Selâhaddin Çakırgil
İran da, Yunanistan gibi, ’Uluslararası İrade’ denilen güce mi teslim...
İran da, Yunanistan gibi, ’Uluslararası İrade’ denilen güce mi teslim oldu?
Önce, Ramazan ve Bayram üzerine bir-kaç cümle:
‘Ramazan imtihanı’ müslüman ferd ve toplumlara neler kazandırıyor ve kazandırdı ve müslümanlar ’Bayram’ı haketti mi?’ konusu üzerinde hepimizin sorumluluk duygusuyla düşünmemiz gerekiyor.
Herşeyden önce, genelde, ‘aç kalmanın, susuz kalmanın, çaresiz kalındığında nasıl yaşanacağına dair uygulamalı bir fizikî ve ruhî idman proğramı, nefsimize bir gece baskını’ olarak algılanan Ramazan bize, materyalist insanın giderek yabancılaştığı ve anlamakta zorlandığı, diğergamlığı, ‘başkası’nı düşünmeyi, kendisini başkaları yerine koymayı, moda deyimle ‘empati’ yapmayı da öğretiyor, ama, biz ne kadar nasibleniyoruz bu eğitimden?
Bir hadis-i nebevî rivayetinde belirtildiği üzere, ’İnsanoğlunun doldurduğu en kötü kab, kendi midesidir..’ mânâsını ne kadar düşündük?
Evet, biz Ramazan’daydık da, Ramazan ne kadar bizdeydi? Ramazan’ı, perhiz etmek, kendimizi frenlemek yerine, rengarenk sofralarda daha bir tıkınmak şekline dönüştürmedik mi? Bizim sosyal kültürümüzde Ramazan, neredeyse bu mânâya gelmeye başlamadı mı?
Ya da, oruç, çok yönlü bir perhiz iken, Ramazan’ı, tam tersine, sadece dostlar arası, dönüşümlü ziyafetlere dönüştürmedik mi? Dostlara da ikramda bulunulabilir elbette, ama, fukara insanlarla kaçımız iftar ettik? Ve, kaçımız, Ramazan’ı, kilo almak yerine kilo vermek için bir fırsata dönüştürdü?
Elbette bununla herkesi töhmet altına almaya gerek yok, ama, genel çerçeve yazık ki böyle…
*
Elbette güzellikler de yaşanıyor. Geçmişte, sadece Ramazan’da ya da Cuma’larda cemaatin yüzde 70 kadarı 55-60 yaşın üzerinde kimseler iken, şimdi, hemen her yerde, cemaatin yüzde 70 ’inin 35-40 yaş altında olması bu güzelliklerin başında gelir. Daha sağlıklı bir toplum kurmakta, bu ihtiyat güçlerinin safların en önünde yer alması mümkündür.
Ramazan’ın bize kazandırdıklarını daha da geliştirmeliyiz.. Ki, onun terbiye ediciliği, sonundaki fitr imtihanı ile de devam ediyor. Ama, onu bile, çoğumuz en alt sınırdan veriyoruz. Halbuki, ilan edilen rakamlar en alt sınırdır, kişinin bir günlük yemek ihtiyacını karşılamak içindir. Ve bugün fitre vermek durumundakilerden büyük bir kesim, günlük beslenmeleri için 8-10’ lirayla yetinmemekteyken ve bu rakam, belki de 40-50 lirayı aşarken.. Genelde, 8-10 liralık en alt sınır fitreyle yetinmeyi nasıl izah etmeli?
’Qıst’, maddî dünya ni’metlerinin insanlar arasında adâletle bölüşülmesi için kullanılan bir terimdir, İslam’da.. Bunu ne kadar gerçekleştirebilmişizdir?
Kendimizi sorguya çekip, bayram yapmayı ne kadar hak ettiğimizi düşünmeli değil miyiz? Bayram, genelde, bir savaştan, bir çetin imtihandan başarıyla çıkanların, sevinçlerini dile getirdikleri, o başarıyı kutladıkları tören-şölen mânâsındadır; Müslüman’in ise, tâbi tutulduğu çetin imtihanı başarıyla vermesi için bahşettiği güçten dolayı Allah’a şükretmesi..
Bir aylık Ramazan’dan sonra.. Bu anlayışlar içinde, Ramazan’daki kazanımları gelecek Ramazan’lara bağlamak ve daha da ileri götürmek temennisiyle tebriklerimi sunuyorum.
*
**
Gelelim, İran- Amerika Uzlaşması’na..
Dünya siyaset sahnesinin en büyük oyunlarından birisi, Yunanistan’da, nice hükûmetlerin yıkılmasına ve köklü partilerin çökmesine yol açan ve durumun düzelmesi adına son 10 yılda AB’den alınan ama, durumu daha da bir bataklığa dönüştüren 350 milyar doları aşkın ağır borç yüküne karşı, AB karşısında dikilip, ’Borçlarımızı asla ödemeyeceğiz, çünkü ödeyemiyoruz, bize, savaş mı açacaksınız? Zâten bir savaştan daha kötü durumdayız..’ diyerek iktidara gelen radikal-sol güçler ittifakı /partisi Syriza lideri Aleksis Çipras’ın da teslim bayrağını çekmesi ve ’batan gemiyi terkeden kaptan durumuna gelemem..’ diyerek boyun eğmesiyle noktalanıp, dünya kamuoyu, 5 Temmuz günü yapılan referandumda Çipras’ın direnmesine yüzde 61’le destek veren halkın, 10 gün geçmeden yüzde 70’ün üstünde, bu teslim oluşa da destek vermesi gibi ilginç gelişmelerle meşgulken.
*
Viyana’da 14 Temmuz günü İran ile, 5+1 ülkeleri arasında, 12 yıldır devam eden müzakereler sonunda varılan anlaşma dünyayı heyecanlandırdı.
USA Başkanı Obama, varılan anlaşmayı, ’Karşılıklı güvene değil, şartların yerine getirilmesine bağlı..’ diye niteledi.. ’Ben başkan ve başkomutan olarak Amerikan halkının güvenlik ve menfaatlerini sağlamakla vazifeliyim..’ demeyi de ihmal etmiyerek ve ’İran nükleer silah üretemiyecek.. Edecek olursa ambargolar tekrar devreye girecek..’ diye kesin garantiler vererek.. Ama, bu anlaşma Amerikan Kongresi’nde Cumhuriyetçiler’ce reddedilecek olursa, Obama‚ öyle bir kararı ’veto’ edeceğini de açıklamış bulunuyor.
Ama, bütün psikolojik silahlar devrede.. İki hafta kadar önce bir bisiklet kazası geçiren Amerikan Dışbakanı John Kerry, bu anlaşmanın yapıldığı toplantıya gelirken, İran bayrağı önünde, koltuk değneğiyle gösteriliyordu, etkin Batı gazetelerinin birçoğunun 1. sahifesinde..
Obama, ikinci dönem başkanlığının sona ermesine iki yıldan az bir zaman kalmışken, tarihte geriye pürüz bırakmamış, problemleri çözmüş bir Başkan olarak yer almayı hedeflemiş gibi..
Nitekim, 60 yıla yakın zamandır komünist Kuba ile diplomatik ilişkileri kesik iken, şimdi iki ülke, elçiliklerini karşılıklı olarak yeniden açmaya karar verdiklerini açıklamış buhunuyorlar.
Ve şimdi de, 36 yıldır diplomatik ilişkileri kesik ve karşılıklı birbirlerini şeytan olarak niteledikleri İran’la anlaşma noktasına gelmiş bulunuyor.
Obama, esasen, birbirlerine şiddetle düşman ve karşıt gibi gözükseler de, Irak’da yıllardır, İran’la birlikte hareket ediyorlar. Kezâ, Suriye’deki korkunç iç-savaşa rağmen, Beşşar Esed’in iktidarda kalmasını tercihde de İran’la aynı noktada, İŞID/ DAİŞ’le birlikte hareket ediyor.. Bu anlaşmayla, İran-Amerikan işbirliğinin bölgede yeni dengeler oluşmasına yol acabileceği de beklenebilir.
*
İran’ın yer altında nükleer tesisler kurduğu iddia olunuyor ve İran makamları bu iddiaları yalanlıyor ve ulemâ nın da ’nükleer silah üretmenin şer’an caiz olmadığı, haram olduğu yönünde hüküm verdikleri’ (!?) ileri sürüyordu, ama, Erak, Natanz ve Fordo’daki nükleer tesisler uzaydan çekilen fotoğraflarla belirlenince.. Yıllarca karşılıklı tehdidler ve İran’a uygulanan ve ağırlığı giderek arttırılan ve halkı da büyük sıkıntılara sürükleyen ambargolar devreye girmişti..
Anlaşmanın İran tarafına gelince..
İnkılab Rehberi olarak en üst konumda bulunan Seyyid Ali Khameneî, daha geçen hafta ’askerî tesislerimizi asla denetlettirmeyeceğiz, teftiş ettirmeyeceğiz ve uzmanlarımızın sorgulanmasına asla izin vermiyeceğiz..’ demişken, şimdi bu anlaşmayı imzalayan müzakere hey’etini tebrik ediyor.. Ama, doğrudan İnqılab Rehberi’ne bağlı Keyhan gazetesi, bu anlaşmaya şüphe ile bakıyor. Anlaşmada yer alan ve ’askeri tesislere yalnızca İran’la diplomatik irtibatı olan ülkelerin temsilcileri girecek..’ şeklindeki şartın geçersiz hale getirileceği açık.. Nitekim, İslam İnkılabı’nın başlangıcında, B. Amerika’yla irtibatlar kopunca, (Güney Kore, Kanada ve hattâ Türkiye gibi) yabancı ülkelerin diplomatlarının meydana gelen boşluğu doldurduklarının belgeleri ele geçirilmişti. Saddam’ın tesislerini denetleyen BM. nükleer uzmanlarından bazılarının İsrail ajanı olduğunun anlaşıldığı unutulmamalıdır. Ama, İran halkının ağır bir ekonomik baskı altında olması da, bu anlaşmanın imzalanmasını gerekli kılıyordu.
Nitekim, anlaşma üzerine, İran halkından büyük kitleler, büyük sevinç gösterileri tertibledi. Düne kadar Amerikancı eğilimli olmakla suçlanan Dışişleri Bakanı M. Cevad Zarif, büyük kitlelerin gözdesi haline geldi.. (İsmet Paşa’nın Lozan’dan dönüşünü hatırlatacak şekilde..)
Bu gibi büyük uzlaşmalarda bütün tarafların da kaybetmesi veya kazanması mümkündür, ama, ân’ı, şimdiki zamanı kurtarmanın öncelikli hale geldiği de ortadadır. Hatırlanmalı ki, İran-Irak Savaşı 8 yıl sonunda bir ’çıkmaz’a saplanıp, devreye Amerika da girmeye hazırlandığının işaretleri, bir İran yolcu uçağının Amerikan donanmasınca vurulup, 307 yolcusuyla İran Körfezi sularına gömülmesi gibi bir tabloyu da ortaya çıkarınca..
’20 sene de sürse, zafere kadar savaşacağız’ diyen İmam Rûhullah Khomeynî, Refsencanî’nin ’Hz. Peygamber (S)’in Hudeybiye andlaşmasındaki gibi bir durum ortadadır..’ görüşüne itibar ederek, BM. Güvenlik Konseyi’nin ünlü 598 sayılı ’ateş-kes’ kararını, ’Hesabımı Allah’la yaptım, İslam’ın ve müslümanların maslahatı için, zehir kadehini başıma diktim..’ diyerek kabul etmiş ve bu kabul, dışarda, ’İran’ın, uluslararası iradeye teslim olduğu..’ şeklinde ifade edilmişti.. Bugün de, İran’ın uluslararası iradeye teslim olduğu yolundaki benzer yorumlar tamamen kenara konulamaz.
Ama, her halukârda, İran da kolay lokma olmadığını göstermiştir ve uluslararası hukuk açısından ne yazık ki, dünyanın en güçlüleri sayılan 5 ülke + Almanya ile, tarihinde olmayan şekilde yıllarca didişerek, bir anlaşma imzalamakla, buhranı zamana yaymak imkanı elde etmiştir denilebilir.
dirilişpostası