Hürriyet, 5 yıl önce... “Sus, bunları telefonda konuşma!”

Adalet Bakanı Sadullah Ergin"in, önceki gün Sarıyer"deki Hakimevi"nde "gazete temsilcileri"yle yaptığı toplantıda, konu bir ara gündeme gelmiş; geçmişte "Yargıtay Başkanı"nın da dinlendiği"nden söz edilmişti ama, üzerinde pek durulmadı... Bir ara, "Çakıcı" ve "Hürriyet" isimleri telâffuz edildi ama, ne yalan söyleyeyim; benim jeton düşmedi... Toplantı bitip de, gazeteye döndüğümde, aynı zamanda "hukukçu" olan Ali İhsan Karahasanoğlu kardeşimle bir "durum değerlendirmesi" yaptık...
"Geçmişte Yargıtay Başkanı"nın da dinlendiğini, konuşmaların Hürriyet"te manşet yapıldığını" hatırlattığımda, Ali İhsan kardeşim; "Ne tevafuk" dedi;
"Şimdi ben de o konuyu yazıyordum!"
Akşam gazete önüme gelip, "yazı"yı okumaya başlayınca, jeton düşmeye başladı...
Ali İhsan kardeşim, özetle diyordu ki;
"Yüksek yargı isyanda... Telefonları dinleniyormuş... Onun için büyük kızgınlık içindeler..
Baro başkanları da, parası kamu kurumundan olmak üzere, gazete ilanları verip yargının dinlenmesine itiraz ediyorlar.
Sokaklara dökülmek için hazırlık yapıyorlar!
İyi de, bu dinleme hikâyesi, yeni bir şey mi?
Daha önceki dinlemelerde, niye bu kadar cevval değildiniz?
Örneğin; Yargıtay Başkanı Eraslan Özkaya"nın, mafya babası Alaattin Çakıcı"nın dosyası için yaptığı görüşmeler deşifre olduğunda..
Ne çabuk unuttuk değil mi?
O telefon konuşmalarında; Çakıcı"nın adamı olan müteahhit, Yargıtay Başkanı"ndan bir şeyler istiyordu, değil mi?
Ne oldu, o tarihte barolar ve yüksek hakimler topluca ayağa mı kalktılar?"
DİNLEMELERDEN ERTUĞRUL DA ŞİKÂYETÇİ!
Doğru ya; bugün, hem de "yargı kararıyla" yapılan "telefon dinlemeleri"ne karşı çıkıp, bunu bir "kampanya" haline dönüştürenler, üstelik de, bu dinlemelerin "Hükümet"in talimatıyla yapıldığını" iddia edenler, geçmişte o dinlemeleri "manşet"lerine çekmişler, konuşmaları "çarşaf çarşaf" yayınlamışlardı!..
Hem de, "özel hayatın gizliliği" ilkesini hiçe sayarak, hem de "dinleme"lerin "yasal" mı, "yasadışı" mı olduğuna aldırış etmeyerek!..
Bunu ifade ettikten sonra, gelelim "madalyonun öteki yüzü"ne...
Olacak ya;
Ali İhsan kardeşimin yukarıdaki yazısını okuduktan sonra, Ertuğrul Özkök"ün Hürriyet"teki yazısını okudum...
Ertuğrul, 14 Kasım tarihli Milliyet"te yer alan "Ergenekon"la başladı, bayanlarla bitti" başlıklı "küçük bir haber"den yola çıkarak, özetle diyordu ki;
"Şimdi elinizi vicdanınıza koyun.
Bazı askeri şahısların bilgisayarlarında, evlerinde birtakım insanlarla ilgili "fişlemelerin" bulunduğunu okuyoruz.
Bunlar bir darbe hazırlığı olarak değerlendiriliyor.
Fişlemeler gerçekten irkiltici.
Peki telefonları dinlenen insanlar hakkında, isnat edilen suçlar dışında bilgi toplamak, özel hayatına girmek ne anlama geliyor?
Yani böyle bir şeyi askerler yapınca "darbe hazırlığı" oluyor, ama sivil müfettişler yapınca "demokrasiye hizmet" oluyor, öyle mi?
