İbrahim Karagül
Hizbullah devleti!
Hizbullah devleti!
Ne diyeceğiz şimdi? "Lübnan terör devleti" mi diyeceğiz? ABD ve müttefiklerinin terör algısına bakılırsa öyle diyeceğiz. Bölgenin dinamiklerine bakıp, kitlelerin sesine kulak verirsek Lübnan'da Lübnanlılar'ın devleti var, Lübnanlılar'ın hükümeti kuruluyor diyeceğiz. Elbette ikincisi doğru ve elbette doğruya inanacağız. Elbette, terör kartı ve terör söylemini bir tür güvenlik projesi olarak kullananların, bölgeye yönelik ayrıştırıcı-çatıştırıcı projelerini bu kart üzerinden yürütenlerin tuzağına düşmeyeceğiz.
Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Süleyman, yeni hükümeti kurma görevini Hizbullah'a verdi. Hizbullah'ın adayı Eski Başbakan Necip Mikati, parlamentoda çoğunluğun desteğini alarak hükümeti kurma yetkisini aldı. 128 üyeli parlamentoda 68 üyenin desteğini alan Sünni Müslüman olan milyarder işadamı Mikati, 60 temsilciye sahip eski Başbakan Saad Hariri'yi geçerek Lübnan'ın yeni Başbakanı olacak.
ABD, Fransa ve bir çok Batılı ülke, Hizbullah hükümetini tanımayacağını açıkladı bile. ABD yönetimi, Hizbullah'ı terör örgütü gördüklerini ve pozisyonlarının belli olduğunu, gelişmelerden kaygı duyduklarını açıkladı. İsrail ise, "Lübnan'da yeni bir İran kurulacak" dedi.
Birleşmiş Milletler üzerinden bir senaryo uygulanıyordu ve bugünkü haliyle senaryo fiyaskoyla sonuçlanmış görünüyor. 14 Şubat 2005'te öldürülen eski Başbakan Refik Hariri dosyasını soruşturan BM soruşturma komisyonu hazırlıkları mahkemeye sundu. BM savcısının iddianamesinde Hizbullah üst düzey yöneticilerini Hariri suikastine karışmakla suçlayacağına dair işaretler Lübnan'daki krizi tetikledi. Hizbullah bakanlarını hükümetten çekti ve Hariri hükümeti düştü.
Türkiye, Suudi Arabistan, Suriye, Katar gibi ülkelerin yoğun çalışmaları, sonuç vermedi. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun Hizbullah lideri Hasan Nasrallah'la yaptığı gece yarısı görüşmesi de krizin çözümü için yeterli olmadı. Hizbullah ikna edilemedi çünhkü ABD Hariri'ye Hizbullah'la ortaklığı yasaklamıştı. S. Arabistan arabuluculuktan çekildi. Türkiye ve Katar, tarafların pozisyonunu aldı, kendi duruşunu ortaya koydu ve beklemeye geçti. Bunlar olurken Saad Hariri ABD ve Fransa ile istişarelerde bulunuyordu.
ABD yönetimi Hariri'yi uyardı ve Hizbullah'la hükümet kurmasını onaylamayacağını hatta böyle bir şey olursa Lübnan'a yardımı keseceğini söyledi. Çünkü ABD'den Lübnan'a yıllık 246 milyon dolar yardım geliyordu ve bunun yüz milyon doları askeri harcamalara ayrılıyordu.
Her ne kadar Hariri grubu dışındaki hemen bütün taraflar yeni hükümete destek açıklasa, İsrail-Hizbullah savaşı döneminde gerçekten utanç verici pozisyon alan Velid Canbolat bile Hizbullah'a desteğini verse de İsrail-ABD cephesi ile İran-Suriye cephesi arasındaki mücadele açısından düşünülürse bambaşka bir tablo çıkıyor ortaya.
Hem Hizbullah hem de Mikati ulusal birlikten söz ediyor, Lübnan hükümeti olacaklarını açıklıyor, taraflar arasında ayrım yapmayacakları güvencesi veriyor ama yine de bir çok çevreyi ikna edemiyor. Hariri taraftarları sokak gösterileri yapıyor, protestolar yayılıyor.
Lübnan'daki güç mücadelesi, Lübnan içi dengelerden çok bölgesel ve uluslararası alandaki güç çatışmalarıyla alakalı bir durum. Şöyle ki;
Refik Hariri suikastin önce Suriye sorumlu tutuldu. BM harekete geçirildi, Taif Anlaşması hükümlerince Lübnan'da bulunan 40 bin kişilik Suriye ordusu bu ülkeden çıkarıldı. Batı dünyası bir Ortadoğu lideri için seferber olmuştu! Lübnan sokakları harekete geçirildi. Suriye-Lübnan ilişkileri koptu. BM soruşturmasını yürüten Alman Savcı'nın İsrail istihbaratıyla bağlantıları ortaya çıktı. Yeni savcı atandı. Suriye askerlerinin çekilmesi Lübnan'ı tamamen savunmasız bırakmıştı. Beklenti İsrail'in Lübnan'a girmesiydi ve öyle oldu. İsrail-Hizbullah savaşı başladı. Amaç hem Suriye'yi hem Hizbullah'ı denklemden çıkarmaktı. Amaç, İsrail'in elini rahatlatmaktı. Bir suikast üzerinden bölgesel denklem kuruluyordu.
Tabi bunlar olurken Lübnan'da ardı ardına bombalar patlıyor, suikastler düzenleniyor, Suriye karşıtı gösteriler yapılıyordu.
İsrail Hizbullah direnişini kıramadı, ateşkes istedi. Ama hedef ortada duruyordu, hiçbir şey başarılamamıştı. Lübnan'a yerleştirilen BM gücü üzerinden Hizbullah'ın silahsızlandırılması denendi, kısa zamanda bunun mümkün olmadığı anlaşıldı. Hedefe yine varılamamıştı.
BM soruşturması bu sefer Hizbullah'ı hedef aldı. Hariri'yi onlar öldürmüş ya da İran ve Suriye ile birlikte suikasti yapmıştı! Yöntem aynıydı, Nihai amaç İran'ın Lübnan'daki elini kesmek, Suriye'yi mahkum etmek, Hizbullah'ı tasfiye etmekti.
Yeni durumu gören Hizbullah, Lübnan hükümetindeki bakanlarını istifa ettirdi, hükümet düştü, kriz başladı.
Karşılıklı müthiş bir restleşme, satranç oyunu izliyoruz sanki. Şimdi Meclis'te çoğunluğu saylayan grup adına, Hariri suikastinden sonra bir süre başbakanlık yapan Mikati'ye görev verildi. Ama aslında hükümeti Hizbullah kuruyordu.
ABD'nin terör örgütü gördüğü, Avrupa ülkelerinin televizyon yayınlarına bile yasak koyduğu Hizbullah, Lübnan'da hükümet kuruyor? Ne olacak şimdi?
İşler tersine döndü? İran-Suriye-Hizbullah cephesi ile ABD, İsrail, Mısır ve S. Arabistan arasındaki güç mücadelesinde yeni bir durumla karşı karşıyayız. Tasfiye etmek istedikleri örgüt devlet oldu. Tasfiye etmek istedikleri Hamas da devlet oldu, oluyor. Tam bu sırada Filistin yönetimi ile ilgili gizli bilgilerin ortaya saçılması Hamas'ın elini nasıl güçlendiriyor, dikkat çekici değil mi?
İki örgütü de yok etmek istediler onlar daha da güçlendi. İran ve Suriye'yi köşeye sıkıştırmak istediler çuvalladılar. İsrail hem Hamas'a hem Hizbullah'a savaş ilan etti, ikisini de kaybetti. ABD'nin bölgeye yönelik projeleri ardı ardına çöküyor.
Öyleyse ortada bir gerçek var. Bölgenin dinamiklerini yok sayanlar kaybediyor, kaybedecek. Gazze ve Lübnan'da kaybettiler. İran'a karşı kaybediyorlar. Suriye'ye karşı kaybediyorlar.
Oysa bize göre Hariri hükümeti de Hizbullah hükümeti de Lübnan'ın hükümeti, Lübnan'ın gerçeği. Onların terör tasnifleri bu gerçeğe uymuyor, uymayacak da.
Yeni durum, BM mahkemesini de boşa çıkaracak mı? Bekleyelim...
yenişafak