Selâhaddin Çakırgil
İslam Birliği ideali, çürük bir temel üzerinde mi?
Bugünlerde İstanbul’da toplanan ‘İslam İşbirliği Teşkilatı’ (İİT)’nın geride kalan 47 yılı acı ibret sahneleriyle doludur. Bu bakımdan, büyük hayallere kapılmamak gerek..
***
Hemen söyleyelim ki, ‘İslam ülkeleri’ deyimi, bizi tam ifade etmiyor. Çünkü, İslam hiçbir zaman veya mekân dilimine mahsus değildir, cihanşumûldür.
Bunun yerine, müslümanların ekseriyette yaşadığı coğrafyalar için, ‘’Halkı(nın ekseriyeti) müslüman ülkeler’ denilmesi daha doğru gözüküyor. Ve bugün dünyada, halkı müslüman 55 kadar ülke var.
Ama, aralarında 240 milyon nüfuslu Endonezya olduğu gibi, 300 bin nüfuslu olanlar bile bulunuyor. Ya da, 1 milyarı aşkın nüfusunda, müslümanlar 200 milyonu bulmasına rağmen, azlık oluşturduklarından, Hindistan, ‘halkı müslüman ülke’ değil.. Keza, bünyesinde 100 milyondan fazla müslüman taşıyan Çin de..
***
Haziran-1967’de yaşanan ‘6 Gün Savaşı’nda, Kudüs’ün tamamı (yani, Doğu Kudüs ve Mescid-i Aqsâ da) sionist İsrail rejiminin işgaline uğrayınca.. Müslüman halklar deriiin bir sosyo-psikolojik travma yaşadılar.
Aradan 1 yıl kadar sonra, bir yahudi, Mescid-i Aqsâ’yı ateşe verince, bir travma daha yaşandı. İsrail rejimi ise, failin bir ‘ruh hastası’ olduğunu ileri sürdü ve hemen Avustralya’ya gönderdi ve mes’eleyi kapattı.
Amerikan emperyalizmi, müslüman halkların tepkilerini kontrol edebilmek için, hemen, 1969 yazında Fas- Kazablanka’da ‘İslam Konferansı’ adıyla böyle bir toplantı yapılmasını sağladı. Bu, kendi sahasında bir ilk idi. Dünya müslümanları, ‘Müslüman ülkelerin birlik oluşturduğu’nun boş hayaliyle sevindi.
***
O zaman, ‘laik bir Türkiye’nin böyle bir konferansa katılması da uzun süre tartışıldı ve ‘Biz laikiz, alınan kararlara bu çerçevede imza atarız.’ kaydı konuldu. O dönemde Dışişleri Bakanı olan İhsan Sabri Çağlayangil o toplantıda namaz kılarken gözükünce, kimi çevreleri kızdırmış, kimilerini de ‘Secde-i Rahman’da bir Bakan..’ diye heyecanlandırmıştı.
***
Ama, 47 yıllık geçmişinde bu teşkilat, ne yapabildi?
Filistin, Keşmir ve Kıbrıs buhranlarında, Afganistan’ın Rusya tarafından işgali ve bir komünist rejimin kurulmasında; Mindanao müslümanlarının mücadelelerinde, 8 yıl süren İran-Irak Savaşı’nda; 1992-97 yıllarında Bosna Faciası yaşandığında; Karabağ, Çeçenistan, Miyanmar- Arakan, Somali, Kürdistan, Ogaden, Darfur konularında ve keza, Kuveyt’in Saddam tarafından, ve Irak’ın Amerika tarafından işgali, Suriye İçsavaşı, Libya ve Yemen buhranlarında da İslâm Konferansı (veya şimdiki ismiyle) İslam İşbirliği Teşkilatı maalesef yoktu ve hâlen de yok..
Evet, bir başarısızlığı 47 yıl sürdürmek de bir başarı sayılabilirse, öyledir. Ve bu ülkelerin hemen tamamı, İslam hükümleri açısından müslüman toplumları yönetmenin şer’î dayanaklarından mahrum ve büyük çapta dış yabancı güçlerin kuklaları durumundadırlar. Efendilerinden izinsiz ve bağımsız kararları, nasıl alabilirler?
***
100 yıl önce bugünlerde, Osmanlı Devleti, müslümanların elindeki en büyük güç idi ve emperyalist güçlerce bunun bertaraf edilmesi hedeflenmişti ve edildi de...
Dünyayı kendi emellerine göre düzenlemek isteyen o şeytanî güçler, müslümanların bir güç odağı halinde ortaya çıkmalarını istemezlerdi tabiatiyle.. Bugün de istemiyorlar ve bir avuç 50 küsur halkı müslüman ülkenin hemen tamamında, beyinleri, kalbleri ve kasalarıyla emperyalist güç odaklarına bağlı kadrolar hükümfermâ..
Gerçek bir İslamî birlik, müslümanların idealidir, ama, bugünün ve yarının dünya düzeninde etkili olacak şekilde ortaya çıkması için kolay ve ucuz çare ve hayallere bağlanmamayı; daha çok düşünmeyi ve daha çook ağır bedelleri göze almayı gerektirmektedir.
stargazete