Siz de bunu yazınca, "Ergenekon"u karartmaya çalışmakla" suçlanıyorsunuz.
(...)
Gerçekten de telefonları dinlenen hâkim ve savcıların özel hayatları hakkında toplanan bu bilgiler, rapor haline getirilip dosyalarda saklanıyor mu?"
"Birçok insanın legal veya illegal yollardan dinlenmiş telefonları dava dosyalarına kondu.
İşine gelen gazete illegal yoldan dinlenmiş telefonlar üzerine manşetler attı, gazeteci bunun üzerine suçlayıcı yazılar yazdı.
Nedense hiçbir savcı veya polis bunları dinleyenlerin, yayanların üzerine gitmedi.
Biz böyle bir çifte standartla demokrasiye ulaşabilir miyiz?"
2009 Kasım"ında bu soruyu soran Ertuğrul"a, ben de sormak istiyorum.
Bugün "Telekulak depremi" veya "Yargı ayakta" başlıkları atan ve "yargının dinlenmesi"ne, dolayısıyla da "telefon konuşmalarının gazetelerde yayınlanmasına" karşı "kampanya" başlatan sizler, geçmişte aynısını yapmamış mıydınız?..
Bugün diyorsun ki;
"İşine gelen gazete, illegal yoldan dinlenmiş telefonlar üzerine manşetler attı, suçlayıcı yazılar yazdı!"
Tamam da, dün "aynısını" sen yapmadın mı?.. Aynı "çifte standart"a sen de imza atmadın mı?.. Ne yani, o konuşmalar "legal" yollardan mı elde edilmişti?
HÜRRİYET"İN 5 YIL ÖNCEKİ MANŞETİ
En başta dedim ya;
Ali İhsan Karahasanoğlu kardeşim yazmasaydı, "Yargıtay-Çakıcı-Hürriyet" meselesinde benim jeton düşmeyecek, dolayısıyla, "Ertuğrul"un yazdıkları"na "eyvallah" diyecektim.
Ama, jeton düşünce;
"Sen bari yapma Ertuğrul" dedim, "Sen bari çifte standarttan, legaliteden söz etme!.. Ortada bir çifte standart varsa, bunun feriştahını yapan sensin!"
Gerçi; "Hafıza-i beşer, nisyan ile malûldür", yani insanlar, benim de unuttuğum gibi "unuturlar" ama, bir "hatırlatan" çıkınca da; "manşet"ler, detaylarına varıncaya kadar, gözler önüne geliverir.
Şimdi, gayet net hatırlıyorum ki;
20 Ağustos 2004 tarihli Hürriyet"in manşetinde şöyle bir başlık vardı:
"Sus, telefonda bunları konuşma!"
Ve, "hüküm" cümlesi:
"Yargıtay"dan mafya lideri Alaattin Çakıcı hakkında olumlu karar çıkması için bazı kişilere para verildiği ortaya çıktı."
Lütfen dikkat;
"İddia edildi" veya "ileri sürüldü", ya da "öğrenildi" denilmiyor, doğrudan çakılıyor: "Ortaya çıktı!"
Yani, "ispatlı, belgeli" bir haber!..
Peki, bu "ortaya çıkma" nasıl olmuş?..
Elbette "telefon dinlemeleri"nden!..
Hem de, "özel görüşmelerin dinlenmesi"nden!..
Nasıl mı?.. Buyrun 20 Ağustos 2004 tarihli Hürriyet"in manşetindeki ayrıntıları birlikte okuyalım:
"Bodrumlu müteahhit Hakkı Süha Şen"in kadın arkadaşı Serra Yaşar"la yaptığı telefon konuşmaları, Yargıtay"daki dosyasının lehine sonuçlanmasını isteyen Alaattin Çakıcı"nın araya "para" soktuğunu ortaya koydu. Ancak paranın kime, nasıl verildiği konuşmalardan anlaşılmıyor.
Organize suç örgütü lideri Alaattin Çakıcı"nın yurtdışına kaçışı olayıyla ilgili olarak yürütülen ve Yargıtay ile MİT"e de uzanan soruşturmada işin içine ilk kez akçalı konular da girdi.
Çakıcı ile birlikte hareket eden organizasyondaki kilit kişi Bodrumlu müteahhit Hakkı Süha Şen"in, birlikte yaşadığı kadın arkadaşı Serra Yaşar ile yaptığı bir telefon görüşmesinin bant kayıtları, Yargıtay"daki dosyasının kendi lehine sonuçlanabilmesi için Çakıcı"nın "para" faktörünü de devreye soktuğuna işaret ediyor.
SERRA YAŞAR"A "SUS" UYARISI
Buna göre, sık sık Ankara"ya giderek Çakıcı dosyası için Yargıtay Başkanı Eraslan Özkaya ve Yargıtay Genel Sekreter Yardımcısı Ercan Yalçınkaya ile görüşen Şen, sıkça Serra Yaşar"la da telefonda konuşarak, ne yaptığı hakkında bilgi veriyor.
Şen, bu konuşmalardan birinde Serra Yaşar"a, Yargıtay Birinci Ceza Dairesi"nde Çakıcı ile ilgili çıkan kararın olumsuz bir şekilde sonuçlandığını anlatıyor.
Kilit ifade Serra Yaşar"ın bu haberi duyduğunda verdiği tepkide ortaya çıkıyor.
Çünkü, Serra Yaşar şaşkınlığını gizlemeyerek, "Nasıl olur, üstelik para da verilmişti" diyor.
Şen, telefonda bu ifadenin kullanılması üzerine Serra Yaşar"ı uyarmak gereğini duyuyor ve "Sus, telefonda böyle şeyler konuşma" dedikten sonra telefonu kapatıyor.
Dinleme kayıtlarındaki bu kilit cümle, işin içine para faktörünün de girdiğini göstermekle birlikte, paranın kime ve nasıl verildiği konusunda bir açıklık taşımıyor.
KARAR ÇANTAMDA, ALIP GETİREYİM!
Aynı kayıtlar Yargıtay Başkanı Eraslan Özkaya"nın Alaattin Çakıcı ile ilgili Yargıtay Birinci Ceza Dairesi"nin kararının bir kopyasını alarak çantasına koyduğunu ve yanında taşıdığını da ortaya koyuyor.
Buna göre, müteahhit Hakkı Süha Şen kendisini arayıp Çakıcı"nın durumu hakkında bilgi istediğinde, o an evde olduğu tahmin edilen Özkaya, "Bir dakika kararı çantamdan alıp geleyim" diyor.
Özkaya, kısa bir sessizliğin ardından telefona dönüyor ve Şen"e karar hakkında bilgi veriyor, ne anlama geldiği hakkında yorum yapıyor. Özkaya, kararın Çakıcı"nın aleyhine olduğunu belirttikten sonra bu aşamadan sonra yapılabilecek bir şey olmadığını da aktarıyor."
Hürriyet"in ve Milliyet"in, o günlerde "kampanya" haline dönüştürdüğü bu haberlerin devamında; "daha başka pislikler" de sıralanıyor...
Meselâ, "Çakıcı"nın Hakkı Süha Şen"e talimatları" ve Şen"in Yargıtay"a kadar gidip, "Çakıcı için kulis" yapması, Eraslan Özkaya"nın; "Çakıcı için defalarca gelip ricada bulundu ama onu tersledim" demesi filân!
Peki, Hürriyet, bunca bilgiye nasıl ulaştı?..
Elbette, "telefon konuşmaları"ndan!..
Biraz önce dediğim gibi;
O günlerde manşetten yayınlanan bu telefon konuşmaları "yasal" mıydı, "yasadışı" mıydı, bilmiyorum!..
Bildiğim ve dediğim şu ki;
Bugün "Telekulak depremi" başlığı atıp, "yargı camiasının, gelişmeleri kaygıyla izlediğini" iddia eden Hürriyet, dün yani 20 Ağustos 2004"te, hem de "Yargıtay Başkanı" ile ilgili "telefon görüşmeleri"ni manşetten yayınlamakta hiçbir sakınca görmüyordu!..
Üstelik, "ortaya çıktı" diyerek!..
Yani, ortada "mahkeme kararı bile yok"ken!..
Üstelik, Eraslan Özkaya, henüz "şüpheli" veya "sanık" bile değilken!..
