesiz Rabbin kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete kavuşanları da en iyi bilendir.” (Nahl 125) örneğinde olduğu gibi o yanlıştan vazgeçirerek, kazanmayı esas alan bir dil kullanmamız gerek.

Allah’ın yardımı bize ulaşmazsa bizi hiç kimse, hiçbir ülke ya da hiçbir proje kurtaramaz. Onun için Allah’ın yardımının önünde engel oluşturan kişi ve işlerden uzak durmamız gerek.

Bütün bunlar bir imtihan! Kim ne yapıyor ya da yapması gerekirken yapmıyorsa, sonuç ne olursa olsun, bu yapıp yapmadıkları, söyleyip söylemedikleri ile ya kendi sırtlarında kendi cennetlerine tuğla taşıyacaklar, ya da kendi sırtlarında kendi cehennemlerine odun taşıyacaklar. Selâm ve dua ile. 

Bu yazı toplam 865 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar