Hüseyin Hatemi İle Röportaj

Hüseyin Hatemi İle Röportaj

Hukuk Profesörü Hüseyin Hatemi Ergenekon sürecinin genel olarak iyi yönetildiğini söylüyor.

EMETİ SARUHAN
Profesör Hüseyin Hatemi güzel sohbeti ile "Bu röportaj bitmesin" dedirten insanlardan. Muhteşem bir hafızaya sahip olup bütün tarihleri ay ve gün olarak hatırlayan Hüseyin Hatemi ile keyifli bir sohbet yaptık. Hüseyin ve Hüsrev Hatemi bir aradayken zaten kaçınılmaz ama ayrı olduklarında da tatlı tatlı atışabildiklerini göreceksiniz.

Hüsrev Bey'in dediğine göre ikizlerden daha dışa dönük olan sizmişsiniz. Ama biz sizi sessiz sakin biri olarak tanıyoruz?

Eskiden beri ikizim beni böyle tanımlıyor. Bazı bakımlardan ben onu benden daha dışa dönük gördüğüm halde değişmez bir nitelemesi vardır küçükten beri; "ben dışa dönüğüm o içe dönük". Halbuki kendisi de hatıralarında yazıyor ki ben evde oturmayı tercih eden birisiyken o edebiyat matinelerinde, o sıralarda kendi şiirlerini pek beğenmediği için ben de kendi şiirlerimi okumaya pek hevesli olmadığım için, benim şiirlerimi okuyarak sahneye çıkardı. İnsaf etsin kim içe dönük kim dışa dönük. (gülüyor)

Neden hukuku seçtiniz? Adaleti sağlamak gibi bir idealist düşünceyle mi?

Öyle oldu ama doğrudan doğruya bu kadar açık değilse bile temelinde düşünür yönü de olan bir edebiyatçının etkisiyle. İlkokulda idealimdeki mesleğim müçtehitlikti. Yani din alimi olmak. Çok dindar olan babaannemin idealinde bir torununun müçtehit olması düşüncesini sezdiğim için küçük yaşta müçtehit olmaya karar vermiştim. "Etebatı aliyat / yüce eşikler" denen, o zamanın Necef ve Kerbela medreselerine gitme fikrindeydim. Babamın da hoşuna giderdi bir çocuğun böyle konuşması. O da benim çocuk mesleğimi desteklerdi. Hatta "Bakalım müçtehit olunca nasıl olursun" diye başıma sarık sarıp elime de tespih verip odada vakar ile yürütürdü eğlenmek için. Bir gün ortaokulun birinci sınıfında, büyümesi yaklaşmış bir çocuk olarak düşündüm "galiba babam beni işletiyor" diye. Bir arkadaş babasının kütüphanesinden birini alıp birini iade etmek üzere Dostoyevski'nin Suç ve Ceza'sını ve Karamazof Kardeşleri'ni verdi okumam için. Ben de müçtehitliğin de üzerine binerek bilhassa Suç ve Ceza'nın, Dostoyevski'nin etkisiyle hukuk tahsiline karar verdim.

BABAM AVUKAT DOKTOR OLMAYIN DEDİ

Hukuku önce siz mi seçtiniz, kardeşiniz mi? Bu konuda ihtilaf var. Açıklığa kavuşturalım.

Hukuku önce ben istedim ama Hüsrev sanki önce kendisi istemiş gibi söylemişti bir röportajda. Ben de onu görünce telefon edip "Unutmuşsun ben hukuku ortaokulda seçtim" dedim. Kendisi edebiyat okumaya karar vermişti. Bizim evde edebiyat ve felsefeye meslek olarak önem verilmezdi. Babam abimin mesleğini de tasvip etmemişti. "Doktor da, avukat da olmayın çünkü kimse gönül rızasıyla doktora ve avukata para vermez. Mühendis olun" dedi fakat biz de ona tepki gösterdik. Birimiz doktor, birimiz hukukçu olduk.

Avukatlık yapmadınız ve yapmak da istemediniz. Neden? Üstelik hukuğa isteyerek girmiştiniz.

Yapmadım. Yapmak da istemedim. Yalnız 1402 olduktan sonra Almanya dönüşünde sosyal güvenlik için baroya üye oldum. Avukatlık zor bir meslek. Zevk almıyorum. Rüşvet vermekten bile hoşlanmam. Ne de olsa yüzde yüz haklı olan kimselerin davasını alacağım diye bir şey de gerçekleşememesi ihtimali var. Sorumluluğu ağır yıpratıcı bir iş. Onun yerine üniversitede olmaya karar verdim ama şimdi avukatlık yapmasam bile yardım istemeler dolayısıyla meydana düşmekten kurtulamıyorsun.

Türkiye'deki hukuki hayatı nasıl buluyorsunuz?

İyi bir hukuk yok. Tabi hukuk bilinci yok. İdeal anlamda hukukun temelleri anayasada benimsenmiş değil. Hukuk devleti, insan hakları bilinci sağlam kayaya oturtulmamışsa Hz. İsa'nın deyimiyle kumda yapılmış ev gibi olur. Kur'anı Kerim'in teşbihi ile de örümcek evi gibi olur.

DARBE EN AĞIR CEZA GEREKTİREN SUÇ

Peki bir hukukçu olarak Ergenekon davası sürecine genel olarak baktığınızda, iyi yönetilebildi mi?

Ana çizgileri ile iyi yönetildiğini düşünüyorum. Ahmet Şık meselesiyle de yolundan çıkıyor, sapıyor düşüncelerine katılmıyorum. Eğer Ergenekon suç örgütüyle ilgili bir suç teşebbüsü, talimat alma şeklinde bir suç teşebbüsü olduğu yolunda güçlü karineler varsa, ama bunlar basın hürriyeti gibi kamuflaj malzemesi olarak kullanılan şeylerle gizlenmeye çalışılıyorsa elbette savcılar teşebbüs halindeki suçları bile araştırmak ve yargı önüne çıkartmak zorundadırlar. Son olaylarda da bir sapma olduğu kanaatinde değilim.

Gözaltına alınma ve tutuklanmalar çok tartışılıyor?

Çabuk hareket edilsin, lüzumundan uzun bir gözaltı süreci olmasın. Bu gibi suçlarda tutuklanma ister istemez gerekli olacak çünkü darbe teşebbüsü en ağır cezayı gerektiren suçlardan birisi. Böyle bir suçla yargılanan kişi çok yüksek kefaletle yargılama boyunca tasfiye edilebilir, tutukluluk hali kaldırılabilir ama çok yüksek kefaleti bile göze alanlar olabilir. Mesela mahkemeye sevk edileceğini anladığı için eski belediye başkanlarından biri Türkiye'ye dönmüyor. Böyle kaçanlar olabilir. Gözaltı süresi anayasadaki süreyi aşmamalı ama lüzumundan fazla uzatılmıyorsa, tutukluluğun devamı bile gerekli olabilir.

Ya gözaltındakilerin ya da tutuklananların suçsuz oldukları anlışılırsa?

Aklananlara, haksız yere tutuklananlara gerçek bir tazminat ödenmelidir.

ANAYASA İÇİN BİLİNÇ GEREKİR

Yeni anayasa yazılabilir mi Türkiye'de?

Yapılabilmesi için millet olarak ideal bir anayasa fikriniz olması lazım herşeyden önce. İlahi sevgiden kaynaklanan bütün değerler ve değer ilkelerin bilincinde olduğunuz ölçüde bunun özlemini duyarız. Her şeyden önce değişmez evrensel temel genel ilkelerin topluma mal olması lazım. İnsanlık onuru ilkesi ve insanlık onurunda eşitlik ilkesi. Bu iki ilkeden doğan insan hakları ilkesi, dürüstlük ilkesi, kimseye zarar vermeme, hakkaniyete riayet ilkesi yani kamu görevlerinin dağıtılmasında liyakate dikkat etme, emeğin karşılığının verilmesi ilkesi ve somut olay adaleti ilkesi... İnsanlık şerefini onuru ilkeleri anayasanın değişmez ilkeleri olmalıdır. Laiklik inancına göre yaşama hürriyeti ve eşitlik ilkesinin güvencesi olarak 2. Maddeye şöyle bir ilave konur. Laiklik ismiyle değil muhtevası ve doğru anlamıyla "TC. insanlık onurunda eşitlik ilkesi insan hakları ve hukuk devletinin diğer evrensel genel ilkelerinden hiçbir dini felsefi siyasi görüşe ödün vermeyecek olan demokratik ve sosyal hukuk devletidir." İşte değişmez madde bundan ibarettir.

TEPEM ATINCA CEHENNEMİ MÜJDELEDİM

Kezban Hanım sizin için "Evliya sabrı vardır ama gün gelip biriktirir, hiç olmadık zamanda, hiç olmadık anda, hiç olmadık kişiye patlar! Sonra da bir hafta bu davranışın vicdan azabını çeker.' diyor.

Bazen patlamalar oluyor. Eğer hak etmemiş birisine kızmışsam azabını çekerim. Ama haketmiş patlamalar olduğu zaman çok fazla üzülmüyorum. Önceden bazı haklı patlamalar sonunda fenalık geçirdiğim oluyordu. Fakat 2008'de kalbime bir anjiyo yapıldı, stent kondu. Ondan sonra haklı patlama sonucunda kalp zararı ile karşılaşmadım.

Ne oldu da patladınız mesela?

Biri telefon ederek "Aziz Nesin Şeytan Ayetleri kitabını bastırıyor ama karşı çıkılıyor, çok tepki gösteriliyor. Bir Müslüman olarak fikir hürriyetini savunacak bir beyan verir misiniz" deyince tepem attı benimle alay mı ediyorlar acaba diye. Çünkü ben Salman Rüşti Şeytan Ayetleri'ni yazdıktan sonra Şeytan Rivayetleri adında bir kitabı çıkartmışım. "Cehennemi seçtiyseniz cehennem size mübarek olsun" diye bağırıp telefonu kapattıktan sonra kalbim duracak gibi oldu. Sol taraf bütün sırtım uyuştu. Şöyle dua ettim. Ben ölümden korkmuyorum ama şimdi ölürsem Salman Rüşti Hazretleri çarptı diyecekler (Gülüyor) Üniversitede de ben Marko Paşa gibi tanındığım için randevusuz 5-6 kişi gelip danışıyor. Tam bir yere yetişecekken bir kişi daha çıkıp gelirse gereksiz bir konuda danışıyorsa "lahavle" deyişime kırılabiliyor insanlar.

Sizden küçük olan herkesi alnından öpüyorsunuz. Bu adet nasıl başladı?

Aşağı yukarı 10 sene önce adet edindim iyi niyetle. Yaşıtlarımı veya benden yaşlıları çok önleyemiyorum ama bilhassa benden genç hanımlar yanak dayayarak öpüşmeye kalkışınca ben de artık "Ehveni şer ihtiyar olunur" diye yanak dayama yerine pederane bir tavır takınıp, kız olsun erkek olsun gençlerin alnından öpeyim, hiç o şekilde öpüşmeyeyim dedim. Şimdi erkeklerle o şekilde öpüşsem kızları alnından öpsem bu sefer ayrım yapılıyor diye görülecek o yüzden standart. 2002 başlarından itibaren öyle bir şey seçtim. Öyle meşhur oldu.

ŞİİRDEN UMUDUMU KESMEDİM

İnsan yaşlanınca müzik zevki değişiyor demiştiniz. Müzik zevkiniz nasıl değişti?

Piyasa müziğini zaten eskiden sevmezdim ama 1402'lik tepkisiyle Klasik Türk Müziği'nden bile palamarları çözmeye çalıştım ama bu çok eskide olmadı. Şimdi en az birader kadar, hiç değilse Klasik Türk Musikisi sevgisi bende tekrar canlandı.

Ama yine de Hüsrev Bey size dinlediğiniz müzikler ve şiirleriniz üzerinden takılmaktan vazgeçmiyor.

Bunda da çok haklı değil. Ben bunları hatırlattığım zaman o da kızıyor ve gene bana suçu atıyor. Birader benim için "oynak şarkıları sever" dese de ilk seçimim buna tamamen aykırı. Benim ilk seçtiğim şarkı, "Ölürsem yazıktır sana kanmadan, Kollarım boynunda halkalanmadan, Diyorlar kül olmaz ateş yanmadan, Denizler durulmaz halkalanmadan" böyle bir acıklı hava. Biraderin seçtiği ise "Sus kimse duymasın, Şeytana uymasın" diye oynak bir havaydı ama biradere bunu söylediğimde hemen cevabı hazır. "Ben de onu seçecektim. Senin korkundan onu seçtim" diye unuttuğum bir suç isnat ediyor bana (gülüyor) "Zorbalık yaparak şarkı seçimine engel olmak". Ben bunları pek hatırlamıyorum ama eh öyle olsun.

Şairliği devam ettiremedim ama hala ümidim var, diyorsunuz. Şiire devam edecek misiniz?

Allah'tan ümit kesilmez. İlk şiirlerimi seçme yapmak zorunda kalarak, çünkü kendi masrafını kendim karşılamıştım, bastırma hevesimi tatmin için iki formalık cep kitabı boyunda Sindirella adıyla bastırdım. 1964 İstanbul'unda İslami çevrelerde Sindirella diye bir kitap çıkınca "Putperestlik kokan Noel şiirleri yazıyor artık Müslümanlar" diye yorumlar oldu. Halbuki içinde hiç Noel şiiri yoktu, putperestlik kokusunu da nerden aldılar bilmiyorum (gülüyor) Ruhul Kudüs nefhası taşıyan şiirleri eskiden daha iyi yazabiliyordum. Onlardan en sonuncusu sayılabilir, 1994 yılında, Peygamberimiz'e bir naat yazmıştım. Ondan sonra da birkaç şiir oldu ama...

Kezban hayatımı düzene koyuyor

Kezban Hanım'la nasıl tanıştınız?

Ben doktor asistanken Kezban Hanım da öğrenci olarak başlamıştı. Ön sırada oturan kırmızı paltolu, devamlı iddialı el kaldıran bir kız olarak zaten kürsünün dikkatini çekti. Sonra bilhassa çalışkan bir öğrenci olarak, ben de zaten bütün öğrencilere yardıma hazır olduğum için, sık sık grup halinde arkadaşlarıyla gelip odama soru sorardı. İkinci sınıftan itibaren sınıflar ayrıldı o başka sınıfa düştü. Yıl boyunca hemen hemen hiç görüşmedik o da bir gazetede çalışmaya başlamıştı ek iş olarak. 3. Sınıfta biraz daha sık görme imkanı oldu. 3. Sınıf yazında okullar tatil edilmiş, imtihanlar ertelenmişti. Bütün yaz boyunca öğrencilere imtihanlar için hazırlama yapıyordum. Kezban da o derslere devamlı gelmeye başlayınca karşılıklı bir yakınlaşma oldu. O sene sonunda nişanlandık. 1972 yılı sonunda mezun olunca evlendik.

Peki ya evlilik teklifi?

Ret cevabı verirse izzeti nefsim kırılır hoca olarak diye hukuki bir şey söyleyeyim dedim. "Sizinle medeni kanunun 82. Maddesine uygun bir akit yapabilir miyiz?" diye sordum. O da anladı, kıpkırmızı oldu ama anlamamazlıktan gelerek, bana söyletmek için "82. Madde nedir ben bilmiyorum" dedi. Ben de kızarak "82. Maddeyi bilmiyor musunuz" diye hemen Medeni Kanunu eline verdim. Baktı nişanlanma olduğunu görünce şaşkınlıktan heyecandan acayip bir cevap verdi. "Siz bana layık değilsiniz" dedi. Ben de anladım ki "ben size layık değilim" demek istiyor. Gülerek "doğru ama siz yine de düşünün" dedim. O zaman yanlış yaptığını anladı. 5 Kasım Cuma günü yapılmış teklife 8 Kasım 1971'de kendi cevabını getirdi. Ailenin cevabı 5 Aralık'ta geldi. 19 Aralık'ta nişanlandık.

