Nureddin Şirin
İslami Sivil toplum Örgütleri İslami Direnişin...
İslami Sivil toplum Örgütleri "İslami Direniş"in Defterini Dürmek İçin mi Kuruldu?
İslam dünyasında ve özelde ülkemizde esen birtakım rüzgarlar, belli siyasal hedefleri ve mücadele ilkeleri bulunan İslami camiayı kapsamlı bir sarsıntı ile karşı karşıya bıraktı. Bu sarsıntının enfusi ve afaki örnekliğine, Müslüman camianın önde genle şahsiyetlerinde ve kısaca "STK" olarak tanımlanan sivil toplum örgütlerinin ortaya koydukları yaklaşımlar ve eğilimlerde tanık olmaktayız.
Geçmişinde Seyyid Kutub, İmam Hasan el Benna, Mevdudi, Ali Şeriati gibi önder ve yol gösterici şahsiyetlerin eserleri ile kimlik ve misyon kazanan birçok ağabey ve kardeşimizin, 90"lı yılların ortaları itibariyle özellikle büyük bir değişim daha doğrusu başkalaşım- trendine girdiğini, 28 Şubat sonrası ve AK Parti süreci ile birlikte ise neredeyse tanınamaz hale geldiklerini, artık kendilerinin "İslamcı" olarak adlandırılmalarından bile rahatsızlık duyduklarını, "İslamcı" tanımlaması yerine "demokrat Müslüman" "muhafazakar Müslüman" tanımını tercih ettiklerini görüyoruz.
Bu yaşanan sürecin psiko-sosyal analizine etraflıca girmemekle birlikte birkaç ana başlık altında "nedensellik" boyutuna değinmekte yarar vardır:
1- Düşman ve karşıt güçleri "kafir" "zalim" "müşrik" "tağut" "müstekbir" "zalim" olarak tanımlayan, bunun karşısında "tevhid" "İslam devleti" "cihad" "şehadet" kavramları ekseninde bir kimlik kuşanan Müslümanlar, apoletli güçlerin çaldığı bir "düdük" sonrasında, karakol kapılarında, mahkeme salonlarında ve zindan koğuşlarında sabahlamanın ürküntüsü ve zorlu bir hayatın soğuk yüzünün sevimsizliği bazılarımızı makas kırmakla, hatta gemiyi herkesten önce terk etmekle karşı karşıya bıraktı.
2- Her ne kadar Fizilal"den Tevbe ve Enfal sürelerini okuyup kendimize bir "cihad şuuru" edindiysek de, Mevdudi ve İmam Hasan El Benna"nın cihad risaleleri ile şiarlarımızı zihin dünyamıza kazıdıysak da, bunu pratiğe dökmenin, sonuçta kaçınılmaz bedelini ödemenin ağırlığı dizimizin bağlarını çözüverince, "çalıyı etraftan şöyle bir dolanalım" diyerek yeni kulvarlara kulaç atıp Calut"a karşı çıktığımız yolculuktan önümüze çıkan ilk nehrin şarıldayan sularına bıraktık kendimizi"
3- Edindiğimiz bilgiyi, koyulduğumuz kavgayı, aldığımız kararları "ihlas" "takva" "adalet" ve "hikmet"le yoğuramayınca bilgi sersemliği, kavga fütursuzluğu ve ben bilirim hodbinliği girdabına yuvarlanıp temsil ettiğimiz ve savunduğumuz bir mücadeleyi itici, incitici ve daraltıcı bir hale çevirdik.
4- İslami geleneği "hurafeler yığını" toptancılığı ile küçümseyip öteleyerek, köklerimizden, manevi dinamiklerimizden, makul ve besleyici kaynaklarımızdan uzaklaşıp mekanik, ruhsuz ve her türlü saptırmaya açık fikir, inanç ve teoriler düzlemine, "modernite bataklığı"na saplanıp kaldık.
5- Bizlere sahih bir kimlik yükleyen, cihadı, fedakarlığı ve şehadet aşkını öğreten üstadlarımızı, alimlerimizi okumayı sürdürmeyi, "bir yerlerde takılı kalmak"la tanımlayıp birileri hala Seyyid Kutub ve diğerlerini okuyorsa, ona, "sen daha hala oralarda mısın?" demeyi kendimize marifet sayarak "bilişim" "değişim" uzmanlık" "kariyer" konulu "aydınlatıcı" kitaplara büyük bir merak sardık.
6- Okuduğumuz veya dinlediğimiz kaynakların çağın modern kalıplarına uyumsuzluğunu, eskimişlik ve devri kapanmışlık handikapını aşmak için, entelektüel donanım ve imajı güçlü Think Tank"çı stratejisyenleri, analist ve uzmanları "bilgi" "ufuk" "yöntem" ve "vizyon" mercii olarak görmeye başlayarak, Rand Cooparation"un yüksek değerlendirmeleri ve yönlendirmelerini bir nimet saydık.
7- Cami köşeleri, kitap evleri ve çay ocakları kürsülerini aşıp müştemilatı, aygıtları ve rahat koltukları olan Dernek ve Vakıf"lara çıkınca, tüzük, kuruluş bildirgesi ve yasallık çerçevesine "amenna" diyerek kurulu yapının korunması, nam bulması ve ilgi odağı olması sevdasıyla sonunda "STK"laştık..
STK"laşma süreci yöntem ve işlevsellik noktasında bizlere birtakım avantajlar sağladıysa da, mecbur bıraktığı birtakım akreditasyonlar, koşullanmalar ve angajmanlarla, katlana katlana gelen zafiyetin son halkası olarak, "İslami direniş çizgisi" ile yollarımızı tamamen ayırdık..
Davanın esasları, mücadelenin ilkeleri değil, tüzüklerin ve bildirgelerin koşulları vardı artık. Vaktiyle her ne kadar "sistem"le akidevi bir sorunumuz olduysa da, yumuşak bir geçişle, sistemden projeler almaya, sisteme kadrolar sunmaya, sistemin dağıttığı imkanlardan pay almaya başladık.
Her ne kadar dernek ve vakıflarımızın bazıları sistemin başını ağrıtsa da, kapatma davaları, soruşturmalar, baskınlar, kuşatmalar, "istenmeyen aykırılıklar"a çeki düzen vermeye çalışsa da, namı yüksek STK"larımız, seçkin duruşları ve çizdikleri yol haritalarıyla "direniş defteri"ni dürme görevlerini etkili bir şekilde sürdürmekte, reel politiğin "karşı durulamaz" dayatmalarını "İslam" görünümlü ambalajlarıyla pazarlamakta ve yedirmektedirler.
Bir tohum gibi İslam dünyasına serpiştirilen "Büyük Ortadoğu Projesi"nin meyveleri "ılımlı İslam" (moderate İslam) formunda önümüze çıkıp derin ve yüksek donanımlı efendileri "İslami Direniş"i "extremism" diye tanımlayarak bize "aşırılıktan uzak durun" talimatını vermeye başlayınca, bu buyrukların etki ve sonuçlarının hiç de küçümsenmeyecek oranda olduğunu görmekteyiz.
Başlangıçta İslami hareketlere "sistem içine gelin" "aşırılıktan uzak durun" dersini veren Graham Fuller'ler gitti, onların yerine şık ve yüksek vizyonlu müslüman aydınlar ve kanaat önderleri geldi, Rand Cooperation'un Beyazsaray'a servis ettiği yıllık tesbit ve değerlendirmeleri, İslam dünyasında ve ülkemizde müslümanların ev ödevlerine dönüştürüldü...
Yaşadığımız bu sürecin somut örneklerine değinmek üzere şimdilik burada son veriyorum..
E-mail: [email protected]