Abdullah Dai
Kalpleri İşgalden Kurtarmak
Abdullah Dâî
Kendisinden başka hakk İlâh olamayan, yegâne hüküm sahibi ve hiç kimseyi hükmüne ortak etmeyen Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ şöyle buyurur:
"Asla, hayır, onların kazandıkları, kalbleri üzerinde pas tutmuştur." 1
Kazançlarından dolayı kalbleri kirlenen, paslanan bu kişiler kimlerdir? Ne yaptılar da kalbleri paslandı ve kirlendi?..
Rabbimiz Allah, onların kimler olduklarını ve neler işlediklerini şöyle beyan buyuruyor:
"Noksan ölçüp tartanların vah hâline.
Ki onlar, insanlardan ölçerek aldıklarında noksansız alırlar.
Kendileri onlara ölçtüklerinde veya tarttıklarında eksiltirler.
Yoksa onlar, diriltileceklerini sanmıyorlar mı?
Büyük bir günde.
İnsanların, âlemlerin Rabbi için kalkacağı günde.
Hayır, fâcir olanların kitabı, şübhesiz 'Siccîn'dedir.
Siccîn'in ne olduğunu sana öğreten nedir?
Yazılı bir Kitab'dır.
O gün, yalanlayanların vay hâline.
Ki onlar, din gününü yalanlıyorlar.
Oysa onu, sınır tanımaz, saldırgan, günahkâr olandan başkası yalanlamaz.
Ona ayetlerimiz okunduğu zaman: ' Geçmişlerin masallarıdır ' dedi."2
İşte kalbleri kirlenmiş ve pas tutmuş insanların vasıfları bunlardır… Bu vasıfların sahibleri, yani gerek inanç, gerekse amel yönüyle bozulan ve bozan kişilerdir… Bulundukları toplumda maddî ve manevî fücûr işleyen bu fâcirlerin yaptıkları yanlarına kâr kalmıyor ve mutlak adâlet sahibi Âlemlerin Rabbi Allah tarafından cezalandırılacaklardır…
Şöyle buyurur Allah Azze ve Celle:
"Hayır, gerçekten onlar, Rabblerinden perdelenerek - yoksun tutulmuşlardır.
Sonra onlar, kuşkusuz cehenneme yollanacaklardır.
Sonra onlara: ' İşte sizin yalanladığınız (şey) budur ' denir." 3
İçinde bulundukları toplumu ifsâd eden bu kalbleri pas tutmuş günahkârlar, toplumsal felâketin sebeblerini oluşturmakta ve engellenmedikleri vakit, korkunç felâkete sürüklenmek ân meselesi olur…
Şeyhu'l-İslâm Ebu's-Suûd Efendi (rh.a.), bu ayetleri tefsir ederken şu önemli tesbitte bulunuyor:
"Bu kelâm, onların ölçüde ve tartıda işledikleri hilenin ne denli korkunç bir günah olduğunu bildirmekte ve onların bu cürretinden teaccüb ettirmektedir. Zira kıyamet günü ve onun hadiselerinin büyüklük ve korkunçluğu, bütün tarif ve ifâdelerin fevkindendir. O gün onlar, zerre miktarı ve hardal tanesi kadar olan amellerinden bile hasab vereceklerdir. Bu itibarla şübhe ve vehme yakın zayıf bir zan ile de olsa, onun gerçekleşeceğini sanan kimse, bu gibi çirkinliklere cesaret edemez. O hâlde buna kesin olarak inanan kimse, nasıl cesaret edebilir!?" 4
Kıyamete kadar bütün insanlara gönderilen en son Nebî ve en son Rasul, Rasulullah Muhammed (s.a.s.), toplumsal felâkete sebeb olacak olaylardan dolayı merhamet olunmuş ümmetini uyarmakta ve onlara nasihat etmektedir!..
Abdullah b. Ömer (r. anhuma) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.), bize yönelerek şöyle buyurdu:
"Ey Muhacirler cemaatı, beş şey vardır ki onlarla mübtelâ olacağınız zaman (hiçbir hayır kalmaz). Ben, sizlerin o şeyler (dönemin)e erişmenizden Allah'a sığınırım.
