Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

İnsanlar ve hayvanlar

“Hayvan hakları”le ilgili yeni bir yasa çıkarılacakmış. İnşallah “İstanbul Sözleşmesi”ne dönmez.

Batıda “hak” kavramı yok. “Right”, eşittir “hak” karşılığı değildir. Batıda kullanılan “right” kavramı “sağduyu” gibi bir anlam taşır ve “İnsan merkezli”, “hümanist” bir kavramdır.

“İnsan” dediğinizde “Hangi insan” sorusu akla gelecek. Bize göre cins olarak “insan” dışında kadın - erkek, mümin-kafir, etnik kimliğine, ideolojik ve politik duruşuna göre birçok insan vardır. Sonuçta “ekmel-i mahlukat” olan insan olduğu gibi “Belhum adal” yani “Hayvandan da aşağı olan” bir insan vardır. Kim neyi gözüne çok yaklaştırırsa arkasında kocaman bir ormanı kaybeder. Her şeyi ifade eden tek değer “Hak” kavramıdır. Aradığımız şey “hakikat”tır. Adalettir. Adalete ulaşmanın, onu tesis etmenin aracı “hukuk”. Bu anlamda “hukuka uymayan yasa suç aletidir.”

Aslında hak nerede tecelli ederse bizim orada durmamız gerek. Yoksa birilerine “tahsis edilmiş” bir “hak” yoktur. Yani “haklar” yok, “hak”var. Biz o hakkı arayıp, bulup, ona tabi olmamız gerek.

Kadın haklı ise erkek de o hakkı savunacak, Erkek haklı ise kadın da o hakkı savunacak. İşçi-patron fark etmez. Bir kavme olan düşmanlığımızın bile bizi hak ve hakikattan, adaletten saptırmaması gerek. Adalet yoksa zulüm vardır. Allah cahillik ederek zulme sapanlara yardım etmez. O zaman haksızlığa uğrayan bir “hayvan” olsa bile, bir haksızlık eden insana karşı, hayvanda tecelli eden Hakka yöneleceğiz. Yani bizim inancımızda bir “İnsan Hakkı”ndan bile söz etmek mümkün değildir. Asıl görevimiz bu anlamda “Kuva-yı Millî’ye” yani “Milli: Dini” bir gayretle, “Müdafa-yı Hukuk” cephesinde yerimizi alarak, “İlahi rıza”nın tecellisinin vesilesi olmaktır. Yoksa her şey Allah’ın iradesi içindedir.

Eğer bir yasa çıkarılacaksa “Hakkın ve Hukukun korunması ve bu değerlere karşı her türlü tecavüzün men’i yasası” çıkarılması gerekir ki, esasen bu da devletin, anayasa ve yasaların varlık meşruiyet temelidir. “Haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun mazlumdan yana, zalime karşı” olacağız. Hatta “zalim babamız da olsa ve mazlum düşmanımız da olsa”. Önce bu anlayışın toplumda genel kabul görmesi gerekir. Yoksa yasa ile her şeyi çözemezsiniz. Normlarla dolu dünya, norm koyanlar ve uygulayanların otoritesi ile özgürlük alanını daraltır. Bu da maksadı aşan bir hal alır ve “NORMal”in dışına taşar ve “aNORMal” bir hal alır.. Sonunda yasayı yapan da, uygulayan da insandır. Bir ülkede ne kadar çok yasa varsa özgürlükler o kadar azdır. Yasa ile düzenlediğiniz her konuda siyasetçi karar verir ve bürokrat uygular. Bazan insan “yasa koyma”, “yasa yapma”da haddi aşar, İlah’lık ve Rab’lik taslamaya başlar. Bu süreç sonunda insanlar “kaçtıklarını sandıkları şeye doğru koştuklarını” anladıklarında iş işten geçmiş olur.

Bazı şeyler “kayıtsız ve şartsız” kabul edilir. Adaletin en temel ve hassas noktası budur. Apaçık bir hakikat ortada dururken onu mevzuata boğarsanız adalet yara alır.

Kim kime ne zarar vermişse, zarar maddi ve manevi olarak tazmin edilecektir. Haksızlık yapan için ayrıca caydırıcı bir ceza uygulanacaktır ki, aynı şeyi başkasına yapmasın. Taksir yoksa ve pişman da değilse yanlış yazan “Tazir” edilmeli ve “Tedib” edilmelidir. Burada mahkemenin adaletine güveniyorsak adaletin terazisi vicdani bir içtihadla olayı hükme bağlamalıdır. Her konuda bir “norm” koyarak, kararı tekil olaydan bağımsız olarak ele alarak hükme bağlamak, yargıyı hukuk teknisyenliği seviyesine indirgemek gibi bir risk taşıyacaktır. Esasen asıl gaye sulhetmek olmalıdır ki, burada 3 barış esas olmalıdır. İnsanın aklı ile vijdanını barıştırmak, insanı insanla barıştırmak ve insanı tabiatla, fıtratla barıştırmak. Bu 3 barış bizi Allah’la barışa götürecektir. Değilse insan Allah’la savaştadır.

Bir ayet, hayvanları öldüren ve ekinleri talan eden müfsit insanlardan söz etmektedir.

Bugün fantastik anlamda bir hayvan hakları sözkonusu. Hayvan deyince daha çok ehlileştirilmiş, ev ve sokak hayvanları akla geliyor. Mesela fare ve karıncalar, bit, sinek, kene korunan hayvanlardan değil. Niye köpekle kedi, kediyle fare, insanla yılan arasında bir güvensizlik var. “Hamam Böceği” için hayvan haklarından söz eden var mı? Mesela arı bitini öldürmek için kovana zehir sıkıyoruz. “Zararlı” etiketini vurduk mu tamam. “Haşerat” ile mücadelenin bilimi, yöntemi, mevzuatı, kimyasalları var. Kimse ekmeğinde hamam böceği çıksın istemez değil mi?

Bunun bir dini çerçevesi, ahlakı yok mu? Olmaz olur mu, elbette var. Ama piyasada bunun bir ekonomisi ve bir de vijdanı yaygın olarak konuşulur. Mesela kimse solucanları nasıl yok ettiğimizi konuşmaz. Şimdi niye solucan çiftlikleri kurduğumuz da pek gündem oluşturmaz.

Mesela, evde beslenen hayvanlar konusunda hayvan sahiplerinin hak ve sorumluluklarının da pratik hayatta çok da mükemmel olmadığını herkes bilir. “Hayvan hakkı” diye “insan hakkı” dedikleri şeyi de riske sokabileceklerini unutmamak gerek. Elbette insanlar da hayvanlar konusunda sınırsız bir “Hak”ka sahip değiller.

Yeni yasa çıkarılacakmış.. Şahin besleyenler, güvencin besleyenler yasaya konu olacaklar mı? Ya da mesela bütün tavuk üretim çiftliklerinde erkek civcivler vahşice itlaf edilirler. Bunlarla ilgili bir düzenleme olacak mı? Korkarım yarın bunlar dönüp dolaşacak kurbanla ilgili polemik konusu olacak. Mesela orman içi alanlarda av hayvanları çiftliği bile kurdurmayacaklar. Bugün bizdeki hayvan üretim çiftliklerindeki hayvanlar çok sağlıklı değil. Orman için tabii ortamda niye çiftlik kurulmasın.. Vejeteryanlar, kendi beslenme tercihleri konusunda başkalarına kural koyamaz. Ama konu göreceksiniz, “Hayvan hakları” çerçevesinde polemik konusu olacak. Batıdan tercüme yasalarla bu sorunu çözemeyiz. Kulağa hoş gelen çözümler, “İstanbul sözleşmesi” konusunda olduğu gibi, yönetim için altından kalkamayacakları tartışmalara sebeb olabilir.

“Derler ki, “En iyi arkadaşım hayvanlardır hayvanlar, ne bir sual sorarlar, ne de tenkit ederler.” Ama hayvanlar adına konuşacak olanlar, din ve hayatın pratikleri, gelenek ve ahlakı dışlayan, yerine vijdanı ikame etmeye çalışan bir anlayışla, çözüm yerine ancak sorun üretilir.

Eve sokulan hayvanları da fıtratlarına yabancılaştırdık. Genleri ile oynadık. Hormonlu gıdalarla besliyoruz. Bunlar işkence de görüyor, tacize de uğruyor kimin umurunda.

Yük taşıyan hayvanın beslenmesi de önemli, taşıyacağı yük de çalışacağı süre de belli olmalı. 8 saat çalışması sağlığı için risk oluşturmuyorsa, 8 saat çalışan hayvanı evine götürürken sahibi eşeğine binmemeli. Canlı hayatı korumamız ve onların nesil emniyetlerini sağlamamız gerek. Bunların barınma ve göç edenlerin göç yolları üzerinde tedbirlerin alınması gerek elbette. Denizde ya da dağda, kırsalda ya da şehirde yaşayan evcil ya da vahşi hayvanların nesillerini sürdürmeleri için insanoğlu önce tehdit oluşturmamalı, sonra da onların hayat şartlarının iyileştirilmesi gerekir elbette. Bu konu özel yasa ile değil, genel bir hukuki düzenleme dışında tek başına vijdanla değil, din ile ahlakla, içtimai teamüllerle çözümlenmesi gerekir. 

Selâm ve dua ile.

Bu yazı toplam 992 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar