Ahmet Taşgetiren
Iskarta sanatçılar...
"Iskarta sanatçılar..."
Peşinen söyleyeyim: Bir: Bu yazının ana temasının bu başlıkla hiçbir ilişkisi yoktur. İki: Aslında bu yazının sanat ve sanatçı ile de ilişkisi yoktur. Peki nasıl girdi bu başlık buraya?
Bakın anlatayım: Milliyet gazetesinde bir haber: "Çiçek: Cebe şeytan sokmak istiyorlar." Habere göre Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, AKP'nin kapatılması ihtimali üzerine yapılan spekülasyonları değerlendiriyor, bunları "Fesat kaynatma" olarak niteliyor, gazeteye göre bu çerçevede şunları söylüyor:
"Iskarta sanatçılar var. 'Birisi ölse de onun hayır için ayırdığı paradan ben alsam' diye düşünenler var." Anladınız mı Sayın Çiçek'in ne demek istediğini? Anlatayım: Deyimin aslı "Iskat-ı salat" yani "Namazı düşürmek." İnsanlar arasında şöyle bir olay cereyan ediyor: Ölen bir insanın namaz borcu varsa, yakınları mirastan, namaz borcuna kefaret (borcu dini bir karşılıkla kapatmak) olarak bir miktar para ayırıyor, bununla, fakir bir kimse ile sembolik bir alma - verme töreni yapılıyor. Sonunda paranın küçük bir kısmı fakire veriliyor, paranın çoğu yine ölenin yakınında kalıyor ve namaz borcu güya düşürülmüş oluyor.
Bu muvazaalı işi yapanlara da, küçük de olsa cenaze evinden rant üretenler anlamına "ıskat-ı salatçılar" deniyor. Başbakan Yardımcısı konuşmasında kapatılma hesabı ile daha şimdiden ıskat-ı salatçıların hazırlığa başlayabileceğine işaret ediyor. İşte bu "ıskat-ı salatçı" ifadesi, bizim muhabirin dilinde "ıskarta sanatçı" olup çıkmış. Neden böyle olmuş? Çünkü kültürel zemin zayıf. Hem İslam kültürüne dair birikim yok, hem halk kültürüne dair...
O zaman da buna benzer şeyler oluveriyor: Tıpkı "Hac kurbana denk geldi" ifadesini kullanan baş yazarlar gibi... Aslında yazmak istediğim şey, sadece muhabirlerin İslam kültürü zaafı değil. Bu bizde, neredeyse tepeden aşağıya kadar böyle... İslam'la mesafeli durma çabası, İslam kültürüne yabancılaşmayı da beraberinde getiriyor. Oysa son bir hafta içinde dünya liderlerinden İslam'a ilişkin öyle jestler sergilendi ki, insan kendi ülkesinin devlet adamları adına hayıflanmaktan kendini alamıyor. İngiltere Kraliçesinin Bursa Yeşil Camiinde başını örtüp huşu içinde Kur'an-ı Kerim dinlemesini herkes gördü...
Sarkozy'nin danışmanı Jaques Attali "İslam Avrupa'nın temelinde yer alan bir dindir. Türkiye'nin AB üyeliği ile Avrupa'ya Müslümanlığın ekleneceğini söyleyenler yanlışlık yapıyor" diyor. Eski Sovyet Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov "Bizim için Müslümanlık Rusya'yı kuran iki dinden biridir" diyor. Lozan tutanaklarını okuduğunuzda orada İngiltere adına Dışişleri Bakanı Lord Curzon'un ısrarla İngiltere'yi "En büyük İslam devleti" diye tanımladığını, Mukaddes Emanetleri Türkiye'den alıp Suudilere vermek için bastırdığını görüyorsunuz.
Eski İngiltere Başbakanı Tony Blair de, Kur'an-ı Kerim'i okuduğunu ve ondan çok istifade ettiğini açıklamıştı. Zaman gazetesinin haberine göre Belçika'da Hristiyan Demokrat eğilimli De Standaard Gazetesi, okuyucularına, İslam konusunda bilgilendirme amacıyla 50 bin Kur'an-ı Kerim dağıtıyor, ve bu sebeple, "okuyucuya ulaşmada en başarılı yollar" isimli uluslar arası medya ödülüne layık görülüyor.
Gorbaçov'un İslam'ı "Rusya'yı kuran iki dinden biri" diye tanımlaması, Lord Curzon'un İngiliz İmparatorluğu'nu "En büyük İslam devleti" diye nitelemesi nasıl bir şey? Bunu "Biz Cumhuriyeti Osmanlı'yı yıkarak kurduk" söylemleriyle gelenler, çocuklarına "Kamutay bugün doğdu ve saltanatı boğdu" şarkılarını öğretenler nasıl anlarlar? Cemil Çiçek'ten dinlemiştim: Rahmetli Özal, Cumhurbaşkanlığı sırasında korumaları atlatarak Cemil Çiçek'le birlikte bir sabah namazında Bursa Emir Sultan Camii'nde hemen imamın arkasında saf tutmuş, namaz sonrası onu gören imam ve cemaatin duyguları gözyaşlarına yansımıştı. Bizim insanımız, Sultanahmet Camii'nde ellerini bağlayıp dua eden Papa'yı bile sevmişti.
Eminim, Kur'an dinleyen İngiltere Kraliçesi de bu jesti ile halkta bir sempati halesi oluşturmuştur. Bizim yüksek kamu yöneticilerimiz cenaze namazından başka bir biçimde camide görülmemek, ya da İslam'la ilgili olumlu tek bir şey söylememek için adeta direniyorlar. Bunu da laiklik zannediyorlar. Böyle bir ortamda gazetecimizin de İslam kültüründen azade yetişmesi ve "ıskat-ı salat"ı, "ıskarta sanatçı" diye anlaması garipsenemez. Hatta "İyi benzetmiş" bile denebilir. Hatırlıyorum, bir zamanlar, bir gazetenin genel yayın yönetmeni "füruat" ı "teferruat" diye anlamış, manşete çıkmış ve onu söyleyen insanı ciddi bir zorlukla karşı karşıya getirmişti. İşte buradan Cemil Çiçek'e sesleniyorum: Lütfen böyle kültür seviyemizin derinliğini ortaya çıkaracak deyimleri kullanırken, açıklamasını yapmayı da ihmal etmeyin!
bugün