(O şeyler şunlardır: )
Bir milletin içinde zinâ - fuhuş ortaya çıkıp nihayet o millet, bu suçu aleni olarak işlediğinde tâun hastalığı ve onlardan önce gelip geçmiş milletlerde vukû bulmamış hastalıklar yayılır.
Ölçü ve tartıyı noksan yapan her millet, mutlaka kıtlık, geçim sıkıntısı ve başlarındaki hükümdarın zulmü ile cezalandırılırlar.
Mallarının zekatını vermekten imtinâ eden (çekinen) her millet, mutlaka yağmurdan men'edilir (kuraklık cezasıyla cezalandırılır) ve hayvanlar olmazsa, onlara yağmur yağdırılmaz.
Allah'ın ahdini ve Rasulünün ahdini bozan bir milletin başına mutlaka Allah, kendilerinden olmayan düşmanı musallat eder ve düşman, o milletinin elindekinin bazısını alır.
Ve imamları (devlet adamları) Allah'ın Kitabı ile amel etmeyip, Allah'ın indirdiği hükümlerden işlerine geleni seçtikçe (diğer hükümleri uygulamadıkça) Allah, onların azabını kendi aralarında kılar (iç fitne, fesâd, terör ve anarşi gibi azablarla azablandırır)." 15
Toplumsal felâkete vesile olan adaletsizliğin önlenmesi için, kullarına gerekeni beyan buyuran Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
"Ölçtüğünüz zaman ölçüyü tam tutun ve dosdoğru bir tartıyla tartın. Bu, daha hayırlıdır ve sonuç bakımından daha güzeldir." 6
"Sakın mizanda haksızlık ve taşkınlık yapmayın.
Tartıyı adâletle tutup doğrultun ve tartıyı noksan tutmayın." 7
"Ölçüyü ve tartıyı doğru olarak yapın. Hiç bir nefse, gücünün kaldırabileceği dışında bir şey yüklemeyiz."8
Rabbimiz Allah Teâlâ, her şeyi bir ölçü ile yarattığını beyan buyurur:
"Göklerin ve yerin mülkü O'nundur, çocuk edinmemiştir. O'na mülkünde ortak yoktur. Her şeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiştir." 9
"Allah, her şey için bir ölçü kılmıştır."10
İnsanlar, yeryüzünde varlıkların tabiatını bozmadan, adâletli davranıp huzurlu yaşamak istiyorlarsa, hem İlâhî ölçü ile yaratılmışları, hem de kendi aralarındaki alış-verişleri emrolundukları gibi dosdoğru davranarak, her şeyi olması gerekli olanın yerine koyup dengeyi sağlamalı ve bozguncu olmamalıdırlar… Başta kendilerinden başlayarak sosyal dengeyi bozmadan, yaratılış gayeleri olan şirk koşmadan kendilerini, kendisini ibadet etsinler diye yaratan Allah Azze ve Celle'ye itaat etmeli ve kendilerine emanet edilen, onlara hizmet etmek için yaratılan şeyleri israf etmeden, ayrıca cimrilik de yapmadan gereği ne ise öylece kullanmalıdır… Ölçüyü aşmadan hareket ederek âdil olanlar, yeryüzünde mutlu ve huzurlu yaşamayı elde ederler…
"Şübhesiz Allah adâleti, ihsânı, yakınlara vermeyi emreder." 11 diye buyuran yegâne İlâhımız Allah, adâletle davrananları sevdiğini beyan buyurur:
"Âdil davranın. Şübhesiz Allah, âdil olanları sever." 12
Her işte, her zaman ve her mekânda emrolunan ölçüde âdil olmak, katıksız iman eden mü'min müslüman kulların olmazsa olmaz vazifesidir… Hangi çağda ve hangi şartlarda olursa olsun, imkânlar nisbetinde adâleti ayakta tutmak kınayıcıların kınanmasından çekinmeden üzerine düşen kulluk görevlerini yerine getirmek muvahhid şahsiyetlerin özelliklerinden… Bu özelliklerinden dolayı, yöneticilerinin "Allah'ın indirdikleriyle hükmeden" "Daru'l-İslâm"da olsun, yöneticilerinin şirk ve küfür hükümleriyle hükmettiği "Daru'l-Harb"de olsun, muvvahid mü'minler imanlarının gereği olan adâletli davranmayı ertelemez ve ötelemezler…
