Selâhaddin Çakırgil
Hıyanet’ı katmerleştiren müthiş bir gözükaralılık..
Rusya Çarlığı’nın son döneminde, Rasputin diye bir keşiş / papaz çıkmış ve Rusya Sarayı’nı ve Çariçe ve Çar’ı bile etkisi altına almış, kutsal ve sihirli bir yapısının olduğuna herkesi inandırmış ve bütün Rusya’yı yıllarca meşgul etmiş; manevî gücü olduğu iddiasıyla bütün kamuoyunu teslim almıştı.
Sonunda, onu, rus prenslerinden dostu Yusupoff evine davet etti, zehirlemeye kalkıştı, ama, o güçlü zehirlere bile dayanıklı çıktı. Bu sefer üzerine kurşunlar boşaltıldı, yine ölmedi ve sonra, bir çuvala doldurularak, Moskova Nehri’ne atıldı ve öyle öldürülebildi.
*
Benzetmek gibi olsun mu, olmasın mı, herkes kendisine göre değerlendirme yapabilir, ama, son gelişmeler, bana tarihten, inanç gücünün kötüye kullanılmasının ilginç örnekleri meyanında, Rasputin’i de hatırlattı..
Ve son gelişmeler gerçekten de ‘afferin..’ dedirttirdi..
Bu kadarına da pess!.. Hattâ, ‘Pess vallaaa..’ dedirtmenin de ötesinde bir şey..
Dokunulması zor bir alanda vazife yapan hâkimleri hem de bu kadar organize şekilde elde etmek kolay bir iş değil.. Bu açıdan, o yapılanmanın başarılarını küçümsememek gerekir.. Bu kadar cür’etli ve de becerikli olmalarına da gerçekten ‘afferin’ denilebilir. Elbette bu ’afferin’, hıyanet’i de daha bir katmerleştirmektedir.
Geçenlerde, ilginç bir haber vardı..
15 yıla yakın ağır hapis cezasına çarptırılmış ve cezası, Yargıtayca tasdik edilmiş olan bir mahkûmun avukatları, bir takım düzmece belgelerle sözkonusu mahkumun tahliyesine karar verildiğine dair bir mahkeme kararını da ilgili savcılığa göndermişler, adam da tahliye olunmuş ve kayıplara karışmış..
Ancak, dosya tesafüfen, bir savcını eline geçince..
Aaa, bir de ne görsünler.. Adam, bir ay önce tahliye edilmiş, sahte belgelerle!.
Bu gibi durumlar istisnaî olarak dünyanın her yanında da olabilir..
Nitekim, ‘kaatil’ denilerek, yanlışlıkla idâm edilenlerin sonra DNA testiyle o cinayetle ilgisinin olmadığı örnekleri bulunuyor, dünyada.. Ya da, hüküm giyerek,. 30-35 yıldır zindanda tutulan insanlara, daha sonra, ‘pardon..’ denilip serbest bırakıldığı da olabiliyor. En dayanılmaz zulüm de, herhalde, adâlet adına yapılan zulümdür.
Karşılaşılan şu son örnek, şaşırtıcı olduğu kadar, bunun ötesinde, bir dâvaya, bir lidere, bir harekete gözü kapalı olarak, körü-körüne bağlı kalmanın ninsana neler yaptırabileceği açısından da son derece ibretlik..
Çünkü, Pennsylvania Şeyhi’nin çevresindeki en üst kademeden 75 kişinin iki aydan fazla tutuklu kaldığı cezaevinden tahliyesi için, üstelik de o dâvayla direkt ilgisi olmayan bir hâkime müracaat olunuyor ve o da, toptan tahliye kararı veriyor!
Cür’ete bakar mısınız?
Hemen bir başka mahkeme durumdan haberdar oluyor, o da o mahkemenin yetkisizliğine karar veriyor ve tahliyeler gerçekleştirilemiyor. Bu sefer de o mahkemenin tahliye kararlarını geçersiz sayan mahkemeye karşı bir başka mahkemeye başvuruluyor ve amma reddediliyor..
Yani, çıkarılamıyorlar..
Ve o hâkimler açığa alınıyor HSYK tarafından ve meslekten de atılma ve hattâ hapis cezası bile alabilirler, alınmalılar da..
Kanunları bilen o yargıçların bu kadar gözükara hareket etmelerini, meslekten atılmayı, hapsedilmeyi bile göze almalarının izahı, zorun zoru..
Mes’ele, içerde olanların dışarı çıkmasına karşı olmak veya olmamak noktasından ele alınmasın, lûtfen.. İçerde olanların büyük bir kısmı, doğrusu/yanlışı ayrı konu; içerde haksızlıkla tutulduklarını ileri sürerler.
Ortaya çıkan tablo, kelimenin tam mânâsıyla, devlet içinde bir devletimsi, ayrı bir yapılanmanın varlığından haber veriyor. Bu yapılanma kökünden temizlenmedikçe, daha büyük ve öngörülemez hıyanetlerle karşılaşılabilir. Ve bu yapılanma, insanların birbirine itimadlarını, güvenle bakmalarını, insanî ilişkileri de zehirliyor. İnsanlar birbirlerine güvenemez hale geliyor, fısıltılarla.
*
Bu noktada, bu satırların sahibinin, sanki devletin yayındaymış gibi bir tavır koyduğu düşünülebilir. Nitekim, sözkonusu hareketin yayın organında zaman zaman, ‘dünün İslamcıları bugün devletçi oldular..’ diyorlar.
Kendi adına, bu satırların sahibi, bir müslüman olarak, dün de mevcud rejime sıcak bakmadı, bugün de bakmıyor. Sadece, bugün bu mekanizmanın yönetimine halk desteğiyle gelmiş olan kadroların, kısmî düzenleme, iyileştirme ve ıslah çabalarıyla halkımızın daha rahat nefes almasına yardım olduklarını düşünüyor ve bundan dolayı onlara hayırlı görülen işlerinde köstek olunmaması ve destek verilmesi gerektiğini düşünüyor.
Yoksa, halkımızın büyük kesimlerine 100 yıla yakın zamandır kök söktüren, onların bütün mukaddeslerine savaş açan bir rejime sıcak bakmak nasıl olabilir?
Ancak, şunu da unutmamak gerekir ki, en kötü yönetim mekanizması bile, hiç bir yönetim mekanizmasının olmadığı, tam bir otoritesizliğin hâkim olduğu durumdan daha iyidir. Çünkü, en kötü yönetim biçiminde bile, insanların riayet etmeleri gereken bir takım kurallar az- çok bildirilir, insanlar nelere riayet etmezlerse, can güvenliklerinin daha bir tehlikeye düşeceğini tahmin edebilir, tedbirlerini ona göre alabilirler.
Hiç bir otoritenin olmadığı yerde ise, toplum hayatı tam bir ‘kaos’a teslim olur.
*
Şimdi.. Görülüyor ki, özellikle Emniyet’te ve devletin diğer sistemleri içinde ve mekanizmalarında, kendilerine güvenildiği için önemli vazifelere getirenlere karşı sorumluluk duygusu taşımayanlar; devletin bazı birimlerine yerleşmeleri için kendilerini özel emirle vazifelendirdikleri anlaşılan bazı odakların emir ve telkınlerine göre hareket ve hattâ, gerektiğine ihanet etmeyi kendilerine bir vazife ve sevab olarak inandırılmış bulunuyorlar. Dahası, rahatlıkla iddia edilebilir ki, bu cemaat, bugün ülkede hükûmet eden kadrolar İslamî kimlikli değil de, kemalist-laik, solcu, nasyonalist vs. kadrolar olsalardı, böylesine cür’etli uygulamalara asla yönelemezlerdi.
Bu cemaat’e, ilk planda, Alamut Kalesi Şeyhi Hasan Sabbah’ın haşhaşiyyûn taifesine benzetmesi yapılması karşısında, ‘Bu, biraz ağır değil mi?’ diye düşünmüştüm. Ama, görülüyor ki, Hasan Sabbah ve müridleri bugün karşılaşılan örnekle mukayese edilemiyecek kadar bile mâsum sayılabilir. Bugünkü modern Hasan Sabbah’ın son konuşmalarından birinde, kendisini adeta gerçeğin tek temsilcisi ve sözcüsü yerine oturtmuş, kendisinin verdiği ölçülerin dışında hareket edenlerin yanacaklarını haber vermekteydi.
Halbuki, o gibi sözleri herkes kendisine göre, bir değişik İslam anlayışıyla aynı şekilde söyleyebilir..
Halusinasyonlar içindeki birilerine körükörüne itaatin, hele de inanç kanalıyla olmasının nelere mal olduğuna dair ilginç örnekler hemen daima karşımıza çıkmaktadır.
*
Alınız size bir diğer saçmalık daha..
HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Taksim‘de 1 Mayıs 1977‘de hayatını kaybedenler için gerçekleştirilen bir anma törenine katılmış 29 Nisan akşamı ve Taksim Meydanı’nın 1 Mayıs gösterileri için İstanbul Valiliği’nce kapatılmasını eleştirerek, ’1 Mayıs‘ta Taksim‘e çıkılmasının Müslümanların Kabe‘ye gitmesine ya da Musevilerin Kudüs‘e gitmesine benzeyen bir durum olduğu’nu ifade etmiş..
Demirtaş, „Abartılı bir örnek olarak algılanmasın yapacağım karşılaştırma. Bire bir örnek gibi algılanmasın ama Müslümanlar Kabe‘ye giderler hacı olmak için. Museviler Kudüs‘e giderler. Dini inançların merkezleri vardır. Mabetleri vardır. Onun dışında hiçbir yerde onu yapamazsınız. Evet dini bir inanç olarak söylemiyorum, fakat işçiler açısından da Taksim olmazsa olmaz bir yerdir. Burada anma, kutlama yapılamazsa o yıl 1 Mayıs Türkiye‘de kutlanmamış sayılır“ demiş..
İnancının haysiyetine az biraz sahib olanların körlüklerinden kurtulması için uyarıcı bir konuşma..
İnsanoğlunun saçmalıklarından birisi de budur; putu kendi yapar, kendi tapar!.
*
dirilişpostası