KEZBAN'I ARAYIP YARDIM İSTEDİM

Dışarıdan eşiniz daha baskın gibi gözüküyor. Hatta bir köşe yazarı "Hatemi Hoca gibilerinin hayatını akıllı eşler düzene koyar." demişti...

Doğru. Katılıyorum pek çok bakımdan. Kezban'ın hanım olmasına karşın daha fazla dayatabilme, sözünü geçirebilme, iş bitirebilme kabiliyeti var. Onun da bir hikayesi var. Biz kardeşler arasında müşterek olan evi inşaata vermiştik. Taşıyamadığım kitaplarımı bahçedeki bir barakaya koymuştuk. İnşaat bitmek üzereyken o barakanın yıkılması gerekti, "gelip içini eve taşıtın" diye müteahhit telefon etti. Gittik Kezban da taşınma sırasında orada beklemektense bitişik bahçede oturan ablamın evine gitti. Ben de taşıyacak olanların başında kaldım. Kezban ayrılır ayrılmaz işçilerin her biri zevklerine göre ellerine bir kitap alıp okumaya başladılar. Ben de "bu kitapların taşınmasının bitmesi gerektiğini Yalçın Bey söyledi" diyorum ama yüzüme yabancı dilden bir şey söylüyormuşum gibi bakıp okumaya devam ediyorlar. Ben de kan ter içinde kaldım, tek başıma taşıyorum ama bitecek gibi değil. Emredemiyorum. "Niye oturuyorsunuz taşısanıza" diyemiyorum. "Bitmesi lazım" diyorum okumaya devam ediyorlar. Kezban'a telefon etmek zorunda kaldım. "Burada herkes bir kitap okuyor ben de bitiremiyorum." Kezban hemen oradan yetişti, gelir gelmez "Aşk olsun siz hocayı bırakmışsınız kendiniz oturup kitap okuyorsunuz" der demez hepsi ayaklandı. Yarım saatte hepsi bitti.

Tespih ve antika obje koleksiyonunuz var. Hat'a da meraklı olduğunuzu biliyorum. Ne durumda bu koleksiyonlarınız, kaç parça var?

Koleksiyonlarla daha çok hanım ilgileniyor ama hanımın koleksiyon değeri vermediği 33'lük tesbihlerden hoşuma gidenleri ayrıca bir çekmecede topluyorum. Benim bilhassa zevk aldığım hat levhaları var. Müzayedelerde çok almak istediğim levha varsa ancak onu heyecanla izleyebilirim. Maalesef onlara da artık pek yetişemiyorum.

ABD konsolosu Taliban besliyorlar diye telaşlandı

Evde kaç kediniz var?

Evde 14 yıl yaşayan bir kedimiz vardı Canki. 1999 başlarında da Ankara'dan bir İran kedisi aldık. İran kedisi olduğu için de adını Farsça'da cennet anlamına gelen Minu koyduk. Başka Farsça isimleri de var. Canki ona talip oldu. Kan uyuşmazlığı olur diye vermeyince de sanırım kızıp gitti. Minu evde tek kraliçe oldu. Onu evlendirdik ve 5'i de dişi yavru doğurdu. Onun yavruları da Ferhunde Funda Füreyya Hatemi, Nakkiye Berfin Beyza Hatemi, Feride Simin Fıdda Hatemi, İlknur Cevriye Derya Hatemi. Kezban bu isimleri kabul etmedi ama ben böyle kabul ediyorum. Bir de Taliban var. Taliban Mihriban Laletul Tuğba Hatemi. Sepetinde yattığı zaman arka ayağını namaz kılar gibi koyuyordu. Bu herhalde İran değil Afgan kedisi deyip adını Taliban koyduk. Amerikan Başkonsolosu da bir haberde "Hatemiler evde Taliban besliyor" başlığını okuyunca "Nedir bu haber" diye telaşlanıp araştırmış. Nişantaşı'nda bir dükkandan aldığımız erkek kedinin ismi ise Garibüddin Derviş Reşat Sabri Şakir Siyavuş Siyamik Feridun Menuçehr Abdülhannan Abdülmennan Tayfur Hatemi. Eşim kısaca Paşa diyor.

 yenişafak