Ahmet Taşgetiren
İpin ucu kaçırıldı
Üç haftalık kapanma.
Üstelik Ramazan’da; İftarlarla, teravihlerle, sahurlarla sosyal hareketliliğin en yoğun olacağı bir zamanda. İçerdesiniz.
Üstelik bayramda. Çocuklarınıza torunlarınıza hasret günler geçiriyorsunuz. İçerdesiniz.
Üstelik baharda. Kıştan çıkmışsınız, belli yaşlar için günlük yasaklar - kısıtlamalar içinden geliyorsunuz, salgının boğucu iklimini soluyorsunuz, her gün bir yakınızın - dostunuzun yoğun bakım veya vefat haberini alıyorsunuz, yakından takip ettiğiniz başka ülkelerden -açılma- haberleri geliyor, ekranlara bazı ülkelerde on binlerce kişinin katıldığı müzik festivallerinin görüntüleri yansıyor…. Dışarda güneş var, yeşil fışkırıyor her yerden… ve siz içerdesiniz.
İçerdesiniz üç hafta, bayramı bile eve kapanarak çocuk cıvıltılarına hasretle geçireceksiniz.
Salgınla gelen ekonomik mengene herkesi bunaltmış, ama bazılarımızı, çocuklarının önüne o gün de ekmek koyamamanın kıskacında boğulan bazılarımızı intiharın eşiğine getirmiş. Bu üç hafta sonunda tünelin ucundaki ışık görülecekse ümidi ile kapanmışsınız, içerdesiniz.
Peki ama sonrası aydınlık mı? Sorasında nefes alınacak mı? Gerçekten üç haftanın sonunda ışık görünüyor mu?
Bizim “Salgınla mücadelede gelişmiş ülkelerin bile önündeyiz” övünmelerini sergilediğimiz günlerde, gerçekten yoğun bakım dolulukları sebebiyle hasta seçmek zorunda kalan ülkeler, çıktılar o iklimden, aşılarını yaptılar ve bugün artık “açılıyorlar.”
Bizde hani aşı?
Aşı bir muamma.
Cumhurbaşkanına göre var, Sağlık Bakanına göre yok.
Olsa harıl harıl yapılmaz mı, “günde bir milyon kişiyi aşılayacak organizasyona sahip olduğumuz” ilan edildiğine göre aşılamanın başladığı günden bu yana nüfusun büyük kısmını aşılamış olacaktık.
Ama rölantide duruyoruz ya da düşük viteste gidiyoruz. Çin ile ilişki bilmece, Biontek’le ilişki bilmece. Belli ki seferberlik niteliğinde gitmiyor aşılama. Belli ki tedarik sorunu var. Belli ki sağlıklı anlaşmalar yapılmamış. Belli ki kişisel itibarla yürütülmek istenmiş aşı temini meselesi. O da tıkanmış bir yerlerde belli ki. Ve Sağlık Bakanı asla yapmayacağı bir açıklamayı yapmış, “iki ay aşı zorluğu var” deyivermiş. Ardından Cumhurbaşkanı “yok öyle bir şey”, açıklaması yapmış ama, o açıklama da Sağlık Bakanının açıklamasının yanında çok inandırıcı görülmemiş.
Aşı bir muamma ise, yani şu kapanma günlerinde yoğun aşılama yapılamıyorsa, şu kapanma günlerinin öncesinde insanlar şehir şehir dolaşmaya başlamışsa, zaten “lebaleb kongreler”le kırmızıya boyanan memleket haritası nasıl maviye dönüşecek?
Herkes daha şimdiden, “yetmez bu üç hafta” demeye başladı bile.
Lebaleb kongreleri nasıl yaptı bu ülkeyi yönetenler? Her gün biraz daha saplanıyor bu soru insanların kalbine. Nasıl, yurdum insanının cenazesine 30 kişiden fazlasının katılması istenmezken, binlerce kişinin katıldığı çok özel cenaze merasimleri yapıldı ve Sağlık Bakanı dahil ülkeyi yönetenler orada saf tuttular? Ne acayip durum ki, şu kapanma günlerinde bile konvoy halinde -hatırlı- cenazelere katılınıyor?
Bu cenaze işinde herkesin en yakını en hatırlı olandır. Onlar acılarını yüreklerine gömerken, siz nasıl böyle -hatırlı- cenaze töreni düzenlersiniz?
İşte bu, yolsuzluk niteliği taşıyan diğer kayırma örnekleri ile birleştiğinde, salgınla mücadeleyi bile zehirleyen, sağlık çalışanlarını o kat kat koruyucu giysiler içinde boğan, -kapat kapat kapat- emirnameleri ile inen kepenkler yüzünden yoksulluğun eve ekmek götürme seviyesine indiği bir ortamda, ele verir talkını kendi yutar salkımı niteliğine bürünüyor. Salgınla mücadele diye bir gündem varsa, o gündemi bizzat yöneticiler perişan ediyor.
Tam da bu sebeple, “bu üç haftanın sonunda ışık var mı?” sorusunun cevabı, ümit verici görülmüyor.
Halktaki yaygın izlenim şu: İktidar ipin ucunu kaçırdı. Böyle küresel bir salgınla mücadele, sağlığın, ekonominin, dış politikanın, halkla ilişkilerin sağlıklı yönetimini gerektiren bir durumdur. Maalesef bütün bu alanlar derin sorunlar barındırıyor. En olumsuzu, güven aşınması, halkla ilişkilerin hala derin iktidar – muhalefet dalaşması niteliğinde sürdürülmesi. Belki halk nezdinde zemin kaybetme telaşı etkiliyor iktidarın psikolojisini. Olan ülkeye, millete oluyor. En hafif ifadeyle bu savrukluk yüzünden yazı da kaybederse bu ülke, çok yazık olur.