Kasetçiler kim?.. Cemaat mi, Cemaat’i kullananlar mı?

 

Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın önceki gün yaptığı “yazılı açıklama”yı biliyorsunuz.
Özetle demişlerdi ki;
“Seçim sath-ı mailine girdiğimiz bu günlerde, camianın, hayatın her alanında olduğu gibi siyasette de her türlü gayr-i ahlaki ve gayr-i meşru yönteme karşı olduğu aşikârdır.
Önceki seçimler arefesinde denenmiş olan özel hayatın mahremiyetini ihlal edici ahlâk dışı metod ve girişimlerin, tekrar denenebileceğine dair endişe verici işaretler görülmektedir...
Haklı, meşru ve demokratik taleplere gölge düşürmeye matuf olmak üzere, gerginlikten istifade etmek isteyecek bu yöndeki her türlü art niyetli girişim, herkes tarafından şiddetle reddedilmeli ve lânetlenmelidir.”
Ben de “çok önemli” bulduğum bu açıklama üzerine demiştim ki; “Bu bir tehdit midir, gözdağı mıdır, işaret fişeği mi?.. Yoksa olabilecekleri haber verip, şimdiden uyarı mı yapıyorlar?”

KİMİN KASETİ... KASETÇİ KİM?

Açıklamayı okurken, “Cemaat’in gözde yazarlarından Önder Aytaç”ın yazısı geldi hatırıma... Önder Aytaç, 12 Eylül 2013 tarihli, “Kasetçiler kim?.. Camia mı, Camia’ya oyun kuranlar mı?” başlıklı yazısında; ortada henüz “kaset” mevzuları yokken, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı da henüz “açıklama” yapmamışken; bu mevzuya girmiş ve “kasetleri çıkan bazı kişiler”den örnekler vermişti:
l Hatırlayanınız vardır muhakkak; eski DGM savcısı Sn. Nuh Mete Yüksel, görevde bulunduğu süreçte Sn. Fethullah Gülen’e bir dava açtı. Sn. Gülen’in açılan bu davadan beraat etmesinin hemen arkasından, onun hakkında Sn. Yüksel yeni bir dava daha açtı. Bu savcı neredeyse mesaisinin tamamını Sn. Gülen’e dava açmakla geçirdi ki daha sonrasında linkini aşağıda verdiğimiz şekliyle, Nuh Mete Yüksel’in kendisi ile ilgili bir kaset ortaya çıktı. (...)
l Hatırlayacaksınız; 17 Haziran 1999’da “düğmeci” anlatımıyla özdeşleşen bir iftira kampanyası başlatıldı. Adeta bir düğmeye basılmışçasına malum bir gazete ve meşum bir televizyon kanalı ve bazı dergiler, Sn. Fethullah Gülen ile ilgili türlü iftiralar ortaya attı. Hiçbir dayanağı ve mesnedi olmadan yapılan bu karalamacı yayınlar, Sn. Gülen’in sağlığının bozulmasına ve yıllarca yurtdışında kalmasına sebep oldu. ‘Düğmeye kimin bastığı’ sonradan kendi itirafıyla ortaya çıkmasına rağmen, Ali Kırca “Düğmeye ben bastım” dedi. (...)
Ve hemen sonrasında da Ali Kırca’nın kendisine ait olan bir kaseti ortaya çıkıverdi. (...)
l “Fatih Altaylı’nın TEKETEK programına çıkan Cübbeli Ahmet Hoca’nın, Nur Cemaati ve Risale Nurlarla ilgili sorulan bir soruya verdiği cevapta, (...) “diyalogcular” diyerek belli çevrelere net bir şekilde dokundurması / ilişmesi söz konusu oldu. Daha sonra Cübbeli’nin (...) bazı kasetleri ortaya çıktı. (...)
l 12 Eylül 2010 Referandumu öncesi tavrını açıktan ifade eden Sn. Fethullah Gülen, “İmkân olsa mezardakileri bile kaldırarak referandumda ‘Evet’ oyu kullandırmak lazım. Ben zannediyorum kalkarlar da” dedi.
Bu açıklamaya en büyük tepki ise Sn. Devlet BAHÇELİ’den geldi.
Sn. Gülen’in açıklamasında MHP’ye karşı hiçbir eleştiri yok iken, cevabın Sn. Bahçeli’den gelmesi, çoğu milliyetçi-muhafazakâr olan pek çok insanı şaşırttı. Bu olaylardan kısa bir süre sonra da MHP’li yöneticilerin kasetleri internete düşmeye başladı.
Sn. Devlet BAHÇELİ’nin MHP’ye atadığı 16 Genel Başkan Yardımcısının neredeyse 10 tanesinin kaseti ortaya çıktı ve bu kişiler 2011 seçimlerinde aday olamayarak, siyaset sahnesine veda ettiler.”

KASETÇİNİN AMACI

Önder Aytaç bu örnekleri verdikten sonra, “Taraf gazetesindeki bir haber”den yola çıkarak, AK Parti’ye “çamur” atıp, demiş ki;
“10 Eylül 2013 tarihli Taraf gazetesinde yayınlanan bir haberde, AK Parti’nin atadığı 378 adet bürokratın uygunsuz görüntülerini kaydeden bir çetenin ortaya çıkarıldığından söz edilmektedir.
O zaman bu son ele geçen kasetler bağlamında; AK Parti’nin Cemaat’e saldırmasının en önemli nedenlerinden birisi de acaba sürekli birileri tarafından ortaya dökülen bu kasetler olabilir mi?
Kanımızca o zaman;
Ya yukarıdaki kişiler ve kurumlar Sn. Gülen ve Camia’ya karşı cephe aldıkları için bu kasetler ortaya dökülüyor, ya da bu görüntüleri Cemaat’e yakın olan insanlar çekip internete veriyorlar…
Ya da yukarıda söz edilen kişilerin kasetleri birileri tarafından çekilip, şantaj yapılarak o kişilere Sn. Gülen ve cemaat düşmanlığı yaptırtılıyor ve daha sonra da bu kasetleri internete verilerek, ‘senin kasetlerini cemaat internete verdi’ denilerek bir taşla iki kuş birden vuruluyor. Ne dersiniz?”
“Kaset”leri çekenler her “kim” olursa olsun, ya da “hedef”leri ne olursa olsun, ortada “birileri” var ve amaçları da; kişileri “terbiye” etmek, ya da “cezalandırmak!”
Bu haberleri veren ve yazanların amacı da herhalde “cemaate dokunma” demek.
“Zina kasetleri”ni çekiyorlar, “servis” ediyorlar ve insanları “etkisiz” hale getiriyorlar.
Her zaman söylerim, yine söyleyeyim: “Kritik bir görev” icra eden ya da “misyon” yüklenen insanlar, kesinlikle “uçkur”larına hakim olmalıdırlar... Şahsen ben, “kasete çekenler”den ziyade, “zina yapanları” suçlarım... Öyle ya; sen “zina” yapmazsan, bir “kasete çeken” de olmaz!..
Biraz önce dediğim gibi;
“Kasetçiler”in amacı, Önder Aytaç’ın dediği gibi; “bir taşla iki kuş birden vurmak” olabilir... Hem kişileri “itibarsız” hâle getirip, “insan içine çıkamaz” duruma düşürüyorlar, hem de “pasifize” ediyorlar... Hem, birileri “intikamlarını almış” gibi gösteriliyor, hem de “kişiler, gruplar ve partiler” birbirlerine düşürülmüş oluyor.

İSMAİL NACAR’LA SOHBET

Ama ben bunun; “daha derin ve daha büyük sebepleri” olduğunu düşünüyorum.
Öyle ya;
Nuh Mete Yüksel’in, Ali Kırca’nın, Cübbeli Ahmet Hoca’nın, “MHP yöneticileri”nin ya da Deniz Baykal’ın kasetlerini servis edince, “etkisizleştirilen” bu isimler mi oluyor, yoksa “temsil ettikleri görev ve yetki”ler mi?..
Ben, bu sorulara cevap ararken, dün öğleye doğru Araştırmacı Yazar İsmail Nacar aradı... Bugüne kadar; kendisiyle hiç “yüz yüze” gelmediğimiz gibi, “telefonla” bile konuşmamıştık... Geçmişte, kendisini “suçlayıcı” bazı yazılar bile yazmıştım...
Dün onları hatırlattı.
Dedi ki;
“Geçmişte bana çok yüklendin ama sana hakkımı helâl ediyorum.”
Sonra sohbete başladık... Sanırım, yarım saati geçen bir konuşmamız oldu...
Konu, elbette “Dershane”lerdi, “Okul”lardı, “Hocaefendi” ve “Cemaat” idi...
Graham Fuller’den söz etti, Amerika’daki Neocon’lardan söz etti, İsrail’den söz etti, Güniz Sokak’tan ve Boğaz’daki Büyük Holding’ten söz etti...
Tam; “Tüm bunların birbirleriyle ne ilgisi var?” diye soracaktım ki; “CHP’de dizayn” dedi, “Kılıçdaroğlu ABD’ye niye gitti” dedi, “MHP’ye çeki-düzen” dedi, “hesap” dedi, “kitap” dedi ve sonunda dedi ki;
“Allah’ın da bir hesabı var!”

DERSHANE, GEZİ’NİN DEVAMI MI?

Benim, tüm bu olup-bitenlerden ve İsmail Nacar’ın “tahmin ve tahlil”lerinden anladığım şu ki; Türkiye’de “AK Parti ve Tayyip Erdoğan’a karşı bir alternatif arayışı” var... Bunu “Gezi Zekâlılar”ın provokatif eylemleri ile başaramayanlar, şimdi “Cemaat ve Dershaneler” üzerinden yükleniyorlar Hükümet’e...
“Cemaat tabanı”nın ya da “üst düzey Cemaat yöneticileri”nin bu “plân”dan haberleri var mıdır, “kavga”yı “şuurlu” mu başlatmışlardır, yoksa “farkına varmadan” mı dahil olmuşlardır onu bilemem ama, mesele dün “ağaç” değildi, bugün de “dershane” değil!..
“Kavga”nın temelinde;
“Cemaat’in gözde yazarlarından Emre Uslu”nun da dediği gibi; “dershane” değil, “Gülen hareketi içindeki hoşnutsuzluklar” vardır...
Nedir o hoşnutsuzluklar?..
“İsrail ile olan sorunlu ilişkiler!”
Emre Uslu’ya göre, Cemaat diyor ki;
“Türkiye İsrail’le çatışma içinde olmamalı!.. Çünkü, İsrail ile çatışma Türkiye’yi Batı’dan uzaklaştırır ve ülkeyi İran, Rusya ve Ortadoğu’ya yakınlaştırır!”
Şimdi anladınız mı;
Meselenin “dershane” olmadığını!..
Anladınız mı;
Meselenin “Hükümet-Cemaat kavgası” değil, “Hükümet-İsrail çatışması” olduğunu!..

BU, BİR İSRAİL PLÂNI!

Bir “Cemaat kuruluşu” olan Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı, önceki gün yaptığı açıklamada diyor ki;
“Hizmet Hareketi’nin Erdoğan’sız AK Parti... Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı’na seçilmesini önleme... Parti kurup siyasete girme!.. Yurtdışı güçlerle AK Parti’ye komplo kurma... Gibi siyasi projeler içinde olduğuna dair üretilen komplo teorileri mesnetsizdir, temelsizdir, apaçık iftira ve bühtandır.”
Bu “savunma” doğru olabilir.
İyi de, bu “savunma”yı, Emre Uslu’nun yazısının neresine koyacağız?..
Doğrudur, “Cemaat” bu tür “siyasi projeler” içinde olmayabilir ama İsrail’in, ABD’nin ve “Türkiye’deki yerli işbirlikçileri”nin böyle bir plânı, projesi, girişimi var.. Bunun için de; dün “Gezi Terörü”ne destek verdiler, bugün ise “Dershane”leri kullanıyorlar!..
Açık ve net;
“İsrail, ABD, Boğaz’ın Baronları ve Güniz Sokak ile onların işbirlikçileri Tayyip Erdoğan’sız bir AK Parti istemektedir... Peki bu ahval ve şerait içinde, Cemaat’in, İsrail ile çatışma içinde olunmasından duyduğu rahatsızlığı nasıl değerlendirecek, nasıl yorumlayacağız?..
Kılıçdaroğlu’nun ABD’de Cemaat mensubu işadamlarıyla görüşmesini!.. Cemaat’in, Topbaş’a değil, Sarıgül’e destek vereceği iddialarını nereye koyacağız?..”

KASETLER ÇIKTI, ÇIKACAK!

Lâfı uzatmanın mânâsı yok...
Türkiye üzerinde bir “ameliyat” yapılmak, bir “operasyon” yürütülmek isteniyor... Anlaşılan o ki, bu operasyonda, “öne çıkan kişileri safdışı edecek kasetler” de kullanılacak.
Ortada “fol yok, yumurta yok”ken Taraf’ta yayınlanan haberden, Önder Aytaç’ın yazısından ve vakfın açıklamasından benim anladığım bu!..
Bakalım “kimler” düğmeye basacak ve “kimlerin kasetleri”ni, ne zaman sürecek piyasaya?..
Kavga büyük!.. Hesap büyük!..

********************************************

Söyleyin Hidayet Bey... Yalancı kim, müfteri kim?

Samanyolu Yayın Grubu Başkanı Hidayet Karaca’yı severim, takdir ederim, bir “kardeş” olarak görürüm... Onun için de, kendisine; onun bana dediği gibi; “Yalancı... Müfteri” demeyeceğim. “Arafat’ta farklı dua” yazım üzerine yaptığı ve Samanyolu Haber’de saat başı yayınlanan “Karakaya’ya yalanlama” açıklaması konusunda Hidayet Karaca’ya “bazı sorular” soracağım:

“Ekranda döndürdüğünüz görüntüler orijinal mi, yoksa montaj mı?.. Orijinal görüntülerde Ahmet Kurucan hoca yok, sonradan mı monte ettiniz?.. 15 Ekim 2013’te STV’de canlı olarak yayınladığınız görüntüler Diyanet kameramanı tarafından çekilmişken, görüntülerde Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez niye yok?.. Onun duası niye yok?.. Görüntüler Diyanet kameramanı tarafından çekilmişken, görüntünün üzerine Ahmet Kurucan hocanın dua eden sesini siz mi monte ettiniz?.. Çadırdaki insanlar Diyanet personeli mi, sizin arkadaşlarınız mı?.. Görüntü Diyanet çadırından çekiliyor ama ses Ahmet Kurucan’dan!.. Bu bir kaset değilse, Mehmet Görmez nerede?!?”

Şimdilik bu kadar soruyorum... Bana, “yalancı” demeden önce, 15 Ekim 2013’teki “STV haberi”ni yeniden izleyin, ondan sonra konuşalım!..

yeniakit

 

Bu yazı toplam 1033 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar