Hasan Karakaya
Kimi ağaç tepesinde... Kimi lamba taşıyor tepesinde!
Dünkü yazımda, "televizyonlar" arasında dolaştığımı söylemiş ve "gördüklerimi" aktarmıştım...
Bugün de, "gazeteler" arasında dolaşmak ve "yorum"ları "yorumlamak" istiyorum.
Efendim, gazetenin birisi; "olacağı buydu" demiş; "Türk halkının çılgınlık ve öfke katsayısı her geçen gün artıyor... Sonunda olacağı buydu" deyip, örnek olarak "4 olay" nakletmiş...
Bunlardan biri şu:
"Murat Helvacı (33) dün Ankara'da ziyaretçi kartı alarak TBMM'ye girdi... Milletvekili odalarının bulunduğu bölümün önündeki söğüt ağacına çıkıp "İki çocuğum var ve işsizim. Bakkala bile borcumu ödeyemiyorum. AK Parti Milletvekili Hakan Şükür bana kâğıt toplama arabası aldı ama para kazanamıyorum. 700 liraya ihtiyacım var" diye bağırdı... Polisler Murat Helvacı'yı aşağı inmeye ikna edemedi. Bu sırada oradan geçen CHP Milletvekili Ensar Öğüt, 700 TL verince Murat Helvacı ağaçtan indi."
Gazetelerin, "işsizlik ağaca çıkardı" başlığıyla verdiği olayın kahramanı; "6 defa hırsızlık... Uyuşturucu bulundurmak ve kullanmak... Kasten adam yaralama" suçlarından "sabıkalı" biriymiş, iyi mi?..
Ensar Öğüt; "olsun" demiş; "Başımın gözümün sadakası olsun!"
Yalnız, telefonlar yağmaya başlamış kendisine; "Madem para dağıtıyorsun, biz de gelelim Meclis'in çatısına çıkalım, kaç para verirsin?"
"Söğüte çıkana 700 lira" verdiğine göre, "kavağa" çıkana, herhalde "binyediyüz" verir!.. Böylece "işsizlik" de azalır!..
Gazeteye göre; Türkiye'de "öfke ve çılgınlık katsayısı"nın arttığını gösteren bir diğer olay da şuymuş:
73 yaşında ölen Osman Dağar'ın Bodrum Yalıkavak'taki Yemiş Camisi'nde cenaze namazı kılınmış... İmam, cemaate; "Merhumu nasıl bilirdiniz?" diye sormuş... Herkes "iyi bilirdik" derken, ön saflarda bulunan Dağar'ın komşusu Tahir Bice, elini kaldırıp, bağırmış;
"Ben merhumu iyi bilmem!..
Hakkımı helâl etmiyorum!..
600 tavuk ve ördeğimi zehirleyerek öldürdü!"
Bu tepki, gazeteye göre; Türk halkının "çılgınlık" ve "öfkesi"nin dışa vurumuymuş!..
O halde soralım;
28 Şubat'ın mimarlarından Güven Erkaya öldüğünde, bu gazete; "Hakkımızı helâl etmiyoruz" diye başlık attığında bize "tepki" gösterenler kimlerdi?..
O zamanlar, "Türk halkının öfkesi"ni asıl yansıtan bizdik ama bize dediler ki; "Ölünün arkasından konuşulmaz!"
Bugün ise, "lokal bir olay" meydana geliyor ve bu "halkın öfke göstergesi" olarak kakalanıyor!..
Demek oluyor ki;
O günlerde "askerin kucağında" hayat sürenler çok çok rahattılar ve "öfke" nedir bilmiyorlardı!..
Belki de "zevk" alıyorlardı!..
UZUN KOL DA MI SAPIKLIK?
Sözü madem ki "öfke"den açtık, devam edelim öyleyse... Efendim, MEB'in yayınladığı "Kılık-Kıyafet Yönetmeliği"ne en çok "öfke" duyan, "CHP'liler"miş!..
Bildiri yayınlayıp, demişler ki; "İlkokul çağındaki bir kız çocuğunun kısa kollu kıyafet giymesine yasak getiren bir anlayış sadece sapıklıkla açıklanır... O yaştaki çocukları, bu tartışmanın odağına oturtmak da tam bir cinayettir!"
Bu CHP'lilere sormak gerekmez mi;
"Kısa kollu kıyafet"e yasak getirmek "sapıklık" oluyorsa, yıllarca "tek tip önlük"lerde "uzun kol" dayatmasında bulunmak, "ultra sapıklık" olmuyor mu?..
Ya da, fark nerede?..
Öyle ya;
"İlkokul çağındaki" kız çocukları, yıllar yılı "uzun kollu önlükler" giydiler... Yani, kolları hiç açık değildi!.. Şimdi getirilen uygulama da aynısı... Kollar "açık" değil, "kapalı" olacak!..
Yani, değişen bir şey yok!..
Söyleyin hele;
"Uzun kollu önlük" giydiren "sapık" kimdir?.. Bu çocukların kollarından "cinsel haz" alınacağını, dolayısıyla "tamamen kapatılması" gerektiğini genelgeleştiren "sapık oğlu sapık" kimdir?..
Tartışmayı; "kısa kollu kıyafet" üzerinden değil de, "kıyafet serbestliğinin eşitliğe aykırı olduğu" üzerinden yapıp; "başörtüsü de bir kıyafettir ve o da serbest olmalıdır" deselerdi, işte o zaman ben de onlara katılırdım.
Ama şimdi;
"Kısa kollu kıyafet"e yasak getirilmesine "sapıkça" bakan bir anlayışla asla bir arada olamam!..
BU MAYA TUTMAZ!
Sözü "öfke"den açtık, "sapıklık" noktasına geldik... O halde, buradan devam edelim...
Efendim;
Maya inanışına göre efsane gezegen Marduk, 3 hafta sonra dünyaya çarpacak ve taş üstünde taş kalmayacakmış... Kıyametin kopacağı 21 Aralık'ta, sadece iki yer güvenli imiş; İzmir Şirince ve Fransa'daki Bugarach köyü... Yerli ve yabancı binlerce kişinin akın ettiği Şirince'nin nüfusu 60 bini bulmuş... Oda fiyatları şimdiden 1000 TL'ye çıkmış... Belediye gıda ve su stoğu yapıyormuş... Jandarma ise ek tedbirler alıyormuş...
İşte bu, tam sapıklık...
"Maya" diye diye, "efsane"leri saya saya bitiremediler... Ha "bu yıl", ha "gelecek yıl" derken, aradan yıllar geçti, yeni doğan çocuklar "tay tay"a durdu, tabiî bu arada bazı "tarikat" mensupları da kafa kafaya verdi ve topluca "intihar" ettiler!..
Ulan salaklar, ulan sapkınlar;
"Kıyamet" kopar da, hiç "sadece iki köy" ayakta kalır mı?..
Hiç şüpheniz olmasın ki;
"21 Aralık'ta kıyametin kopacağını" iddia eden sapıklar, "22 Aralık" günü şu açıklamayı yapacaklardır;
"Yanlış hesaplamışız!"
Bu nasıl "hesaplama" ise;
Hep "yanlış" hesaplıyorlar!..
Nostradamus'un kehanetleri tutsaydı, 2000 yılında "dünya yok olacak"tı!..
"Rusya'daki papaz"ın dediği çıksaydı, 21 Mayıs 2011'de, tanrı(!) yeryüzüne inecekti!..
Bugün "panik"leyenlere, 21 Aralık geldiğinde yine "nanik" yaparlarsa hiç şaşmayın!..
Çünkü, bu iş:
"İyi bir rant kapısı"dır!..
Bu işlerde, iyi "ekmek" var!..
ÜMİT'İN TEPE LÂMBASI!
En iyisi mi, siz bırakın "Maya"yı filan da, trafikte can veren "yaya"lara bir bakın, onların "kıyamet"ini görün...
Malum; merhum Nasreddin Hoca'ya sormuşlar; "Hocam, kıyamet ne zaman kopacak?"
Bu "gereksiz" soruya, "ironik" bir cevap vermiş hoca;
"İki türlü kıyamet vardır cancağızım... Biri küçük kıyamet, öteki de büyük kıyamet!.. Karım öldüğü zaman küçük kıyamet, ben öldüğüm zaman da büyük kıyamet kopacak!"
"Maya"larla ilgilendiğimiz kadar, "yaya"larla ilgilenseydik, en azından "küçük kıyamet"leri engellerdik!..
Efendim, gazete haberlerine göre;
İstanbul'da binlerce kişi, sırf "emniyet şeridi"nden gidebilmek için, Ruslar'ın "Migalka" adını verdikleri "tepe lâmbaları"ndan almışlar!..
Emniyet, "şerit işgali" yapan bu "uyanıkspor"lara karşı mücadele başlatmış ve "tepe lâmbalı sahtekârlar"a ceza yağdırmış... Çünkü onlar, "kaza"lara ve dolayısıyla "ölüm"lere yol açıyorlarmış...
Polisler de, "tepe avı" başlatmış!..
Öyle ya; trafikte, hiç kimse "ayrıcalıklı" değil... O yoldan bir tek "polis, ambulans ve itfaiye" geçer!..
Ama, siz siz olun;
Yanınızdan "tepe lambalı bir araç" geçerse, "içindeki"ne bir bakın!..
Olur ya;
Ümit Kocasakal olabilir!..
Malûm; televizyonlardan sabah-akşam "hukuk" dersi veren İstanbul Barosu Başkanı Doç.Dr. Ümit Kocasakal da, Boğaz Köprüsü'ndeki bir "çevirme" esnasında "tepe lâmbası" ile yakalanmıştı, iyi mi?!?..
Şu hâle bakın;
İki lâfında bir "eşitlik"ten dem vuran, "kimseye imtiyaz tanınamayacağı"ndan bahseden bir adam, "tepe lambası"nı takıp, "Emniyet Şeridi"nden geçiyor!..
Bu bir "uyanıklık" mı,
Yoksa "sahtekârlık" mı?..
"Hukukçu"ların böyle yaptığı bir ülkede, "cahil" vatandaşın "trafik terörü"ne yol açması, gayet normaldir!..
Dedim ya;
Yanınızdan "tepe lambalı" bir araç geçerse, içindekine bir bakın!.. Bu vatandaş; pekalâ, "imtiyaz"lara, "ayrıcalık"lara karşı çıkıp, sürekli "eşitlik" diyen Ümit Kocasakal olabilir!..
Kendini "imtiyazlı" mı sanıyor, ne?..
BEL ALTI TARTIŞMALAR!
Türkiye, bir yandan "tepe lâmbası" ile meşgulken, Rauf Tamer gibi yazarlar "tepe sersemi" olmaktan söz ediyor... Mehmet Barlas da, Rauf Tamer'e hak verip; "Bu kadar hızlı değişen gündeme kim yetişebilir ki?.. Erdoğan'ın gündeme getirdiği bir konuyu yorumlamaya hazırlanırken, bir başka konu giriyor gündeme!"
Haksız sayılmazlar.
Gerçekten de, gündem o kadar hızlı değişiyor ki, yetişebilene aşk olsun...
Ama, Ertuğrul Özkök çok rahat...
Çünkü o, "tepe lambası" takmıyor, "tepe sersemi" de olmuyor... O, son yıllarda "bel altı"na inmiş vaziyette...
Meselâ, Hasan Cemal; "Daha fazla yazmayayım... Yazdıkça sertleşiyorum" diye mi yazmış; Ertuğrul, bunu hemen "bel altı"na indiriyor ve diyor ki;
"Cemal'in sertleşme sorunu var!"
Ne ilgisi varsa?!?..
Bunun adı da "mizah" oluyor!..
Ertuğrul'a cevap veren Mehmet Barlas'ın yazdıkları ise "mizah fukaralığı!"
Oysa, Barlas demiş ki;
"Onun 28 Şubat'ta her dakika nasıl sertleştiğini çok iyi gördük!.. Ahmet Kaya'yı önce sürgüne, sonra ölüme götüren manşetler atılırken; sertleşme, acaba şarapla mı, yoksa vicdan viagrası ile mi yapıldı? Bir nevi, sürekli sertleşme durumu yok muydu?"
Görüyorsunuz ya;
Kocaman kocaman adamlar, başlarının saçı ağarmış adamlar nelerle uğraşıyor?..
Bilirsiniz, eskiden Osman Özbek gibi generaller vardı ve onlar "konuştukça sertleşmek" yerine, "konuştukça rahatlar"lar ve bunun adı da, "boşalma haklarını kullanmak" olurdu!.. Ben de, bunlara karşı "boşalma hakkımı" kullanıp, epey yazı yazmıştım...
İyi de rahatlamıştım!..
Demek oluyor ki;
Bazıları konuştukça rahatlıyor,
Bazıları da yazdıkça sertleşiyor!..
Ama, uyarmak lâzım;
Şimdi, o generallerin yüzüne bakan yok... Bir kenara atılmışlar ve yapayalnızlar!..
Her muhabbeti "bel altı"na indirenler, bir gün gelir; "baston"la bile ayakta duramaz hâle gelebilirler!..
Bugünlük bu kadar...
"Medya turu" burada bitti!..
PKK başarılı olmuş... Sayenizde paşam!
Dün, sayın Binali Yıldırım'ın; "akıl teri" ifadesinin ve "duble yol"larla ilgili olarak da; "Yolları böldük, hayatları birleştirdik" sözünün çok hoşuma gittiğini yazmıştım ya, son günlerde "hoşuma giden bir söz" de, eski devlet bakanlarından Ekrem Pakdemirli'den geldi.
Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ, gazeteci Cengiz Çandar ile yaptığı bir söyleşide demiş ki;
"Bence PKK başarılı olmuştur."
Ekrem Pakdemirli, İlker Başbuğ'un işte bu sözüne cevap verip, demiş ki; "Elhak doğrudur!.. Sayenizde paşam!"
Ve eklemiş:
"Siz siyaset yapmayıp, andıçlarla, fişlemelerle ve Anadolu kadınının örtüsüyle meşgul olmayıp, siyasîlere lâf yetiştirmekle uğraşmayıp da askerlik yapsaydınız, 4 bin civarındaki PKK'lı ile çok kolay baş ederdiniz!..
Bugün PKK'nın başarılı olduğunu söylüyorsanız, biz de diyoruz ki; sayenizde paşam!"
Çok doğru bir tesbit... Gerçekten hoşuma gitti!..
yeniakit