Son yüzyıldan bu yana toprakları çağdaş zalim tağutlar tarafından işgal edilen ve esaret altında bulunan mustaz'af mü'min müslümanlar, esaret zilletinin gereği bir çok kötülüklere ve haramlara zorlanmakta, hayata egemen olan şirk yasaları ve kültürünün etkisinde kalarak günaha alıştırılmaktadırlar… Allah'ın koyduğu ölçü aşılmakta, sınırlar çiğnenmekte, masiyetler artmaktadır… Bu sebeblerden dolayı haramlar işlenmekte, günahların içine dalınmaktadır… İslâm toprakları, tağutî güçler tarafından işgal edildiğinden bu yana, bu beldelerde yaşayan insanların kalbleri ve beyinleri de tağutî eğitim ile tuğyan kültürü tarafından işgal edilmiş, yapılan isyanlardan, işlenen günahlardan dolayı pas tutar olmuştur…
Ebu Hüreyre (r.a.)'ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Mü'min, günah işlediği zaman kalbinde siyah bir iz olur. Sonra o kişi tevbe edip (nefsini o günahtan) çekip çıkarır ve (Allah'dan) mağfiret dilerse, kalbi (o iz pasından) cilâlanıp temizlenir. Eğer mü'min, günahı fazlalaştırırsa kalbindeki siyah iz (ve leke) fazlalaşır. (Netice bütün kalbi işgal eder.)
İşte Allah'ın Kitabı'nda:
"Asla, hayır, onların kazandıkları, kalbleri üzerinde pas tutmuştur." (Mutaffifin, 83/14) ayetinde buyurduğu 'rân' budur." 13
Hadisin Şerhinde şunlar kaydedilmiştir:
"Mü'min, bir günah işlediği zaman bunun etkisiyle kalbinde manevî siyah bir leke oluşur.
Tuhfe yazarı o lekeyi, ayna ve kılıç üstünde oluşan kir lekesine benzetir.
El-Karî de, beyaz kağıda damlatılan siyah mürekkep dalgasına benzetir. Kalbde oluşan siyah is ve lekenin kapladığı yer, işlenen günahın büyüklük ve ağırlık derecesine göredir. Sonra mü'min kul, işlediği günahtan tevbe ve dönüş yapıp günahı kesinlikle terk eder ve Allah'dan mağfiret ve bağışlanmasını dilerse, kalbi cilâlanır. Yani, kalbinin aynası arınıp temizlenir. Çünkü tevbe ve istiğfar gerçek olduğu zaman kalbin cilâsıdır. Şayet kul, günah işlemeye devam ederse, o leke gelişir, büyür ve nihayet kalbi tamamen kaplar, nûrunu söndürür ve basireti körletir.
Tuhfe yazarı, bundan sonra 'Rân' ve 'Reyn' kelimelerinin asıl mânâsı bir şeyi örten, kaplayan örtüdür. Bu örtü, cilâlı, bir maddenin üstündeki pas gibidir, der ve Teybî'den naklen şu bilgiyi verir:
Rân ve Reyn, aynı mânâyı ifâde eden iki kelimedir. Bu ayet, kâfirler hakkındadır. Ancak mü'min kişi, günah işlemek sûretiyle kalbinin kararması ve günah işlemeye devam etmesi yüzünden kalbinin kararmasının fazlalaşması bakımından kâfirlere benzer.
İbnu'l-Melik demiştir ki:
Bu ayet, kâfirler hakkındadır. Fakat Rasul-i Ekrem (s.a.s.), mü'minleri korkutmak için bunu okumuş ki, mü'minler günahları çoğaltmaktan sakınsınlar ve kâfirlerin kalbleri karardığı gibi, onların kalbleri de kararmasın. Bunun içindir ki: Günahlar, küfrün postasıdır, demişler." 14
"Müfessirlerde böyle demişlerdir. Bu, kalb kararıncaya kadar günah üstüne günah işlemektir.
Mücahid (rh.a.) dedi ki:
- Bu, bir günah işleyip günahın kalbini çepeçevre kuşattığı, sonra tekrar bir günah daha işleyip bu günahın da kalbini çepeçevre kuşattığı ve nihayet günahlar kalbini tamamen örtüp perdelediği kimselerdir.
Bu buyruk, Bakara Suresin'de yer alan:
"Hayır, kim bir kötülük işler ve günahı kendisini çepeçevre kuşatırsa." 15 ayeti gibidir.
Buna yakın bir açıklamayı yapan el-Ferrâ şöyle der:
- Yüce Allah, böylelerinin çokça masiyet ve günah işlediklerini ve bunun kalblerini çepeçevre kuşattığını anlatmaktadır. İşte kalblerin üzerinin perdelenmesi, örtülmesi budur.
Yine, Mücahid (rh.a.)'in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
- Kalb, bir mağaraya benzer.
Mücahid, elini kaldırdı:
- Kul, bir günah işledi mi kalb büzülür, dedi ve bir parmağını kapattı.
- Bir günah işledi mi yine içeri doğru çekilir, dedi ve diğer parmağını kapattı.
Sonunda bütün parmaklarını kapattı:
- Ve nihayet artık onun kalbine mühür basılır. Onlar (bizden önceki âlimler), işte reyn (kalbin örtülmesi) bu olduğu görüşünde idiler.
(Mucahid,) daha sonra:
"Asla, hayır, onların kazandıkları, kalbleri üzerinde pas tutmuştur." buyruğunu okudu.
Bunun bir benzeri aynı şekilde Huzeyfe (r.a.)'dan da rivayet edilmiştir.
Bekr b. Abdullah dedi ki:
- Kul, günah işledi mi kalbinde iğne batmış gibi bir iz olur. Sonra ikinci bir defa daha günah işledi mi aynı şey olur. Nihayet günahlar çoğaldı mı bu sefer kalb bir elek yahud bir kalbur gibi olur. Hayır diye bir şeyin farkına varma ve o kalbde salâh diye bir şey sebat bulunmaz!" 16
Ayet-i kerimede geçen ve "Kalblerini paslandırmıştır" şeklinde terceme edilen "Rân" kelimesi için şu açıklamalarda yapılmıştır:
Abdullah b. Abbas (r. anhuma):
- Kalbleri mühürlenmiştir, demiştir.
İmam Hasan el-Basrî ve Katâde ise:
- Günahlar üst üste gelerek, kalbi körletir ve onu öldürür, demişlerdir. 17
Çağdaş müstekbir tağutlar tarafından işgal edilen İslâm topraklarında esaret ve zillet hayatına devam eden müslüman kitleler, el birliği yapıp kendilerini günahlardan korumaya çalışmalı, kalblerini ve beyinlerini işgalden kurtarmaları gerekir ki, bedenleri esaretten kurtulmuş olsun…
Huzeyfe b. el-Yemân (r. anhuma)'nın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Fitneler, kalblere (tıpkı) hasır çubukları gibi dal dal arzolunur. Artık onlar, hangi kalbe işlerlerse, o kalbde siyah bir leke hasıl olur. Hangi kalb onları kabul etmezse, o kalbde de beyaz bir leke meydana gelir. Böylece iki kalbe yerleşirler. (Bu kalblerden) biri cilâlı taş gibi bembeyazdır ve göklerle yer durdukça ona hiçbir fitne zarar vermez. Ötekine gelince: O, alaca siyahtır, tepesi aşağı duran destî gibidir. Ne bir ma'ruf tanır, ne de bir münkeri inkâr eder. Yalnız içine işleyen hevâ ve hevesini bilir."18
"Fitnelerin kalbe yerleşmesi, hasıra benzetilmiştir. Buradaki, 'arz olunur' tabirinden murad, fitnenin kalbe hasır gibi döşenmesi, yani yerleşmesidir. Hasır üzerinde yatan bir kimseye, hasır nasıl yapışırda vücûdunda iz bırakırsa, fitnede aynı şekilde kalbe yerleşir ve orada iz bırakır.
'Dal dal arzolunmak 'dan maksad, bazılarına göre fitnenin tekerrürüdür. 'Hasır gibi ' tabiri de, hasır dokur gibi demektir. Yani, hasır dokuyan kimse, hasır çubuklarını nasıl birer birer örerse fitneler de peyder pey zuhur edecektir.
Hadiste, fitnenin tesirine kapılmayan kalbler mücellâ taşa, fitneyi kabul edenler de, tepesi aşağı çevrilmiş destîye benzetilmiştir. Yani, hayır kabul etmeyen bir kalb, içinde su kalmayan ters çevrilmiş destîye benzer."19
Muvvahhid mü'minler, en zor şartlarda bile Allah'a itaate devam ederken, kendilerini ve çoluk -çocuklarını yakacağı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden korumalıdırlar… Yani, kendilerini cehennemlik edecek inanışlardan, fikirlerden, sözlerden ve amellerden uzak tutmalıdırlar… Birlik ve beraberlik içinde imkânlarının elverdiği ölçüde Allah'ın ipi olan Kur'ân'ı Kerim'e ve onun hayata uygulanışı olan Rasulullah (s.a.s.)'in Sünneti'ne sımsıkı sarılmalı, dağılmamalı, parçalanmamalıdırlar… Bu birlik içinde birbirlerini denetlemeli, hakkı ve sabrı tavsiye ederken, iyiliğin emri ve kötülüğün nehyini gündemde tutmalıdırlar…
Enes (r.a.) rivayet eder.
Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurur:
"Şübhesiz Kalbler, tıpkı demir gibi paslanır. Onların cilâsı istiğfârdır." 20
Ağaar el-Muzenî (r.a.)'dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Gerçek şu ki, bazan kalbim perdelenir (gaflet çöker). Amma ben, Allah'a günde yüz defa istiğfâr ederim." 21
Bütün cahilî düşünce, ideoloji, düzen, hâl ve hareketlerden kaynaklanan her günahtan tevbe ve istiğfâr edilmeli…
İslâm'ın mahkum, şirk ve küfrün hakim kılındığı işgal altındaki İslâm topraklarında kalbler ve beyinlerin de tağutî ideolojiler tarafından işgal edildiği malumdur… Mü'min müslümanlar, işgalden kurtuluş mücadelesini bütün imkânlarını kullanarak gündeme getirdikleri bu günlerde, hem topraklarını, hem kalblerini ve beyinlerini, hem de bedenlerini işgalci tağutî güçlerin egemenliğinden kurtarıp hürriyete kavuşturmalıdırlar… Kurtuluşu, hem maddî, hem de manevî cephesiyle gerçekleştirmelidirler…
İbn Abbas (r. anhuma) anlatıyor:
Bir gece namaza kalktığı zaman Rasulullah (s.a.s.)'in şöyle duâ ettiğini işittim:
"Allahım, Senin yanından, onunla kalbimi hidayet edeceğin, işlerimi toplayacağın, dağınıklığımı düzene koyacağın, iç âlemimi ıslâh edeceğin, dış âlemimi yükselteceğin, amelimi tezkiye edeceğin, rüştümü bana ilhâm edeceğin, ülfetimi çevireceğin ve beni her kötülükten koruyacağın bir rahmet istiyorum Senden." 22
Bütün varlığımızla yegâne Rabbimiz Allah Teâlâ'ya yönelip kendisine kalî duâda bulunup yalnız O'ndan isterken, fiilî duâmızı asla unutmamalıyız!.. Rabbimiz Allah'dan isterken, bize düşen görevimizi emrolunduğu gibi dosdoğru olmak üzere yerine getirmemiz ânın vâcibi olduğunu devamlı hatırda tutmalıyız…
Önce ferd ferd kalblerin ve beyinlerin işgalden kurtulması, böylece bedenlerin esaretten hürriyete kavuşması gerçekleştirilmeli, sonra ifsâd edilen toplumun ıslâhı ve inkılâbı için gayret etmeliyiz…
Kurtuluşun fecr-i sadıkına direnenler, gün yüzünü görmeyi hak ederler!
Dipnot
1) Mutaffifin, 83/14.
2) Mutaffifin, 83/1-13.
3) Mutaffifin, 83/15-17.
4) Şeyhulislâm Ebusssuûd Efendi, Ebussuûd Tefsiri, çev. Ali Akın, İst. 2007, C. 12, Sh. 5755.
5) Sünen-i İbn Mace, Kitabu'l-Fiten, B. 22, Hds. 4019.
Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek Ale's-Sahihayn, çev. M. Beşir Eryarsoy, İst. 2013, C. 11, Sh. 232-233, Hds. 8667.
İmam Hafız el-Munzirî, Hadislerle İslâm Terğib ve Terhib, çev. A. Muhtar Büyükçınar, Vdğ. İst. T.y. C. 2, Sh. 207-208, Hds. 20. C. 4, Sh. 57, Hds. 3. Bezzâr ve Beyhakî'den.
6) İsra, 17/35.
7) Rahman, 55/8-9.
8) En'âm, 6/152.
9) Furkan, 25/2.
10) Talak, 65/3.
11) Nahl, 16/90.
12) Hucurat, 49/9.
13) Sünen-i İbn Mace, Kitabü'z-Zühd, B. 29, Hds. 4244.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu Tefsiru'l-Kur'ân, B. 74, Hds. 3552.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, çev. Hüseyin Yıldız, Vdğ. İst. 2014, C. 16, Sh. 672, Hds. 24372.
Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek, C. 5, Sh. 671, Hds. 3963.
İmam Nesâî, es-Sünenü'l-Kübrâ, çev. Hüseyin Yıldız, İst. 2011, C. 9, Sh. 240, Hds. 10179.
İmam Nesâî, Hadisle Işığında Günlük Hayat - Amelu'l-Yevmi ve'l-Leyle, çev. Mehmet Yolcu, İst. 1999, C. 1, Sh. 430, Hds. 418.
Nûreddin el-Heysemî, Sahih-i İbn Hibbân Zevâidi, çev. Hasan Yıldız, İst. 2012, C. 2, Sh. 244, Hds. 1771. Sh. 600, Hds. 2448.
14) Haydar Hatipoğlu, Sünen-i İbn Mace Tercemesi ve Şerhi, İst. 1983, C. 10, Sh. 521.
15) Bakara, 2/81.
16) İmam Kurtubî, el-Câmiu Li Ahkâmi'l-Kur'ân, çev. M. Beşir Eryarsoy, İst. 2013, C. 18, Sh. 480.
17) Ebu Cafer Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Taberî Tefsiri, çev. Hasan Karakaya - Kerim Aytekin, İst. 1996, C. 9, Sh. 38.
İmam Hafız İbn Kesir, İbn Kesir Tefsiri, çev. M. Beşir Eryarsoy, İst. 2012, C. 12, Sh. 45.
18) Sahih-i Müslim, Kitabu'l-İman, B. 65, Hds. 231.
19) Ahmed Davudoğlu, Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi, İst. T.y. C. 2, Sh. 20.
20) Taberânî, Mu'cemu's-Sağir Tercüme ve Şerhi, çev. İsmail. Mutlu, İst. 1996, C. 1, Sh. 484, Hds. 359.
21) Sahih-i Müslim Kitabu'z-Zikr, B. 12, Hds. 41.
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Vitr, B. 26, Hds. 1515.
İmam Nesâî, Hadisle Işığında Günlük Hayat, C. 1, Sh. 445-446, Hds. 442.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 16, Sh. 671, Hds. 24371.
İmam Nesâî, es-Sünenü'l-Kübrâ, C. 9, Sh. 250-251, Hds. 10203-10204.
22) Sünen-i Tirmizî, Kitabu'd-Daavât, B. 29, Hds. 3641.
vuslatdergisi