DÜN DE, BUGÜN DE HEDEF HÜKÜMET!
Diyorlardı ki; "Para aldıkları ortaya çıktı!"
Söyle be Ertuğrul;
O gün yaptığın, bir "yargısız infaz" ve bir "linç" değil miydi?..
Bugün kalkmış;
"İllegalite"den ve "çifte standart"tan yakınıyor, "demokratlık" rolüne soyunuyorsun!..
Peki, 2004"te "antidemokrat" mıydın?!?..
Sözüm, sadece sana değil...
Sözüm, "dün, dündür" diyen herkese!.. Dün "dut yemiş bülbül" olup, bugün "aslan" kesilen herkese!..
"İktidar, ülkeyi faşizme sürüklüyor!.. Yüksek yargıyı bile dinliyorlar!.. Adım adım despotizme gidiyoruz" diyen herkese!..
Yani, "yargı"ya da, "baro"lara da, "gazete"lere de!
Evet, herkese söylüyorum!..
Çünkü, "dinlemelere isyan korosu"nun amacı, dün nasıl "Hükümeti sindirmek" idiyse, bugün de "amaç"ları aynıdır!..
Çünkü, bu "kampanya" sonrasında Yargıtay Başkanı Eraslan Özkaya"nın kılına bile dokunulmamış, Özkaya; 1 Aralık 2004"te "yaş haddinden dolayı emekli" olmuştur!..
Demek ki, hedef o değildi...
Dün, telefon dinlemelerine "dilsiz, sağır ve kör" kalanlar ile bugün "Bremen Mızıkacıları" rolüne soyunup sokağa dökülenler, aynı kişiler, aynı kurumlardır!..
Hedefleri, dün de "demokrasi" değildi, bugün de!..
Hedefleri, dün de "Hükümet"ti, bugün de!..
Anlamıyoruz sanmasınlar!..
Bu "numara"ları yutacak kadar aptal değiliz!..




Allah rahmet eylesin
Onunla ilk tanışmamız, 1985 yılında, Türkiye gazetesinde oldu..
Ben "1. sayfa"yı yaparken, o "spor sayfası"nı yapıyordu...
Uzun süre birlikte çalıştık... Son derece atak, heyecanlı ve neşeliydi...
Sonra yollarımız ayrıldı... Ama, dostluğumuz devam etti... Bir ara, "Moğolistan gezisi"nde kesişti yollarımız... Oturduğumuz yerde "namaz" kıldığımız anı hiç unutamam... Dönüş yolunda "bilgisayar"a gömülmüş, "senaryo" yazıyordu... Yazdıkları, ya "Kurtlar Vadisi"nin senaryosuydu, ya da "The İmam"ın!.. Sonra, o malûm olay... 30 Temmuz 2008"de "kalp krizi" geçirdiği ve "komaya girdiği" haberi geldi... Uzun süre komada kaldı...
"Oğlu" ile görüşüp, "şifa" dileklerimi ilettim. Bir ara duydum ki; "koma"dan çıkıp, ayağa kalkmış... Çok sevindim...
Ama bu sevincim, 16 Eylül 2009 akşamı kursağımda kaldı...
Başbakan Erdoğan"ın, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad"a "iftar yemeği" verdiği akşamdı... O da gelmişti... Yalpalayarak yürüyordu... Bir ara, yanına gidip, "Geçmiş olsun... Seni ayakta görmek ne güzel" dedim ama, beni tanıyamadı... Demek ki; sadece "bedeni" değil, "hafıza"sı da felç olmuştu... Çok üzüldüm... Ama olsun, yine de yaşıyordu ya...
Dün, yatsıya doğru geldi haber... Arkadaşlar, "Ömer Lütfi Mete vefat etmiş" deyince, "Allah rahmet eylesin" dedim... Gerçekten de, Allah; rahmetini üzerinden eksik etmesin, mekânını cennet eylesin... Ailesine ve yakınlarına sabırlar niyaz ediyorum... Şehadet ediyorum ki; "Ömer Lütfi Mete, iyi bir insan"dı... Gerçekten iyi bir insan...

Bu yazı toplam 1893 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar