Ahmet Taşgetiren
İnsan Bir Durup Kendine Bakmalı
Hayat akıyor, zaman içinde statüler değişiyor.
Her statünün kendine has gerekleri ve o gereklerin insan karakterine yansımaları-etkileri var.
Biz her statü içinde aynı insan olduğumuzu zannederken gerçekte farkında olmadan başkalaşabiliyoruz.
Başkalaşım, statü gereği olmanın çok ötesinde içimizdeki başka bir varlığın bizde tecessüm etmesine yol açıyor.
İçimizdeki başka bir varlık!
Mevlana “İnsanın içinde Musa da var Firavun da” der.
Dini metinlerimiz insanın bu gel gitlerini yücelikler ile alçaklıklar arasındaki bir seyir olarak bildirirler. Kur'an diliyle ahsen-i takvim-esfel-i safilin gel giti.
Peygamberimiz aleyhisselam da “Şeytan insanın damarlarında dolaşır” der.
Şeytan damarlarda dolaşırsa belli ki boş durmaz. Onun da misyonu var. İnsanın kulağına kendine göre yönelişler fısıldar, onları süsler, telkin eder.
İnsan bu gel giti, hayatın akışı içindeki rollerinde-statülerinde yaşar.
İşyerinde usta başı olursunuz, başkalaşırsınız.
Dairede amir olur, başkalaşırsınız.
Bir ailenin reisi olur başkalaşırsınız.
İşçi iken başka, işadamı iken başka insan olursunuz.
Bir takımın kaptanı olursunuz, başkalaşırsınız.
Bir lokantada şef olur, başkalaşırsınız.
Bir ilde belediye başkanı olursunuz, bir ülkede iktidar olur, muhalefet olur başkalaşırsınız.
Adaleti arayan iken başka, hakim, savcı iken başka insan olursunuz.
Medyayı tüketirken başka, medyayı yönetirken başka olursunuz.
İnsanoğlunun bir erdem çizgisi vardır. Ahlak da diyebilirsiniz. Sorumluluk da diyebilirsiniz. Hatta doğrudan “insanlık kalitesi” diyebilirsiniz.
Ben insan için her şeyin göreceli-rölatif olduğu, ya da doğrunun en azından belli şartlarda insandan insana değiştiği kanaatinde değilim. Öyle olsaydı insanlığı bir arada tutma imkanı olmazdı ya da öyle olmaya doğru yönelişler bulunduğu için insanlık planında bir pörsümeye doğru gidiş var.
***
Diyelim şefkat, merhamet, adalet, doğruluk, dürüstlük gibi, dini aidiyetler kendine özgü doğrular alanı oluştursalar bile, yine diyelim “evrensel ahlak ölçüleri”nin üstün değer kabul edilmesi gibi bir gerçeklik var.
Diyelim bir cinayeti bunun için tel'in ediyoruz. Bir toplumun yaşadığı açlık, sefalet bunun için bizim uykumuzu kaçırıyor. Onun için savaş suçu diye bir evrensel duyarlılık alanı var vs.
Her halü karda bir insani temel-baz var.
Başkalaşım denen şey, o alandaki savrulmalarla ilgili.
Diyorum ki, insan kendine bir bakmalı.
Mesela bir yıl dönümünde, 2018'den 2019'a girerken...
Yola nasıl çıktık, nerelere geldik, değil mi?
Benim gibi 70 yıla bakmalı.
Ne bileyim, gençliklerinde kendilerini “dava insanı” diye tanımlayanların, mal mülkle, iktidarla buluştuğunda nasıl bir kişiliğe dönüştüğüne bakmalı.
İnançlarına baskı yapıldığı dönemlerde adalet arayanların, adalet dağıtma konumuna geldiklerinde verdikleri hükmün adalete ne kadar yakın veya uzak olduğuna bakmalı.
Kürsülerde “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” sözünü yüreğinin en derininden çıkan sözlerle söyleyenlerin, yakın dostlarının adaletsizliği karşısında sustuklarında yüreklerinin nasıl dönüşüm geçirdiğine bakmalı.
Hani o çok secvdiğimiz söz var ya:
“İnandığınız gibi yaşamazsanız yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız.”
Benim yazmaya çalıştığım tam o işte.
Yola çıkarkenki iç disiplinini yol boyunca korumak, bunun için de statülerin getirdiklerini sorgulamak demek bu.
Yoksa tıpkı “Bir zamanların mücahidleri şimdi müteahhit oldu” dramatizmi gibi dramatik değerlendirmelere konu olma riski var.
İnsan bir durup bakmalı, bir yola çıkarkenki değerlerine bir de bugünkü kendine...