İslâm, bir garnitür mü?

İslâm, bir garnitür mü?

Ali Bulaç Bey, geçen gün önemli bir konuya dikkat çekti: Başörtüsü ferdî bir özgürlük müdür, böyle mi ele alınmalıdır, yoksa dinî bir tercih, ekleyecek olursak, İslâmî bir hak ve vazife midir?
Bu soru, hem bugün düşünce ve inanç dünyamızla günlük pratiğimizi ve İslâm'a söz konusu dünyamızda ve pratiğimizde verdiğimiz yeri, hem de İslâm dünyasında son bir buçuk asırdır yaşanan bir süreci ve süregelen tartışmaları anlama bakımından önem taşıyor. İslâm dünyasının asırlarca liderliğini, koruyuculuğunu ve temsilciliğini yapan Osmanlı Devleti'nin, fecî bir mağlûbiyetin tescili olan 1774 Küçük Kaynarca Anlaşması'ndan sonra Batı'ya bakışı değişmeye başladı. O ana kadar Batı'ya tepeden bakan, 17'nci asrın başlangıcına kadar Batı'nın en güçlü imparatorluklarıyla yapılan savaşlarda anlaşmaların başına, "İmparator, sadrazama denktir; Padişah, kendisine 'oğlum' diye hitap eder." maddesini koyduran bir devlet, artık merhale merhale Küçük Kaynarca Anlaşması ve sonrasını tartışır hale gelmişti. Mağlûbiyetlerle ve İslâm dünyasının sömürgeler diyarı haline gelmesiyle süregiden 19'uncu asrın özellikle ikinci yarısından sonra Müslüman aydınlar, mütefekkirler ve âlimler, "zafer sabahlarından bozgun akşamlarına" düşmenin sebeplerini ve yeniden yükselişe geçmenin çarelerini araştırmaya koyuldular. İlk günkü tazeliği ve orijinalliğiyle ayakta duran İslâm, hayatın hayatı olduğu ve bütün bir tarihi onunla yoğrulmuş bulunan İslâm dünyasının dirilişi onun bütün bir hayatta yeniden ihyasıyla mümkün bulunduğu için de haklı olarak ona yöneldiler. Ne var ki, bu aydınlar, mütefekkirler ve âlimler içinde yer alan modernist ve büyük ölçüde neo-Selefî çizgide olanlar, problemi de, onun çözümünü de genellikle içtimaî ve siyasî sahada aradılar. Oysa durum, İslâm dünyasının önemli sarsıntı geçirdiği Moğol istilâları ve Haçlı seferleri dönemindekinden çok farklıydı. Artık Batı'dan fen/bilim ve felsefe kaynaklı, yedeğine teknolojiyi almış inkâr fırtınaları esiyordu ve bu fırtınalar, zihinlerle birlikte kalbleri de teslim alıyordu. Zihinlerin İslâmî düşünce ile, kalblerin İslâm imanı ve marifetullahla, ferdî hayatın İslâmî ibadet ve yaşayışla yoğrulmadığı bir zeminde içtimaî ve siyasî temelde İslâm adına da, İslâm dünyasında başka bir ideoloji veya sistem adına da gerçek anlamda bir diriliş mümkün değildi.

Evet, bu gerçek, İslâm dünyasında gerektiği ölçüde anlaşılamadı. Ayrıca, Müslümanca düşünme, inanma ve yaşamanın ferde yüklediği birtakım sorumluluklar karşısında siyaset çok kolaydı; şöhret, mevki, para gibi dünyevî getirileri de vardı. Dolayısıyla, ne yazık ki İslâm hassasiyetli kitleler de büyük ölçüde kolaya tâbi oldu. Türkiye özelinde 1969 MNP hareketiyle teşebbüs edilen siyasî temelde millî-İslâmî diriliş hareketi, AK Parti ile, AK Parti'nin Ali Bulaç Bey'in zaman zaman eleştirdiği birtakım "söylem"leriyle bir bakıma fiyaskosunu ilan ederken, bir bakıma da özellikle İslâm adına yanlış bir yolla doğru bir hedefe varmanın mümkün olmayacağını ortaya koymuştur. Ama bu açık gerçek çok defa itiraf edilememekte, üstü kapalı itiraflarla da olan İslâm'a olmaktadır. İslâm, pratikteki fiyaskolara göre farklı farklı tarif edilmekte, farklı farklı yorumlanmakta, Türkiye'deki ve "hür dünya"daki mevcut sistem inanç, düşünce ve ferdî hayatta din hürriyetini kabul ettiği halde, din temelinde savunulması gereken hakların bile farklı temellerde savunulmasına sebep olmaktadır.

Daha da kötüsü, İslâm, hayatımızda marjinalleşiyor, garnitürleşiyor; en haklı taleplerin bile İslâm adına gündeme getirilememesi bir yana, İslâm hassasiyetli bilinen kalemler bile öyle şeyler yazıyorlar, İslâm'dan, Peygamber Efendimiz'den (sas) öyle üçüncü bir taraf, hattâ müsteşrik üslubuyla söz ediyorlar ki insan, "nereye gidiyoruz?" demekten kendini alamıyor. Bunun yanı sıra, pek çok Müslüman aydın, Türkiye'nin, İslâm'ın ancak bir garnitür olduğu başka yollarla ve siyaset temelinde özlenen seviyeye gelebileceğini zannediyor. Sanki, onca yıldır tekerrür eden tarihin ders olabilmesi için çok daha çetin bir tekerrür gerekiyor.

zaman

Bu yazı toplam 824 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar