Abdurrahman Dilipak
Kasap köfte
Bugün “beslenme” üzerine yazacağım. Kasap köfte serbest bırakılmış, niye yasakladılar, niye serbest bıraktılar bilmiyorum, ama ben kasap köfte yemeyeceğim. Şarap da, bira da, cola da, gazoz da serbest. Hem de üzerinde “Türk gıda kodeksine uygun” olduğu yazılı. Umurumda değil. Peygamberimiz “hanif” yaşadı. Tek tip yedi. Tamam bize “haram” değil ama, aynı öğünde iki hayvansal gıdayı yemek çok da sağlıklı değil. Bizim geleneğimizde yemek iki öğündür. Ara öğün işlenmiş gıda değil, mevsim sebzesi, meyvesi, süt, hurma, neyse o. Mesela tatlı ve meyve yemekten önce yenir. Rafine şeker yok. Rafine tuz da yok. Tatlı dedimse, bal, pekmez gibi şeyler. Hayvansal gıdalardaki hormon, enzim, vitamin ve mineraller o organik forum içinde negatif anlamda gıda etkileşimine sebeb olabilir. Aslında gıda/gıda etkileşimi, gıda ilaç etkileşimi, ilaç ilaç etkileşimi, doz aşımı, endüstriyel gıdalardaki koruyucu kimyasal gıda katkı maddelerinin bunlar üzerindeki etkisi, çevre etkisi gibi faktörler ne yazık ki es geçiliyor. Kırmızı şişedeki ilaçlar alındıktan sonra yüksek ışık ve ultravioleden sakınmak gerek, ama denize giriyor, güzellik salonunda solar cihazına giriyor. İntihar ediyor aslında. Kimin umurunda!? Bu abur-cuburlar, sağlıksız beslenme ve alışkanlıklarımız sonucu biyokimyamız bozuluyor. Alerjik hastalıkların bir çığ gibi büyümesi boşuna değil. Ekmek, su, hava, toprak bozuldu, zehirlendi. Yediğimiz ekmek ekmek değil. Buğdaydan kaçın. Mısır, pirinç, soya hepsi elimizden çıkıyor. Buğdayda bir karakılçık bir Siyez kaldı gibi. Ama bir kıpırdanma da yok değil. Paketlenmiş, özellikle uzun ömürlü hale getirilmiş hiçbir şey yemeyin. Kutu ayran da olsa, süt de olsa UHT ise içmeyin. Bizim geleneğimizde Peygamberimiz bir gün oruç tutar, bir gün yerdi. Biz buna savmu Davud diyoruz. Siz her selam verdiğinize çay-kahve ısmarlamaya devam edin! Zorunlu olmadıkça, bazı gıdalar hariç 7 gün aynı şeyi yemeyin. Vücud artık onu üretmekten vazgeçer. Fazlasını atamazsa stoklamaya başlar. İçtiğimiz sular genelde sağlıklı değil, ama zaten fazla su da içmiyoruz.Yediğimiz ceviz, fındık, fıstık çekirdeği kavurup bir de tuzluyoruz. Uçucu yağlar uçuyor, vitaminleri öldürüyoruz. Onları ilahi ambalajında muhafaza edip, yerken kabuğundan çıkarmamız gerekirdi oysa. Simiti, pideyi, üzerindeki o susam ve çörekotunu fırınladıktan sonra yiyoruz. Yani faydasız hale getirmeden yemiyoruz. Hele o kandil simidi yok mu? Hamuru hamur değil, mayası maya değil. O abur-cuburları, fastfood’ları saymıyorum bile. Madensuyu içiyoruz da bakıyor musunuz mineralleri, anyonları-katyonları neler? Demire mi ihtiyacınız var, kalsiyuma mı, magnezyuma mı ihtiyacınız var? İçindeki zararlı maddelerin oranı ne? Marka mı, lezzeti nasıl herkes ona bakıyor. Mesela aromatize madensuyu da içmeyelim. O kutulanmış meyve sularını da geçin. Tarımda kimyasal, imalatda kimyasal, temizlikte kimyasal, içimiz dışımız kimyasal oldu. Plastik ambalajlar, koruyucular, tadlandırıcılar, renklendiriciler. O yetmiyor zaten, hemen herkes ne bulursa yüzüne gözüne sürüyor. Şu yaşlı-genç fark etmiyor, elinde bir telefon, kulaklarında bir kulaklık, ne yaptıklarının farkında mı bu insanlar. 40’ından sonra görürüm o gençleri, duymama, kulak çınlaması ve kulak kaşıntısı ile doktorlara taşındıklarında. Allah (cc) kulağı kepçe gibi yaratmış, kulak içi helezon şeklinde, içinde tüyler var ve jelimsi bir madde ile kaplı kulak duvarı. Siz kulağınıza bir tüp sokuyorsunuz, kulak zarını bombardumana tabi tutuyorsunuz. O kulaklıkların içine o jelimsi madde de sızıyor. Onun içinde mikrop ürüyor ve siz onu kulak zarına fırlatıyorsunuz o ses dalgaları ile. Zaten kulağınızın içinde elektromanyetik bir alan da oluşturuyorsunuz. Elektronik detay sesler beyninizi yoruyor. Subliminal mesajlara açık bir hale geliyorsunuz öte yandan. Hani dinledikleri müzik de müzik olsa. Zaten o gençler bu kafa ile giderlerse birkaç yıl sonra sadece bateri ve tiz sesleri duyar hale gelirler. Klasik musikideki birçok sesi duy(a)mazlar O elbiseler, Piersingler, Tattolar.. Tatminsiz, huzursuz, stresli, agresif hem biyolojik hem de psikolojik açıdan kırılgan, her türlü hastalığa açık bir nesil geliyor. İlaç, aşı, yediklerimiz içtiklerimizle zaten kadın-erkek doğurganlık ve çocuk yapma kapasitemiz çok hızlı bir şekilde düş(ürül)üyor. Sahi bizim gıda mühendisliğinde, Veteriner Ziraat mekteplerinde ne okutuluyor bizim çocuklara. Tıb, Eczacılık hangisini sayalım ki. Gıda mühendisliğinde mesela kenevir üzerine bir çalışma olmuş mudur bugüne kadar. Bu konu “Tabu” tabii. Peki bitkisel droglar konusunda ne gibi çalışmalar var. Tıbbi Sülüğün %80 i bizde, peki bu konuda kaç bilimsel makale yayınladık. Sülük havzaları koruma altında mı? Hormonla, küspeyle beslenen, hasta olmasın diye antibiyotik yüklenmiş, fazla süt versin diye hormon verilen, geni ile oynanmış sığırların etinden sütünden ne hayır beklenir. Kooperatif şeklinde küçük işletmeler kurmamız gerek sanırım. Ahi Evran, evrensel barış ve kardeşlik için sufi gelenekten beslenen bir esnaf hareketi idi. Bizim tarikat vakıfları neden bu tür taleplerde bulunmaz ya da örnek çiftlikler oluşturmazlar. Efkar bastı değil mi? Şimdi bir sigara yakın! (Tevbe estağfurullah, sakın ha!) Bu “Tarikat-ı Duhaniye” (!) var ya, üzülünce sigara içiyor, sevinince de, ne yapacağını bilmeyince de! Ey Nebi! Hani demiştin ya, “Faydasız ilimden Allah’a sığınırım”. Ümmetin ne kadar faydasız, malayani işler peşinde.. Dünya hayatını, ilimi oyun ve eğlence edindiler. Bize anlayış ve bize Hak’kı Hak, batılı batıl göster ve Hakta toplanmayı nasib et. Selâm ve dua ile. Yeniakit