Hakan Albayrak
Hollanda
Bundan 12 sene evvel Somali’nin başkenti Mogadişu’da bir otelde Hollandalı bir foto muhabiriyle tanıştık. Kahveyi alabildiğine sert içen melankolik bir adamdı. Kılık kıyafeti pejmürde idi. “Dikkat! Burada bir hikmet saklı” dedirten bir ‘aura’sı vardı.
Meraklandım ve aynı masada oturmak durumunda kaldığımız bir öğle yemeği esnasında küçük bir ‘yoklama’ çekmeye karar verdim. O günlerde Hollanda’nın 1 numaralı İslam düşmanlığı sembolü olan Somali kökenli parlamenter Hirsi Ali hakkında ne düşündüğünü sordum. Kendisini yakından tanıyormuş, yakın zamana kadar ahbap oldukları bile söylenebilirmiş, ama İslam’a ve Müslümanlara hakareti meslek edineli beri Hirsi Ali’yle arası açıkmış. Pim Fortuyn, Theo Van Gogh ve Hirsi Ali’nin estirdiği rüzgâr yüzünden Hollanda’nın kendisi için çekilmez hale geldiğini ve pılını pırtısını toplayıp Etiyopya’ya göç ettiğini söyledi. Addis Ababa’da yaşıyor, serbest foto muhabiri olarak çalışıyor, iş çıktıkça sağa sola gidiyormuş. Bir daha Hollanda’da yaşayabileceğini zannetmiyormuş.
Bunları, nasıl desem, biraz bezgince anlattı. Başka bir şey anlatmaya da hiç hevesli görünmüyordu. Ama ben Addis Ababa’da yaşamayı seçmesini şahane bulduğumu söyleyip Afrika’ya methiyeler dizince gözleri parladı, yüzü aydınlandı, bakışı muhabbetlendi ve beni heyecanla tasdik edip Afrika’ya nasıl meftun olduğunu anlattı. Buradaki hayatların sadeliğinden, düşüncelerin yalınlığından, gülüşlerin güzelliğinden ve bolluğundan bahsetti uzun uzun. Afrika’da şahit olduğu ve paylaşmayı öğrendiği sahici mutluluğun altını kalın çizgilerle çizdi. Kıtanın bazı bölgelerinde savaş vardı, kıtlık vardı, susuzluk vardı, evet; ama Avrupa’nın orta yerindeki Bosna-Hersek’te de yüzbinlerce insan katledilip milyonlarcası sefalete sürüklenmemiş miydi? Kosova’da, Makedonya’da da kan gövdeyi götürmemiş miydi? Kuzey İrlanda ve Bask yurdunda da on yıllardır devam eden savaşlar yok muydu? Hal bu iken Avrupa’yı yeryüzü cenneti olarak görüp Afrika’yı sadece yoksulluk, kan ve gözyaşı ile anan ve “Orada nasıl mutlu olabiliyorsun?” diye soran Hollandalı arkadaşlarının bakışından yakındı. Dedi ki: “Farklı bir kültüre sahip olan her insanının varoluşsal bir tehdit gibi görüldüğü, kimseye zararı olmayan bir Türk yahut Arap komşunun sırf Müslüman diye huzursuzluk sebebi teşkil edebildiği Hollanda toplumunda mı mutlu olacaktım?”
***
Hey gidinin Hollanda toplumu…
Almanya’da geçen çocukluğumda dayımları ziyaret için ailece sık sık Hollanda’ya giderdik. Bir gün Breda şehrinde ağabeyim Okay’la Almanca konuştuğumuzu duyan Hollandalı bir kız ters ters bakıp “Alman mısınız?” diye sordu (“Pis Naziler! Hollanda’yı işgal eden Üçüncü Reich yıkılmadı mı? Hollanda topraklarında hâlâ ne arıyorsunuz?” diye sorar gibi). “Yok, Türk’üz” dedik. Kız gülümseyerek “İyi o zaman” dedi.
1970’lerin Hollanda’sında Türk’e, Arap’a saygı vardı. Hatta sevgi vardı. Daha doğrusu biz öyle zannederdik. O zamanlar Almanya da fena değildi, ama Hollanda’ya ayak bastık mı kendimizi daha bir iyi hissederdik.
Sonra bir şeyler oldu… Müslümanlara en “hoşgörü”lü Avrupa ülkesi birdenbire Avrupa’daki Müslüman düşmanlığının kalesi haline geldi… Müslümanlara verip veriştiren, hatta doğrudan doğruya İslam’ı hedef alan Theo Van Gogh, Pim Fortuyn, Hirsi Ali, Geert Wilders gibi tipler ‘Allah diyenin tepesine binelim!’ mealindeki faşist hezeyanlarıyla Hollandalıları yeni bir Haçlı seferine çağırdılar ve bu çağrı hem toplumda hem de devlette inanılmaz bir makes buldu…
Wilders’in “Özgürlükçü Partisi”nin yükselişe geçtiği 2009 senesinde Hollanda Dışişleri Bakanlığı’ndan bir zâta “Siz Avrupa’nın en yabancı dostu toplumu değil miydiniz? Ne oldu size böyle? Faşistler nasıl bu kadar itibar görebiliyor, faşist partiler nasıl bu kadar oy toplayabiliyor?” diye sorduğumda, adam bana açık yüreklilikle şu cevabı vermişti: “Mesele, Özgürlükçü Parti’nin yükselişinden ibaret değil. Geleneksel sağ ve sol partilere oy verenlerin çoğu da yabancılardan hoşlanmaz. Bütün toplumu kuşatan bir meseleyle karşı karşıyayız. Aslında bizim toplumumuz her zaman yabancı düşmanıydı, fakat İkinci Cihan Harbi’nden sonra oluşan antifaşist atmosferde bunu ortaya koymaktan imtina ediyordu. Nazilere benzetilmemek için yabancıları seviyormuş gibi yapıyor, Müslümanlara gülücükler dağıtıyordu. Akşam olup evlere çekildiğinde ise ‘Nedir bu Türklerden, Faslılardan çektiğimiz?’ diye homurdanıyordu. Theo Van Gogh, Pim Fotuyn gibi kimselerin hızla popülerleşmesi, toplumun hislerine tercüman olmalarındandır. Gerçek yüzünü göstermeye cesaret edemeyen toplum, Müslümanlara duyduğu tepkiyi, alenen İslam düşmanlığı yapan sanatçılara ve siyasetçilere sahip çıkarak ortaya koyuyor. Bunların aşırılığı söz konusu olduğunda ‘demokrasi’ diyor, ‘ifade hürriyeti’ diyor, ‘ekstrem fikirlere de tolerans göstermek lazım’ diyor, ama aslında onlara düpedüz ‘Aferin, çok iyi yapıyorsunuz, Müslümanlara vurmaya devam edin!’ demek istiyor.”
Ve sene 2017… Hollanda toplumu, demokratik bahanelerin arkasına sığınma gereğini duymadan ‘Vurun Müslümanlara!’ diyecek kadar arsızlaştı çoktan (Pek ortalıkta göremediğimiz istisnalar kaideyi bozmaz). Camileri kapatmayı, başörtüsünü yasaklamayı, hatta Kur’an’ı bile yasaklamayı vaat eden Wilders’in partisi artık ‘ana akım’ı temsil ediyor ve iktidardaki “muhafazakâr-liberal” parti onunla –çok af buyurun- sidik yarıştırıyor. Yarışın şu günlerdeki ana teması, ‘pis Türkler’in özgüvenini patlatarak Hollandalılık gurur ve şuuruna meydan okuyan Erdoğanizmle mücadele!
***
Evvelki gece Rotterdam’da Türkiye’ye ve Hollanda’da yaşayan Türklere karşı sergilenen inanılmaz vahşetin arka planı bundan ibaret.
karargazete