Ahmet Taşgetiren
Kalblere bakma mevsimi
Her gün önemli, her an önemli, ama İslam’ın kişilik inşası sisteminde özel zamanlar da var. Hac günleri de böyle.
Ama insan kendi içine yoğunlaşmayla, herhangi bir zamanı da özel hale getirebilir ya da kalbini ihmal ederek Din’in “özel” diye nitelediği zamanları ıskalayabilir. Aslında her şey idrakle ilgili. İdrak edemediğiniz ömür yaşanmış - yaşanmamış fark eder mi? İslam’ın kendisi de insanda idrakle var olur.
“Üç aylar” kameri takvime göre Recep, Şaban, Ramazan’dan oluşuyor. Rasulullah (s.a.v.) dua ediyor: “Ey Allahım, Recep ve Şaban’ı bizim için bereketli kıl, bizi Ramazan’a kavuştur.” Ben bu Peygamber duasını, kalbleri Ramazan hazırlığına sokma amaçlı anlıyorum. Ramazan öyle bir iklim ki, ondan istifade edebilmek için çok önceden kalbi bir hazırlığa ihtiyaç var. İki ay süreyle kalb beslenirse, Ramazan’ın müstesna iklimiyle de “Doyum”a ulaşır. Kalbin doyumu, Kur’an dilince “Allah ile beraberlik idraki ile gerçekleşir.”
Bu yazının “Üç aylar tanıtımı” ile geçmemesi arzusundayım. Bir şeyler söylesin kendime ve okuyucuma. Üç aylar kişiliğimize ne katacaksa ondan izler taşısın.
“Arınma” İslam’ın en önemsediği şey. Özellikle de “kalbin arınması.” Çünkü “kalb insanın taa kendisi” İslam’a göre. Hazreti Peygamber “O iyi olursa insan iyi olur” diyor. Kalb fizik niteliğinden öte bir şey, kişilik merkezi çünkü.
Kalb kirleniyor, hastalanıyor, taşlaşıyor, ölüyor hatta. Adam canlı kalb ölü. Oysa “Diri” olmalı kalb. Aç olmamalı, sancılı olmamalı. Sekinet içinde olmalı. Temizlenmeli.
“Her günah kalbe siyah bir nokta olarak yansır” diyor Hazreti Peygamber. “Ondan kurtulmanın yolu, orasının kirlendiğinin farkına varmak ve onu gidermek için gayret göstermek” diyor mealen.
Ne dersiniz kalbimizin farkında mıyız? Kalblerimize nelerin düştüğünün farkında mıyız? İçinde yaşadığımız zamanın, ortamın arkında mıyız? Bu zaman ve ortamın hayatımıza neler kattığının farkında mıyız?
Eskiden “Dindarlar” denirdi, Müslüman oluşun biraz daha itinalı yaşandığı kategoriye, sonraki zamanlarda siyasetle karmaşık olarak “Muhafazakarlar” diye ayrı bir kategori oluştu. Dindarlıkla muhafazakarlık aynı mıydı, gayrı mıydı, tartışmaya değer. Şimdi “muhafazakarlar”ın siyaseten iktidar olduğu, ekonomik olarak epeyce bir imkana kavuştuğu günler yaşanıyor.
Siyaseten iktidar olmak, sade bir dindardan farklı eylem alanlarında var olmak anlamına geliyor. İktidarın ne kadarını kullanıyor olursanız olun, belli ki farklı bir varoluş durumu söz konusu. Aslında “siyasi” olmasa dahi, “her iktidar türü” insan için farklılaşma imkanı sunuyor. Onun için ister siyasi, ister mali, ister idari alanda olsun, muhafazakar insanın hayat dosyası camisine gidip gelen insanınkinden çok farklı eylemlerle doluyor.
Ne dersiniz, nasıl bir hayat dosyası oluşturuyor iktidar sahibi muhafazakar camia?
Ben, dışardan ciddi bir sorgulama ile karşı karşıya olduğunu düşünüyorum muhafazakâr camianın? Deyim yerinde ise çocuklar babalarını yargılıyor bütün iktidar alanlarında.
Para bulundu, ötekine karşı sorumluluk duygusu gitti. Paranın şımarıklığı geldi.
Siyasi iktidar bulundu, adalet gitti. Tahakküm geldi.
Ahlak gitti. Kibir geldi. Haset geldi.
“Müslümanlığımızın kalitesi” sorgulanıyor dışardan bakanlarca “Bu nasıl Müslümanlık?” diye.
Kalbler ne alemde? Mahşer ortamı hatıra geliyor mu? Ömrün bir gün biteceği ve yapılan her şeyin hesabının verileceği akla geliyor mu? Müslümanlık bilinci tam da bunun üzerine inşa edilmiyor mu?
Asıl kişilik pörsümesi, durup soluklanmanın ve kendine bakmanın kaybedilmesi halinde oluyor. Bütün yanlışların olağanlaştığı, yapılanların içerde bir yerleri sarsmadığı, acıtmadığı bir duyarsızlaşma hali.
Tevbe, bir duyarlılık halidir. Yaradan görünce utanılacak bir işi fark etme hali. Alkol kullanıp sarhoş olanın tevbesi ile, para ile, güç ile sarhoş olanın tevbesi ayrı fark edişler gerektiriyor.
Ne dersiniz, güçlerimizin bizi ana limandan ne kadar uzaklaştırdığını fark edebilecek miyiz? Büyük maddi güç, siyasi güç, idari güç elde ettiğimizde kalblerimizde nelerin olup bittiğinin farkında mıyız?
Mahşer ortamında kaç kişi ile hesaplaşacağımız bizi dertlendiriyor mu?
Üç aylar… Kalbimizi avucumuzun içine alıp insanlar arasında utanmadan dolaşabileceğimiz bir kişilik doyumuna ulaşma mevsimi olsun. Bilelim ki her yaptığımız görülmekte, işitilmekte ve yazılmaktadır. Üç aylar bizi kendimize getiren bir dirilik mevsimi olsun.