Selâhaddin Çakırgil
‘İİT’ İstanbul Toplantısı’na bir de böyle bakalım
50 yıl önce ve henüz 19 yaşında olan sionist İsrail rejiminin, Suriye, Ürdün ve Mısır ordularıyla Haziran-1967’de girdiği ve ‘6 Gün Savaşı’ diye anılan savaşta, bu 3 Arap rejiminin ordularını ağır bir yenilgiye uğrattığı ve Batı Şeria’yı, Kudüs’ün tamamını ve bütün Sina Yarımadası’nı ve Suriye’nin su ve ziraat anbarı olan Golan Yükseklikleri’ni işgal ettiği dehşetli günler.. (Bunlardan sadece Sina, Mısır-İsrail arasındaki 1973 Savaşı’nda, İsrail, ilk kez ve ağır bir yenilgiye uğratılarak kurtarıldı. Ki, o yenilgi, Google’da bile ya hiç yazılmaz, ya da küçücük bir muharebe gibi yansıtılır.)
***
O günlerde, 15-20 bin tirajlı ‘Bâb-ı Âli’de SABAH’ isimli bir gazete dışındaki bütün matbuat adetâ sionizmin gönüllü propagandasını yapmaktaydılar.
TV yoktu ve radyo ise, sadece devlet radyosuydu. Haberler de ancak AA’dan ve dünya ajanslarından geliyordu. Gelen olumsuz haberlere de inanmak istemiyorduk ama elimizde başka haber de yoktu.
***
Acı gerçeği, Mısır’ın karizmatik lideri C. Abdunnâsır’ın ağlar vaziyetteki fotoğrafıyla öğrenmiştik. Mısır’ın 2. No'lu ismi Mareşal Amr ise intihar etmiş ve suç da onun üzerine yıkılmıştı. Nâsır ise gözyaşı dökerken, halk kitleleri korkunç bir ruhî çöküş içinde, ‘Bizi bırakma; düşman isterse Kahire’ye girsin, biz seninleyiz..’ diyorlar ve böylece de Nâsırcanını kurtarıyordu.
Mısırlı askerlerin, sadece, Sina Çölü’nde bile, onbinlerle ifade edilen cesetleri ise aylarca akbabaların ve canavarların yemi oluyordu.
***
Yanızca Arap halkları değil, Müslümanlar olarak hepimiz aşağılanmıştık. İstanbul’da, bir iş yerinin Yahudi patronu, işçilerine tatlı dağıtıyor ve ‘Bundan sonra Hacc’a bile bizden vize alarak gideceksiniz..’ dediği için çalışanların dayağından kaçarak kurtuluyordu.
Sultanahmet- Divanyolu’nda bakkallık yapan Diyarbakırlı, 75’lik bir amca ise ‘Ben 50 yıl önce, Filistin’de askerlik yaptım. Müslümanların namus ve haysiyeti bir kez daha payimâl oldu..’ diye hüngür hüngür ağlıyordu. Bu gibi örnekler her yerde vardı ama matbuat sağır kalıyordu.
***
İşte o hengamede, Yâsir Arafat liderliğindeki ‘El’Feth’ teşkilatı, sionist İsrail’i şaşkına çeviren gerilla mücadeleleriyle devreye giriyordu.
Ve.. 1969 yılında bir Yahudi, Mescid-i Aqsâ’ya girip Müslümanların bu kutsal mekânını ateşe veriyordu. Bu haber de Türkiye matbuatında fazla ilgi görmedi. Ama Müslüman toplumlar derinden derine kızgınlık içindeydiler.
Amerikan Başkanı R. Nixon ise kontrolsüz tepkiler verilmemesini istiyordu. İsrail rejimi ise Mescid-i Aqsâ’yı kundaklayan Yahudinin bir ‘akıl hastası’ olduğunu ve Avustralya’ya gittiğini bildiriyordu.
İşte o zaman, Fas Kralı 2. Hasan’dan, başkent Rabat’ta Müslüman ülkelerin temsilcilerinin katılacağı bir konferansın toplanması çağrısı gelmiş ve böylece, İslam Konferansı Teşkilatı oluşmuştu. Heyecanlanıyorduk. Çünkü, 40’ı aşkın Müslüman ülkenin bir araya gelmesi ilk kezdi, bu rejimlerin mahiyetini bilsek de..
Ama,‘Laik Türkiye’ n’apacaktı şimdi..
Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil katılacaktı bu toplantıya, ama kemalist- laik çevreler, ‘Laiklik elden gidiyor!.’ teranesine sarılmışlardı, yine.. Çağlayangil ise ‘ Alınacak kararlar laikliğe aykırı olursa, laik Türkiye’yi bağlamayacağını’ belirterek itirazları yatıştırmaya çalışıyordu.
İlginçtir, Çağlayangil’in, o konferansta namaza katıldığı görülünce, bizdeki laik matbuat bir kez daha feryada başlamıştı. Müslümanların hissiyatını yansıtmaya çalışan tek gazete ise, Çağlayangil’in namazdaki kocaman bir fotoğrafını birinci sahifeden, ‘Secde-i Rahman’da bir Vekil..’ cümlesiyle ve sevinçle vermişti.
***
İKT, (şimdiki adıyla) ‘İslam Ülkeleri İşbirliği Teşkilatı’nın (İİT), bu zamana kadar Filistin, Keşmir, Afganistan, İran-Irak Savaşı, Bosna, Çeçenistan, Karabağ, vs. konularda hiçbir etkinlik gösteremediği doğrudur; ve her şey evet, her şey mükemmel değil ama çok büyük beklentilere girmeksizin, gelinen nokta da küçümsenmemeli.. Her ne kadar, bazı ülkelerin medya organları, ‘Bu toplantıyı niye biz tertiplemedik de, Erdoğan’ın peşinden gittik?’deseler de..
stargazete