Hasan Karakaya
Hukuk öldü... Toprağı bol olsun!
Hukuk öldü... Toprağı bol olsun!
Bir kadın... "Başı açık" bir kadın... Hem de, "ilkokul mezunu" bir kadın... "Çok sinirliyim!.. Acayip derecede öfkeliyim!.. Çıldırma noktasındayım!" diyor ve ekliyordu: "Anayasa Mahkemesi'nin başörtüsü aleyhinde aldığı karar, sadece başörtülü hanımları değil, bütün kadınları aşağılayan, horlayan, dışlayan ve hatta yok sayan erkek egemen bir karardır!.. Ben, bir kadın olarak alınan bu karardan incindim!..
Bu kararın; Cahiliye Dönemi Arapları'nın kız çocuklarından utanç duymalarından ve onları diri diri toprağa gömmelerinden hiçbir farkı yoktur!"
TOPLUMSAL ÖFKE ÇIĞ GİBİ!
Evet, bunu söyleyen; 50 yaşlarında, ilkokul mezunu ve hem de "başı açık bir kadın"dı!..
Ancak, "öfkeli" olan, "sinir"den tir tir titreyen sadece bu kadın değildi... Vakit'in dünkü manşetinde de ifade ettiğimiz gibi, "toplumsal öfke çığ gibi"ydi ve millet "topyekûn tepki"liydi.
İstanbul, Kocaeli, Sakarya, Konya ve Ankara başta olmak üzere, yurdun birçok şehrinde düzenlenen "protesto gösterileri"nde deniliyordu ki;
"Bizler, hep sokaklarda olacağız ve haykıracağız...
Yargı, Yürütme'ye tahakküm etmiştir.
Yargıçlar oligarşisi ile, yeni bir darbe hamlesi yapılmıştır.
Yargıçlar, adalet terazisini oduncu kantarı gibi kullanamazlar.
Başörtüsü serbestliğine tahammül edemeyen bir zihniyet, ancak Hitler ve Şaron gibilere ilham verebilir.
Kararı alan yargıçları yok sayıyoruz.
Bu karar gayrimeşrudur."
Protesto gösterilerinde taşınan "pankart" ve atılan "slogan"larda ise şu ifadeler dikkat çekiyordu:
"Gitti postallı darbe, geldi cüppeli darbe!"
"Cumhur, yargının oyuncağı mı?"
"Egemenlik, kayıtsız şartsız yargınınmış!"
"Allah'ın emrini kaldırmaya Mahkeme'nin gücü yetmez!"
"Cüppeli darbeye hayır!"
"Yargı despotizmine hayır!"
"İşte hukuk, işte adalet!..
"11 büyüktür 411'den!"
"Başörtüsü onurumuzdur, koruyacağız!"
"Hukuk öldü, toprağı bol olsun!"
"9'U DA YARGILANMALIDIR!"
Bu son slogan, bir "öfke ifadesi" olduğu kadar, aslında bir "durum tesbiti"ydi!..
Gerçekten de "hukuk öldü" Türkiye'de!..
Hem de, bir "cinayet" sonucu öldü!..
"Kanına girildi" hukukun!..
Çünkü, "Anayasa'nın 148. maddesi"nde aynen şöyle deniliyor:
"Kanunların şekil bakımından denetlenmesi, son oylamanın, öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı; Anayasa değişikliklerinde ise, teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlıdır."
Görüldüğü gibi;
Anayasa Mahkemesi; "Anayasa değişiklikleri"ni ancak ve ancak "şekil" bakımından denetlemeye yetkilidir!..
Anayasa Mahkemesi Raportörü Doç. Dr. Osman Can'ın da "rapor"unda ifade ettiği gibi;
- Anayasa Mahkemesi, kurucu iktidarı denetleyemez ve kendini Meclis yerine koyamaz!..
- Anayasa Mahkemesi, yorumlu ret kararı veremez!.. Yorumlu ret kararı vermek, bir irade gaspıdır!
- Anayasa Mahkemesi'nin, Anayasa değişikliklerini esastan denetlemesi mümkün değildir.
- Mahkeme, Anayasa değişikliklerini ancak şekil bakımından denetleyebilir!
- Mevcut Anayasa değişikliklerinde yok sayılmak için gerekli hiçbir şart bulunmuyor!
Peki, "Anayasa Mahkemesi" ne yapmıştır?..
"Millî iradenin tecelligâhı" olan Meclis tarafından Anayasa'nın 10. ve 42. maddelerinde yapılan değişiklikleri, hem de "raportörün uyarısı"na rağmen "esas"tan incelemiş, kendini "Meclis'in yerine koymuş" ve hatta "Meclis'in de üstüne çıkarak" adeta bir "kanun koyucu" gibi hareket edip, "Anayasa değişikliklerini yok hükmünde saymış"tır!..
Mahkeme; bu "ilkel" kararıyla, sadece "yetkilerini aşmak"la kalmamış, sadece "hukuku dinamitlemek"le kalmamış, aynı zamanda Türkiye'de bir "ilk"i gerçekleştirerek, "cüppeli darbe" yapmıştır!..
Evet, bu karar bir "cüppeli darbe"dir!..
Çünkü, "TBMM'nin görev yapması" engellenmiş ve aldığı karar "yok" sayılmıştır!..
Bu tavır da, Türk Ceza Kanunu'nun 311-1. maddesi uyarınca "müebbet hapislik bir suç"tur!..
TCK 311-1. madde der ki;
"... TBMM'nin görevlerini kısmen veya tamamen yapmasını engellemeye teşebbüs edenler, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılırlar!"
İşte Vakit, Cumartesi günkü manşetinde bu "ihlâl"lere dikkat çekti!..
Çünkü Anayasa Mahkemesi'nin 9 üyesi; "Anayasa'nın 148. maddesini ihlâl" ederek, 10. ve 42. maddelerdeki değişiklikleri "şekil" yönünden değil, "esas"tan inceledi!.. Böylece, bir "yetki gaspı"na imza atıp kendisini "Meclis'in üstüne" koydu!..
"Meclis'in görev yapmasını kısmen veya tamamen engellemek" ise, TCK'nın 311-1. maddesine göre "müebbetlik suç"tu!.. İşte biz, Cumartesi günü bu iki maddeden hareketle attık o manşeti!..
Dedik ki;
"9'u da yargılanmalı!"
MECLİS'İN "TUTUKLAMA" YETKİSİ VAR!
Anayasa Mahkemesi'nin 9 üyesi hakkında böyle bir "dâvâ" açılır mı, bu maddelerden bir "yargılama" yapılır mı bilinmez...
Fakat, bilinen bir şey var;
"Keser döner, sap döner,
Bir gün hesap döner!"
Aslında, "beklemeye" de hiç gerek olmadığı kanaatindeyiz... Bazı kalem erbabının da ifade ettiği gibi; bu karar "Meclis'e karşı bir darbe"dir ve bunu bertaraf etmek de "Meclis'in elinde"dir!..
Çünkü, bu yapılan "çok ciddi bir suç"tur!..
Kendilerine, "yasaların Anayasa'ya uygunluğunu denetleme görevi" verilenler, çok vahim bir iş yaptılar ve türban konusundaki düzenlemeyi "esastan" inceleyip karara bağlayarak, hem "anayasayı ilga" ettiler, hem de "yasama yetkisini" ortadan kaldırdılar.
Bu çok ciddi bir suçtur. Normal ülkelerde bu suçun karşılığı polis marifetiyle derdest edilmek ve anayasayı ilga suçundan yargılanmaktır."
O halde, "Meclis" ne yapmalıdır?..
Parlamento, "tutuklama" dahil, her türlü yetkiye sahiptir...
YA TUTUKLAMA, YA DA İSTİFA!
Evet, "gücünü milletten alan" ve tamamı, "seçilmişler"den oluşan Meclis, ya "9 üyeyi tutuklatıp yargılatmalı" veya "cüppeliler darbesi"ne boyun eğip; "Meclis'in işlevi kalmadı" diyerek "istifa" etmelidir!..
"Meclis'in kapısına kilit" vurulmalı, "anahtar"ı da; "Yüce 11'ler Meclisi" haline gelen Anayasa Mahkemesi'ne teslim edilmelidir!..
Öyle ya; bir ülkede "iki meclis" olmaz!.. Bir yanda hiçbir işlevi kalmayan ve paspas gibi çiğnenen "Türkiye Büyük Millet Meclisi", bir yanda "Meclis'in iradesi"ni yok sayan "Yüce 11'ler Meclisi!"
Eğer bu iki Meclis'ten biri "lâğvedilmez" ise; Türkiye, bunun bedelini ağır öder!..
Kim, ne derse desin;
"Bu, 367 kararından da beter bir sonuçtur.
Artık TBMM'nin bir fonksiyonu kalmamıştır.
Artık egemenlik kayıtsız şartsız yargınındır.
411 milletvekili istifa etmeli ve Türkiye tek parti dönemine dönmelidir.
TBMM'nin artık Anayasa değişikliği yapma hakkı kalmamıştır.
Bu, hukuki değil, siyasi bir karardır.
Yüce Mahkeme tartışılır hale gelmiştir.
Meclis'in yasama yetkisi gasbedilmiştir.
Anayasa ihlâl edilmiştir."
BU, MİLLETE YAPILMIŞ BİR TECAVÜZDÜR!
Kim, ne derse desin;
Bu, bir "tecavüz"dür!..
Evet, "millete tecavüz!"
Şimdi, soru şu:
"Tecavüzün iğrençliği"ni mi, yoksa bu tecavüzden doğacak "çocuğun cinsiyeti"ni mi tartışacağız?..
Değirmen sele gitmiş iken, şakşağını aramanın âlemi var mıdır?..
Soru ve sorun budur!..
Vakit olarak, bu "soru"ları sormaya ve "sorun"ları ortaya koymaya, inşaallah bundan sonra da devam edeceğiz!..
Selâm, saygı ve gönül dolusu muhabbetlerimizle!..
vakit