Selâhaddin Çakırgil
’İç ve dış laik güç odaklarının halkımıza itimadı kalmadı!.’
Yazının başlığı aslında, yarım asır öncelerde ölen alman yazarı Berthold Brecht’in, seçimi kaybeden bir başbakana söylettiği, ’Hükûmetimizin halka itimadı kalmamıştır..’ şeklindeki cümlenin tersyüz edilmiş şeklidir.
*
’Şeyhin kerameti kendinden menkul.. Kendi sözünden ibaret..’ şeklindeki deyim misali, kendi kendilerini ’aydın’ ilan eden ve ne kadar aydın veya karanlık oldukları bu kendi tanımlamalarından anlaşılacak olan bir kesim var ülkemizde.. Bunları muhatab kabul edip, onların sözlerine göre, ülkemize bir gömlek biçmeye çalışan dış güçler de aynı taifeden..
Bunlardan CHP’li bir akademisyen birisi olan K. Ç., Pennsylvania Şeyhi’nin manyetik çekim alanındaki Stv. isimli bir kanalda seçim öncesinde yayınlanan bir proğramda, bir anket şirketinin sahibinin, AK Parti’nin seçimlerde yüzde 47 nisbetinde oy alacağını söylemesi üzerine, ’O zat seçimlerden sonra bir daha araştırma yapmamalı. Haklı falan çıkmayacak. Ben siyaset bilimciyim, ben araştırmacıyım. Yok, böyle bir imkan yok. ..Eğer tahmini çıkarsa ben akademisyenliği bırakırım. AK Parti yüzde 47'nin yanına bile yaklaşamaz. Yüzde 40 aldıklarına bile zil takıp oynayacaklar..’ demişti..
CHP m.vekili Muharrem İnce, 2014 yılında katıldığı bir televizyon programında ’AK Parti, yüzde 49 oy alsın bırakırım siyaseti.. Giderim, tavuk beslerim’ ifadesini kullanmıştı.
Kemalistlerin yığıştığı bir gazetenin, -Aydın Doğan’ın deyimiyle bir zamanlar kendisini yarı tanrı gibi gören- megaloman tiplerinden E. Ç. isimli yazarı ise, 29 Ekim günü, ilginç bir şekilde, ’Atalarımız “Büyük lokma ye büyük konuşma” demiş..’ diye kendisine de ihtar çektiği yazısında şunları söylüyordu:
’… Burada açıkça söylüyorum… (…) Tayyipgiller’i yakın bir gelecekte “Hesap verme” korkusu sardı.
1 Kasım seçiminde Meclis’te kelle çoğunluğunu sağlayamadıkları takdirde iş kendileri açısından daha da zorlaşacak.
Sağladıkları takdirde -ki hiç mümkün görünmüyor- daha beter şımarıp terazinin dengesini iyice yitirecekler, baskı ve zulüm ortamı giderek güç kazanacak.
Seçimi kazansalar bir türlü, kazanmasalar bir türlü!..
Olan Türkiye’ye olacak.
(…)belki bazen düşünüyor olabilirsiniz, seçimde AKP’nin en çok korktuğu, bu yüzden düşman belleyip hedef gösterdiği, başarısız olsun diye çaba harcadığı parti hangisidir diye!..
Acaba CHP mi, MHP mi!..
İkisi de değil. O halde hangisi?
HDP!
(...) HDP 7 Haziran seçiminde (...) İnce hesaplar yapıldı, büyük bir kumar oynandı ve tuttu…
Ülkemizin bölünmez bütünlüğünün, laik ve demokratik Cumhuriyet’in, Atatürk ilke ve devrimlerinin en büyük savunucusu olan, bazılarını benim de bire bir tanıdığım nice insanlar sandık başına bu hesapla gidip oylarını HDP’ye verdiler.(...)
Eğer aynı süreç 1 Kasım günü de gerçekleşir, Doğu ve Güneydoğu’yu, ama özellikle de Güneydoğu’yu HDP silmece kazanırsa, gökten ilahlar bile inse AKP’yi kurtarmak mümkün olmaz.
Dolayısıyla, bu seçimde de AKP’nin en büyük rakibi (istesek de istemezsek de) HDP’dir.
Bazen kendi kendime düşünürken, ya da arkadaşlarla konuşurken konu hep aynı yere geliyor!..
“Ne günlere kaldık!.. Eskiden iktidarın tetikçisi ve taşeronu olan cemaatle kavgalı idik. Şimdi bunca haksızlığa uğrayınca onların yanında yer almak, onları savunmak durumunda kalıyoruz.
Apo’nun uzantısı olan HDP’den nefret ederdik. Şimdi AKP’nin elinden iktidarı söküp alma görevi adeta onlara verildi ve biz HDP’nin yüzde 10 barajını aşmasını dilemeye başladık!’
(...) Burada bir cümlelik bir parantez açıyorum:
(HDP yüzde 10’u geçemezse, korkarım ki başta Güneydoğu olmak üzere ülkenin pek çok yerinde kanlı olaylar çıkar ve terör çok canlar alır.)
*
Evet, bu satırlar yazılıyordu, 1 Kasım öncesinde.. Bunlar ülkemin kendilerini ’aydın’ ilan eden siyasetçileri ya da siyasetbilimcilerinin ve onların medyadaki uzantılarının sözleri..
Ve kitleler böyle de korkutuluyordu.. HDP’nin önde gelen m isimleri ise, kendilerinin barajın altında kalmaları durumunda ülkenin bölüneceği, iç-savaş çıkacağı laflarını ekranlardan açıkça dile getiriyorlardı.. Böyle bir korkutma havası estiriliyordu..
Ama, seçim sonucunda ortaya çıkan tablo karşısında, aynı çevreler de bu kez başladılar, halkın, AK Parti tarafından‚ ’içsavaş çıkacağı, ülkenin bölüneceği korkusuyla korkutulduğu’ laflarını etmeye..
Bu kadar tehlikeli korkutma laflarını aylarca önce kendileri edip, Güneydoğu’da birçok sehirlerde‚’özyönetim’ adı altında, Suriye sınırının öte tarafındaki Kobani kasabasında oluşturulan ’kanton’ tipi ayrıştırılmış bölgeler kurma ve şehirleri savaş alanına çevirme deneme ve çabalarını tezgahlayıp, sonra da bu çabalar sonrasında halkın korkutulduğunun sorumluluğunu rakiblerinin üzerine atmak gibi bir entrikacı mantık karşısında insan, söyleyecek söz bulamıyor.
Üstelik de bu korkutma fikrini içerdekilerden de önce, fr. Le Monde ve sionist İsrail rejiminin Yedioth Ahronoth gazeteleri ve alman Dep Spiegel dergisi başta olmak üzere bir çok dış yayınlar sözkonusu etmişlerdi, seçim sonucunun belirmeye başladığı ilk andan itibaren.. (Ve sanki seçime AK Parti değil de, seçimle direkt ilgisi olmayan Erdoğan girmişçesine) ’Tayyîb Erdoğan’ın zaferi’nden söz ederken,toplumun korkutulup sindirildiği ve halkın çaresizlik içinde AK Parti’ye destek verdiği iddiasına tutunmaları ve manşetlerinden, ’Korkunun zaferi.. Sultan olma yolunda korkuttu ve kazandı.. Blutiger Wahlsieg/ kanlı seçim zaferi..’ diş gösteriyordu..
Onlar yazdıktan sonra da Türkiye’deki kemalist-laik mevkûteler, halkın korkutulduğunu ve bunun için AK Parti’ye oy verdiğini iddia etmeye başlıyorlardı.. Yani, uluslararası planda bir ’eylem ve söylem birliği’nden meded umuyorlardı..
*
Korkulandan kaçılır mı, ona sığınılır mı? Bu ne tutarsız mantık..
Korku ise.. Bu nasıl bir korku ki, sadece insanlar değil, hattâ diğer canlılar bile korktuklarından kaçarlar, korktuklarına sığınmazlar..Bu fıtrî bir gerçektir.. Burada demek oluyor ki, korkutan, başkaları ve onların estirdiği dehşet rüzgarlarına karşı, halkın yarısı, nerede toplanacağını ve kiminle aynı safta durmak istediğini gösteriyor.
*
Kaldı ki, asıl kimin kimleri korkuttuğunu, PKK’nin üst yöneticilerinden Bese Hozat’ın, 4 Kasım tarihli medyada yer alan beyanlarından da anlayabiliriz.. Bu kadın, ’HDP’nin barajı aşmasının, kendilerinin şehirlerdeki hendek, tünel kazmaları, bombalı-silahlı eylemleri, özyönetim ilan etmek vs. gibi eylemlerinin neticesi olduğunu, bu mücadele ve direniş olmasaydı HDP’nin barajı aşması sözkonusu dahi olamıyacağını, devletin tüm vahşi saldırılarına rağmen HDP bu büyük başarıyı sağladıysa, kesinlikle geliştirilen direniş ve verilen mücadele sayesinde olduğunu; yoksa, HDP’nin genelde başarısız olup, kendi taktikleri sâyesinde yüzde 10’lık barajı aştığını’ söylemesi, evet, düsündürmelidir.
Bese Hoçat’ın bu açıklamasından sonra, HDP eşbaşkanı Demirtaş da 5 Kasım günü, o sözleri doğruluyor ve ’Biz çatışma ve hendeklerin olduğu yerden değil, batıda oy kaybettik.’ diyordu. Yani, o kanlı eylemlere devam..
*
Bu arada, seçimi kaybeden tarafın birbirlerine nasıl korkunç bir saldırı başlattıklarına kısaca bakmak gerekir..
Yukarıda sözü geçen E. Ç.’nin gazetesinde yazan B.C.’un 3 Kasım tarihli yazısından bir kısma da bakalım.. Bu kişi, Kılıçdaroğlu’na saldırırken,
"Bize yeni liderler lazım. Basiretsizlik “yüzsüzlüğe” dönüştü baksanıza. Dünyanın en şaibeli, en suçlu partisi karşısında sekiz seçim kaybettikten sonra, insan çekip gitmek için ne bekler?. Kibar, zarif insana söylemeye dilim varmıyor ama. Hangi “pişkinliğin” tutsağısınız? Kim sizi “gurursuz” olmaya zorluyor?
Onurlu, dimdik, cumhuriyet devrimleri gibi kararlı, bangır bangır politikalar yerine, AKP gibi olmayı deneyip, dokuzuncu mu ne seçimi kaybettikten sonra, bir şey olmamış gibi mi yapacaksınız? Oysa canımız yanıyor. Bize yeni liderler lazım." diyordu..
*
Y.N. Ö. isimli eski bir ilahiyatçı olup, geçirmekte olduğu ağır hastalık yüzünden eriyen, çöken bedeninden önce iç dünyasının nasıl tamamen iflas ettiğini gösterircesine ekranlardan en ahlâksız, en galiz küfürleri savuracak kadar çıldıran bir kişi, CHP liderine de‚ bir tv. kanalında, "Nedir bu adamlardan milletin çektiği. Angut dedin mi de kızıyor. Peki sen izah et bu durumu. Nedir bu? Birinden birini seç. Angutluk de, hainlik de, aptallık de. Bir ad koy kendine. Böyle bir rezillik var mı? Çarşaf açılımı yaptın. Çarşaflar yüzüne gözüne dolandı, boğdu seni. Senin yüzünü rengi kösele gibi olmuş" diye saldırıyordu..
Yozdil isimli kişi ise, CHP liderini eleştirirken, "Atatürkçüleri, yurtseverleri, ulusalcıları yuvadan dışarı atıp, ikinci cumhuriyetçileri, siyasal İslamcıları, Kürt milliyetçilerini, liboşları, cemaatçileri, soykırımcıları, tescilli ajanları, sorosçuları monte etmek… Gözümüzün içine baka baka “guguk kuşu operasyonu”dur. Tıpış tıpış değil… Defolup gideceksiniz .’ diyordu..
’Hürr.’in A. A. isimli katibesinin ise, ’Meger tek kale maç oynuyormuşuz.. Twetter o kadar etkili değilmiş, hepimiz morardık..’ diye hayal kırıklığı yaşaması da bir ayrı ilginç konu..‚
- Nesin’in oğlu matematikçi Prof. Ali Nesin ise Cumhurbaşkanı için; " Tayyip Erdoğan üst düzey, dahi seviyesinde bir stratejist. Bunu kabul edelim ve kimle aşık attığımızı iyi bilelim." diyordu, 3 Kasım günü ve ’Bundan böyle CHP’nin koparlanabileceğini de sanmıyorum.. CHP ve kemalizm, Türkiye için bitmiş bir projedir..’ demeyi de ekleyerek..
Evet, Nesin’in ‚’CHP ve kemalizm, Türkiye için bitmiş bir projedir..’ sözünü amelen doğrulayan 1 Kasım seçimleri, inşaallah daha nice hayırlara vesile olur.
*
Müslüman siyasetçi ve fikir adamı Râşid el’Gannûşî’yi dinlerken..
MUSİAD’ın davetli olarak İstanbul’a gelen Tunus’lu müslüman lider Râşid el’Gannuşi’yi, ’İslam, insan ve demokrasi’ konuları ve ’İslam Devleti’nde Kamusal Özgürlükler..’ kitabı etrafında, 5 Kasım sabahı İst. Sütlüce’deki MUSİAD Genel Merkezi’ndeki konferansında dinledik, 1,5 saat kadar..
Bu konuyu da yarınki yazıda etraflıca ele alalım, inşaallah..
*
dirilişpostası