Ahmet Taşgetiren
Hicrete Bu Çağdan Bakmak
Hicretin 1441’inci yılındayız. Dün, hicri yılbaşı idi.
1 Muharrem’in evet, bir yılbaşı olma özelliği var. Müslüman ruhunda günleri, ayları, hicret eksenli olarak okumak, yaşamak, önem taşıyor kuşkusuz.
Ama hicreti bütün çağlarda ruh dokusu ile okumanın ayrı bir değeri olduğunu da unutmamak lazım. Bu yönüyle hicret, sadece bir tarih olayı olmanın ötesine geçiyor ve bir davranış modeli özelliği kazanıyor.
Bu yönüyle bütün bir Siyer-i Nebi, yani Rasulullah’ın İslam’ı hayat haline getirme mücadelesi, bütün zamanlar için örneklik teşkil ediyor.
Hicret, İslam’ın, Peygamber Aleyhisselam tarafından tebliğinin bir döneminde gerçekleşen bir hadise. Mekke ile Medine arasında yaşanan bir yolculuk.
Mekke’yi Medine’yi anlamak
Hicreti anlamak için o günün Mekke’sini, o günün Medine’sini ve o ortamda Müslüman’ın İslam’ı yaşama noktasındaki duyarlılığını anlamak lazım.
Mekke Hazreti Peygamber’in dünyaya geldiği şehir. İslam tebliği de orada başlıyor. Hazreti Muhammed’in peygamberliği, Kur’an’ın Allah katından indirilişi Mekke gündemine giriyor ve ilk tepkiler orada oluşuyor. Hazreti Peygamber’in bizzat kendisi ve ona inanan ilk Müslümanlar büyük zulümlere maruz kalıyorlar. Mekke, İslam’ın yaşanmasına karşı blokaj oluşturan bir statükonun sembol ismi.
Müslümanlar, bu blokaja razı olmuyor ve yaşama alanları arıyorlar. Bunlardan birisi Habeşistan oluyor.
Şunu söyleyebiliriz, hiç şüphesiz Hazreti Peygamber ve ilk Müslümanlar Mekke’de İslam’ı bütün hüviyetiyle yaşama imkânı bulsalardı memleketlerini terk etmek gibi bir yola başvurmazlardı. Hicret ruhu içinde bir anlamda yepyeni bir hayat bulduğunuz bir değerler dünyasını yaşayamamak pahasına doğduğunuz toprağa çakılıp kalmayı ret de vardır.
Medine bir başka şehirdir. İslam’ın inşasına kendisini açan şehirdir.
İslam oraya önce Mus’ab bin Umeyr gibi gencecik ve altın yürekli, insan güzeli bir mesaj taşıyıcı tarafından getirilmiş, şehir Hazreti Peygamber’in gelişine hazırlanmış ve ardından hicret gerçekleştirilmiştir.
Hicrette Mekke’den ayrılınmış ama bu ebedi bir ayrılış değil, geri dönmek üzere ayrılıştır.
Hicret bir kaçış değil, kendi dünyasına yönelik bir yürüyüştür. Bir ileri hamledir. Bir adanışın merhalesidir.
İşin en özünde İslam’ın en diri şekilde kabullenilişi ve bütün bedelleri ödeyerek yaşanma iradesi vardır.
Hicret, bizzat Peygamber’in örnekliğidir.
Bu zamandan bir söylemle ifade edecek olursak “Mesele Allah’ın bildirdiklerine imansa, onların yaşanması ise, gerisi teferruattır” demektir.
Hicret bitti mi?
Denir ki hicret, bir dönemden sonra sona ermiştir.
Bu, belki Mekke’den Medine’ye göç ve Rasulullah’ın hayatta bulunduğu dönem için söz konusudur.
Sonraki zamanlarda hicret olmaz mı?
Öncelikle insanın içinde İslam’ı her ortamda yaşama iradesinin olması, hicret duygusu ile iç içedir.
“Yaşayamazsam yaşanacak yer ararım, olmazsa inşa ederim” duygusudur hicret.
Sonra İslam’ın yaşanmasını zorlaştıran ortamların farkında olma işidir hicret. O şartları dönüştürme işidir.
Tek tek İslam’ın getirdiği tüm değerlerin farkına varmak ve onlardan her azalan şey için ıstırap duymaktır.
İslam’ı, yepyeni bir hayat olarak algılamak, onunla onurlanmak, bu onuru gasp edecek her davranışa, yapıya direnmek ve gerekirse terk-i diyar etme, başka yurtlara sığınma iradesi kuşanmaktır hicret.
Hicreti okurken Mus’ab’ı okumak lazım, Hazreti Peygamber’e o uzun yolculukta refakat eden Ebubekir’i okumak lazım, Hazreti Peygamber’in yatağına yatan Hazreti Ali’yi okumak lazım. Ve “Çıkarılmasaydım senden ayrılmazdım” diyerek doğduğu memleketi terk etmek zorunda kalan Hazreti Peygamber’in kalp alemini okumak lazım.
Ve Allah Rasulü’nün Hicret’i bir ebedi hayat kılavuzu haline getiren sözünü okumak lazım:
“Hakiki muhacir, Allah’ın yasakladığı şeylerden kaçan, onları terk eden kimsedir.” (Buhari, İman 4, Rikak 26; Nesaî, İman 9)
(5 kasım 2013 tarihinde Star gazetesinde yayınlanan bu yazımı Karar okuyucuları ile de paylaşmak istedim. Okuyucularımın, tüm İslam âleminin yeni yılını tebrik ediyor, “Hicret hassasiyeti”nin ümmet olarak yeniden idrakini diliyorum.)