Selâhaddin Çakırgil
Kavmiyetçiliğin zehirli pençesinde-2
Dünkü yazıda A. Öcalan’a nispet edilen ‘İmralı Notları’ndan bahisle, konunun devamını bugüne bırakılmıştı.
Şu noktaya dikkat etmeliyiz: Osmanlı’nın en güçlü yanlarından birisi, çeşitli ırk, kavim ve dinlerden onmilyonları asırlarca, birbirine düşman etmeden yönetebilmiş olmasıdır ve bu da, İslam’ın ‘insanlar arasında taqvâ ve fazîletten başka bir üstünlük ölçüsü’ kabul etmeyişinden geliyordu. Ama bu yüksek ölçü ve idrak terk edilince, bünyede kan zehirlenmeleri kaçınılmaz olarak ortaya çıkacaktı.
Unutulmasın ki, 1930’larda, ‘Bu ülkede, türk olmayanların tek bir hakları vardır, o da türklere hizmet etmektir’ sözü en yüksek perdeden telaffuz ediliyordu. Onlarca farklı grupları bünyesinde taşıyan bir sosyal bünye için bundan daha zehirli bir söz olabilir miydi?
Keza, ‘Türkiye türklerindir’ lafı, yüksek tirajlı gazetelerin ‘logo’sundan verilir ve onmilyonlarca çocuk, her gün, okula girişte, ırkçı ve bir kişiyi putlaştırıcı bir and içmeye zorlanırken ve de milyonlarca insanın anadilleriyle konuşmalarından dolayı bile cezalandırıldığı, işkencelere mâruz kaldığı bir faşist uygulama olurken, başka ne beklenmeliydi?
***
PKK bu zulüm uygulamalarına en radikal, en acımasız tepkileri veren ve dış güç odaklarının da ilgisine mazhar olan bir örgüt olarak ortaya çıktı. Uluslararası güç odaklarınca da daha bir kolay desteklenmesinde, PKK’nın marksist olmasının etkisi büyüktü.
1999 başında B. Amerika tarafından Kenya’dan alınıp Türkiye’ye, -idâm edilmemesi şartıyla- teslim edilişine kadar uzanan süreci, dönemin başbakanı B. Ecevit, ‘Amerika’nın Öcalan’ı kendilerine niçin verdiğini bir türlü anlayamadığını’ diye anlatmıştı.
***
Öcalan, İmralı adasındaki cezaevinde ilk 9 yıl, sadece generallerin elindeydi ve MİT Musteşarı bile, onunla görüşemiyordu. Ve dışarıya da kendisine dikte olunan açıklamaları yansıtılıyordu. Hatırlayalım, AK Parti iktidarının ilk yıllarında, ‘Cumhuriyet’in artık Atatürk Cumhuriyeti olmaktan çıktığı’ gibi lafları bile ediyordu.. Ve sonra, yetkiler MİT’e devredildi, bu kez de ortaya, dikte edilene göre konuşan, pragmatist yeni bir Öcalan ortaya çıktı.
Artık, HDP”lilerle bütün görüşmeleri, hep ‘devlet temsilcisi’nin huzurunda yapılıyor.
Ama, Temmuz-2015’te PKK’nın ‘ateş-kes’e son verdiğini açıklamasından sonra bu görüşmeler kesildi.
Bu hususa kitabın sunuşunda da değiniliyor ve ‘Erdoğan’ın, Öcalan’ın barış çabalarına gerekli karşılık vermediği ve Kürdistan’ın bütün stratejik noktalarına kalekol, askerî amaçlı yol ve barajlar yapıldığı; ve sonra da topyekûn bir savaş başlattığı’ dile getiriliyor.
***
Öcalan görüşmelerde, HDP’lilere, ‘’Barzanî’nin ipinin, Amerika ve İsrail’in elinde olduğunu, kürtlerin Barzanî’nin emrine giremeyeceğini’ söylemeyi de ihmal etmiyor. Suriye kürtlerine de, haklarını kim verirse onunla çalışmalarını söylüyor.
HDP ve Kandil’e, hemen bütün eylemleri için talimât veriyor; ‘Devletin temsilcisi’nin gözetiminde!!!
Kendisini çok önemsediği de açık.. Ben olmasam, sizinle dialog olmazdı, canlı bile kalamazdınız’ diyor. ‘Başkanlık Meselesi düşünülebilir’ diyor.
Çocukluğunda, ‘İlk zamanlarda namaz kıldığı’ndan bahisle, (...) köy imamının kendisine, ‘Sen böyle gidersen, uçarsın..’ dediğini de, kendisindeki cevheri onun fark ettiğini söylüyor. ‘AKP’yi on yıldır ayakta tutan benim’ diyor.
Pervin Buldan, ‘Kadınlara mesajınız var mı?’ diyor.
O da buyuruyor: ‘Kadınsız yaşanmaz, kadınla da yaşanmaz’ ve daha ağır ifadeler..
Kadınların, ‘hiçbir erkeğe olmayan şekilde, kendisine çok bağlı olduğunu’ da söylüyor. Kendisinin, ‘boşanıp kurtulduğunu, Atatürk’ün de evliliğe ancak bir sene dayanabildiğini’ hatırlatarak.. Bu arada, Öcalan, anasıyla kavgasını da anlatıyor ve ona, ‘Sen beni doğurmakla suç işledin!’ dediğini söylüyor.
***
‘İmralı Notları’, baştan aşağı, birbiriyle çelişkili, tadsız-tuzsuz bir bulamaç..
stargazete