İbrahim Karagül
Kıbrıs'a 20 bin İsrail askeri?
İsrail, haberi yalanladı! "İddialar temelsiz, gerçeklerden uzak. İsrail tarihi boyunca başka bir ülkeye asker göndermedi. Bu haberin neden yapıldığı sorgulanmalı..." Dışişleri Sözcüsü'nün açıklaması böyle.
Peki iddia neydi? Anadolu Ajansı kaynaklı haber, doğruluk payı yüzde otuz olsa bile, Türkiye için şok edicidir:
Kıbrıs Rum Kesimi ile yapılan savunma anlaşması çerçevesinde 20 bin İsrailli asker Ada'ya yerleştirilecek. Benjamin Netanyahu ile Dimitris Hristofyas arasında 16 Şubat'ta yapılan görüşmede, Akdeniz'de keşfedilen doğalgaz kaynaklarının işletilmesi, pazarlara ulaştırılması için yapılacak yatırımın maliyeti İsrail tarafından karşılanacak. Karşılığında bu ülkeye kara ya da deniz üssü verilecek. Askerler, binlerce işçi ve onların aileleri birlikte değerlendirildiğinde binlerce İsrailli Ada'ya yerleşmiş olacak. Limasol adeta bir İsrail kentine dönüşecek.
İsrail Dışişleri Bakanlığı bu haberi yalanladı. Biz yalanlamayı esas alıyoruz. Ancak içimizi kemiren bir şüphe var. İki ülke arasında yapılan savunma anlaşmaları, Akdeniz merkezle enerji ortaklıkları düşünüldüğünde, Yunanistan ile birlikte Almanya ve Fransa'nın bu ortaklıktaki payı hesaplandığında "yalanlama" pek de inandırıcı gelmiyor.
Evet, İsrail tarihinde hiçbir ülkeye asker göndermedi. Korsanlık, suikast birlikleri ve örtülü operasyonları bir kenara atarsak hiçbir ülkeyle açıktan üs ya da asker gönderme anlaşması yapmadı. Gerçi Güney Sudan'a yerleştirilen İsrail istihbarat ve askeri uzantıları çok ama bunlar da gizli.
Öncelikle İsrail'in ne kadar tarihi var ki, "geçmişte göndermedik" ifadesi kullanılıyor. Sonra, Arap Baharı dalgasıyla Türkiye'den sonra Mısır'ı da kaybedip bütün komşularıyla ilişkisi neredeyse sıfırlanan Tel Aviv yönetiminin, Güney sudan, Azerbaycan, Gürcistan, Balkan ülkeleri ve Rum Kesimi ile son iki yılda gösterdiği yakınlaşma dikkat çekici. İsrail yönetiminin, Arap ülkeleri dışında yeni açılımlara giriştiğini, belki de tarihinin en geniş arayışı içine sürüklendiğini söylemek lazım. Böyle olunca da, Akdeniz merkezli ortaklıkların Türkiye açısında dramatik sonuçlar doğuracağını öngörebilmek gerekiyor.
Aslında konuyu aylardır bu köşede tartışıyoruz. Nedense Türkiye'nin ilgisini bu alana çekemedik.
Evet, Suriye meselesi Türkiye için acil bir durum ve gerçekten de "iç mesele" niteliğinde. Ancak, daha Suriye meselesi başlamadan Türkiye-İsrail ilişkilerinin gerilmesi yepyeni bir gerçeği gün yüzüne çıkarmıştı. Türkiye'nin Suriye, Irak ve bölge ülkeleriyle hızlı yakınlaşması, adeta "ulus üstü" ortaklıkların temellerini atması, aynı dönemde İsrail'le ilişkileri neredeyse koparması bölgesel güç haritasında derin bir sarsıntıya yol açtı.
Bunun karşılığında İsrail tam anlamıyla "Türkiye'yi çevreleme"ye yönelik bir girişim başlattı.
Yunanistan'la, Bulgaristan'la, Macaristan ev Romanya ile askeri ortaklık anlaşmaları imzaladı. Bu ülkelerin hava sahasında uçuş, eğitim hakkı kazandı. Askeri teknoloji ortaklıklarına girişti. Bu ülkeleri "Türk tehlikesi"ne karşı uyardı. İsrailli yöneticiler gittikleri her başkentte "yeni Osmanlı tehdidi"ni işledi. Türkiye'yi Batı'dan ve Güney'den çevrelemeye çalıştı ve hala çalışıyor.
Aynı şekilde Gürcistan'ı garnizon ülkeye dönüştürdü. Azerbaycan'la derin askeri ortaklıklar ve silah anlaşmaları imzaladı. Türkiye'nin Kuzey Doğu'suna da İsrail yerleşiyordu.
Son olarak Akdeniz'de zengin doğalgaz kaynakları keşfedildi. Büyük bir pasta yakalanmıştı ve Rum Kesimi ile ortaklık enerji paylaşımı üzerine kuruldu. Türkiye'nin Güney'ine de İsrail yerleşiyor, Doğu Akdeniz'de güç kazanıyordu. Özellikle Almanya'dan alınan ve nükleer füze taşıyacak şekilde hazırlanan denizaltılar İsrail'i Araplar için tehdit olmanın ötesine taşıyor, bölgesel jandarmaya dönüştürüyordu. En azından birileri bu hesabı yapıyorlardı.
Bu yeni pozisyon alış, sadece İsrail'in stratejik hesaplarıyla sınırlı değildi sanki. Birileri bu ülkeyi, Soğuk Savaş dönemindeki "ileri karakol" görevinden 21. Yüzyıla dönük "bölgesel jandarma" rolüne yükseltiyordu. Bütün bunlar, sadece bir doğalgaz paylaşımı ve enerji kaynaklarının güvenliği ile sınırlı olamazdı. Kafkaslar'daki İsrail varlığı, sadece İran "tehdidi"yle sınırlı olamazdı. Doğu Avrupa'nın bu ülkeye kucak açmasıyla Balkan ülkelerinin NATO ve Avrupa Birliği'ne alınması ya da ABD'nin aynı ülkelere askeri birlikler yığması arasına bir bağlantı vardı. Yeni Ortadoğu düzeni derken, Yeni Orta Asya projeleri derken, aslında bütün Orta Kuşak Müslüman coğrafyaya yönelik güç haritası çiziliyordu ve İsrail'in yeni pozisyon alışları bu büyük hesapla örtüşüyordu.
Girit açıklarında S-300 füzeleri kullanılarak tatbikatlar yapılıyordu. Türkiye'nin burnunun dibinde, Meis adası açıklarında İsrail gemileri dolaşıyordu. Kuzey Kıbrıs semalarında İsrail uçakları dolaşabiliyordu. Ege adaları, Kıbrıs İsrail füzeleriyle korunacaktı artık.
Bunlar günü birlik gelişmeler değil, politik çatışmalarla sınırlı değil. Bunlar İsrail'in "geleneksel düşmanı" Araplara yönelik de değil. Bütün bunlar Türkiye'nin önünü kapatmayı, çevresine kalın duvarlar örmeyi amaçlıyor. Başarılı olur mu, sanmıyorum. Küresel konjonktürdeki değişime, eğilimlere dikkatle bakılınca başarısızlığa mahkum gibi görünüyor ancak kötülük kötülüktür ve bu süreç Türkiye'yi çokça sıkıntıya sokacaktır. Manzara böyleyken "Rum Kesimi'ne 20 bin İsrail askeri" iddiası yalanlansa ne olur..
Bugünlerde her iddia bu resme oturuyor. Türkiye neden bu kadar sessiz, anlamak mümkün değil.
yenişafak