Abdurrahman Dilipak
İçimizdeki beyinsizler!
Araf 155-156. Ayetleri mealen şöyle: (155) “Mûsâ tayin ettiğimiz vakitte buluşmak üzere kavminden yetmiş adam seçti. Onları o müthiş deprem yakalayınca Mûsâ dedi ki: ‘Ey rabbim! Dileseydin onları ve beni daha önce helâk ederdin. İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden bizi helâk edecek misin? Bu iş, senin imtihanından başka bir şey değildir; onunla dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletirsin. Sen bizim velîmizsin. Artık bizi bağışla ve bize acı! Sen bağışlayanların en iyisisin.’ (156) ‘Bize bu dünyada da âhirette de iyilik yaz! Şüphesiz biz sana yöneldik.’ Allah buyurdu ki: Azabıma dilediğimi uğratırım; rahmetim ise her şeyi kuşatmıştır; ayrıca rahmetimi Allah korkusu taşıyanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım.” Burada Hz. Musa’nın duası aktarılıyor. O bir peygamber.
Biz içimizdeki “Kendilerine yeryüzünde bozgunculuk yapmayın denildiğinde biz ıslah edicileriz” diye ortalıkta dolaşan, itibar gören, ahkam kesen, yeryüzünde kibirle yürüyen, başkalarını aşağılayan, İlahlık ve Rablik taslayan o “bozguncular”dan (Bakara 12) yakamızı kurtaramaz isek işimiz zor. İtiraf edelim: “La İlahe İlla Ente Sübhaneke İnni Küntü Minezzalimin”. Bakınız (Enbiya 27 ve 37).. (Saffat 139 ve 148) arasında bu duanın sonucu belirtilmektedir.
Ben “AK Parti içindeki FETÖ’nün zihniyet ikizi AKP’liler”den söz ederken niye öfkelendiniz ki! Peker’in sözünü ettiği “Fuhuş ve kadın cinayeti” konusunda yeni aile bakanı, bunların takipçisi olacak mı? KADEM bu işin takipçisi olacak mı? AK Parti kadın kolları başkanı ve suç duyurusunda bulunan 81 il başkanı açıklama yapacak mı?
Yarın birileri istikbal konusunda korkuya kapılırsa, dün savundukları kuruluş ve çevrelere karşı çemkirmeye başlarlarsa şaşırmayın. Bunların tıyneti budur. Dün savunduklarını yarın ihbar da ederler, kendi günahlarını onların sırtına yüklemek için iftira da ederler.
Bu tipler her yerde var, sermaye, siyaset, bürokrasi, akademi, media, cemaat, STK!
Bunlar yarın FETÖ’cüler gibi uluslararası örgütlerin kucağına düşer. Mafyöz ilişkilerin içine girerler. O alemde “Fuhşiyatın her türlüsü”, kumar, cinayet, ne ararsan var.
Bu durum Türk dünyası, İslam dünyası için büyük bir talihsizlik oldu. Herkes bize bakıyordu. Bir Çin aşısı dedik, bir Rus aşısı, bir Alman! Milletin de aklı karıştı, peşimizden gelenlerin de. Herkese maske gönderdik bu maske mikrobunu İslam dünyasına bulaştırdık.
5G de böyle, Starlink, Neuralink, Chip, yapay et de böyle.
Yapmayın! Onların da vebalini almayalım. Yazıktır, günahtır.
Peker Omerta’dan söz ediyor. “Suskunluk yasası”. Ne olacak şimdi. Ok yaydan çıkmış, yarın kendi aralarında hesaplaşmaya başlarlarsa ne olacak. Dün kendi bakanlarınız karşı karşıya gelmedi mi? İstanbul belediye seçimlerinde 3 başlı seçim kampanyasının sonucunu görmediniz mi!
Omertà’nın temel ilkesi, kişinin şikayetlerinin çözümü için resmi makamlardan yardım istemeden, kendi gücü ile kendi sorununu çözme iradesini ortaya koymasıdır.
Bizim kaynaklarımızda bunun adı “İhkak-ı Hak”dır ki, düzenden umudu kesme anlamına gelir.. Omertà, “kişi bir suçun kurbanı olsa bile, devlet yetkilileriyle işbirliğinin veya hizmetlerine güvenmenin kategorik olarak yasaklandığını” ima eder. Omerta kurallarının ihlalinin cezası ölümdür. Yani sadece parmak değil, kol değil, kelle gider. Sözkonusu videodaki bu mesaj, bu açıdan önemlidir.
Peker’in videosunda “Lyon Kasabı” adıyla tanınan din ve siyaset adamı Joseph Fouché’ye gönderme yapması ilginçtir. Fransız Devrimi öncesi, sırası ve sonrasını iyi okumak gerek. Fransa’da Meşrutiyet Dönemi (1789-1792) Cumhuriyet (1792-1795) Direktuvar İdaresi (1795-1799) Konsüllük (1799-1804) ve İmparatorluk (1804-1815) dönemlerinde, Fransız Devrimi’nin her dönemine Fouche, kilit rol oynamış ve her dönemde yeni iktidarın yanında yer almıştır.
Hikaye bize anlatıldığı gibi değil. O aydınlanma gerçek anlamda bir aydınlanma değil. Devrimin o en kanlı günlerinde yaşananların yeniden yazılması ve okunması gerekir.
Tapınakçılar, Masonlar, laiklik, cumhuriyet, üniversitelerin, borsanın, bankaların ortaya çıkması, yeni ulus kimliğinin tanınması hepsi kan ve gözyaşı içinde, Lucifer’in rehberliğinde, Promete’nin tanrıdan, o “Milli Eğitim”(!)deki meş’ale ile tanımlanan ışığı çalması ile başlayan mitolojik hikaye ile birlikte düşünülmesi gerekir.
Stefan Zweig’in dediği gibi “yazıktır ki dünya tarihi çoğunlukla tasvir edildiği gibi sadece insan cesaretinin değil insan korkaklığının da tarihidir.”
1779’dan 1789’a kadar, 20-30 yaşlarında manastırda kaldı. Latince, matematik ve fizik dersleri veren rahip okulunda öğretmen oldu..
Bu manastır öğretmeni ihanete sadakat yemini ettiği kiliseye ve kutsala ihanetle başlamıştır. O güç dengesinde kilit taşı oynama görüntüsü veren, aynı zamanda ağırlık merkezinde yer alan biridir.
Politikaya krallık zamanında girmiş olan Fouche, Krala bağlılık andı içmiştir. Daha önce manastıra ettiği bağlılık yeminini; toplumsal güçlerin egemenliğindeki siyasetin dünyayı yönlendireceğini anladığında bozmuş, özel mülkiyeti koruma yemini ederek milletvekili olmuştur.
Parlamentoda kral yanlısı büyük burjuvanın gücünü görünce, Jirondenler’in safına geçmiştir. Önce kırala sadakat yemini etmiş, ardından kralın ölüm cezasını desteklemiştir. Robespierre’e ve Konvansiyon’a ihanet edecektir. Ardından Thermidor’a yaklaşacak; sonra da Babeuf’a ve Proletaryaya ihanet edecektir. Orada da durmaz Direktuvar’a ihanet eder ve hemen ardından Konsüllük’e bağlılığını bildirir. Orada da durmaz İmparatorluğa ve Napolyon’a bağlılığını bildirir.
Yeni bir soylular sınıfı oluşturmaktadır. Napolyon, aristokrasinin eski karşıtı olan Fouche’yu soylu ilan eder ve Otranto dükü unvanını verir.
Fouche, daha sonra Napolyon’a ve imparatorluğa da ihanet edecektir. 1815’de, kardeşinin ölüm kararını imzalayan bu adam, kiliseye ihanet edip, Komünist ve ateist olmuştur. Napolyon’a bağlılık yemini edip soyluluk payesi alan bu kişi gün gelmiş, 18. Louis’in önünde diz çöküp yağma ettirip alçalttığı tanrı adına ant içmiştir.
İktidar, servet, güç, karar verme yetkisi, kontrolsüz bir şekilde ve doğrudan feodallerin, oligarkların ya da imtiyazlı bir zümrenin elindeyse ve “Birinin adamı olma” üzerine kurulu ilişkiler söz konusu ise, daha az güçlü olan, daha çok güçlü olanın himayesine girerek bağlılık zinciri oluşturacaktır.
Dikkat!
Fouche’ler her yerde! Onun ve onun gibilere kucak açanların akıbeti hayrolmaz.
Biz kendi hakkımızdaki hükmü değiştirmeden, Allah bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecektir.
Selâm ve dua ile..