Ahmet Taşgetiren
Kimse Özgür Özel’e sormuyor
Başlıktaki konuya geleceğim ama önce işin bidayetini (ilk zamanlarını) yazmam gerekiyor.
Osmanlı’nın son zamanları… Osmanlı bünyesindeki gayrı müslim kavimlerden sonra Müslüman kavimlerden Arnavutlar ve Araplarda da milliyetçilik hareketleri başlıyor. O günlerde (2013) kendisi Arnavut asıllı olan Mehmet Akif şu mısraları yazıyor:
"Artık ey milleti merhume, sabah oldu uyan! -Sana az geldi ezanlar diye ötsün mü bu çan? -Ne Araplık ne de Türklük kalacak, aç gözünü!- Dinle Peygamberi zîşânın ilahi sözünü. -Türk Arapsız yaşamaz, kim ki yaşar der delidir. -Arap'ın Türk ise hem sağ gözü hem sağ elidir.”
Akif, Osmanlı’dan ayrılan Arnavutluğu da “Perişan yurdum” diye örnek gösterir.
Aynı yıllarda Osmanlı’yı parçalama projeleri Kürtler üzerinde de icra edilmektedir. Anne tarafından Kürt, baba tarafından Türk olduğu belirtilen ve “Türkçülüğün Esasları” kitabıyla Türkiye’de milliyetçiliğin teorisyeni kabul edilen Ziya Gökalp, Devlet Bahçeli’nin “Ziya Gökalp sempozyumu”nda seslendirdiği şu düşünceleri ortaya koyacaktır.
“Türklerle Kürtler bin yıllık bir ortak din, ortak tarih ve ortak coğrafya sonucunda maddi ve manevi bakımlardan birleşmişlerdir. Bugün ise ortak düşmanlar ve ortak tehlikeler karşısında bulunuyorlar. Bu tehlikelerden ancak ortak bir kararlılıkla kurtulabilirler. O halde büyük bir inançla diyebiliriz ki Türkler ile Kürtlerin birbirini sevmesi her iki taraf için hem dini hem de siyasi bir farzdır. Kürtleri sevmeyen bir Türk varsa Türk değildir. Türkleri sevmeyen bir Kürt varsa Kürt değildir.”
Akif, Türk – Arap kardeşliğini “Peygamber-i zişan”a atfetmekte, Gökalp ise “Türk – Kürt sevgisi”ni yine dini bir tanımlama olan “Farz” ile ifade etmektedir.
Birçok defa yazdım, başında İsmet İnönü’nün bulunduğu Türk Temsilci Heyeti, Lozan’da, İtilaf Devletleri temsilcilerinin ısrar ettiği “Kürtlerin azınlık kabul edilmesi” tezini, “Türkiye’de Müslüman azınlık yoktur, Türkler ve Kürtler bin yıl içinde adeta tek millet olmuşlardır ve devletin ortak paydaşıdırlar” tezini savunarak püskürtmüşlerdir.
Mustafa Kemal Paşa’nın milli mücadele için halk toparlanışını da, bütün Müslüman halkın ortak ruhu ile sağladığı biliniyor.
Bu yaklaşımların tamamında “ümmet bilinci” vurgusu vardır. Sonradan istikamet başkalaşır. Şöyle ki: Araplar, Arnavutlar, Müslüman kavimler olarak Osmanlı’dan ayrılmışlardır. Emperyalist dünya Kürtler üzerinde de çalışmaktadır. Acaba Kürtler de bir gün ayrılır, son sığınak olan Anadolu parçalanır mı?
Bu kuşkudan Anadolu’da herkeste “Türklük bilinci” oluşturma politikası çıkar. Kürt siyasetinin “inkâr, asimilasyon” diye tanımladığı ve onun üzerine “Siyasi Kürtlük bilinci” inşa etmeye yöneldiği politikadır bu. Kuşku ve tepkinin Türkiye’nin yıllarını aldığı süreç böyle gelişir.
Bahçeli son çıkışı ile Gökalp’i güncelledi, Erdoğan da geçtiğimiz yıllarda Akif’in şiiri ve “Tek millet, tek bayrak, tek devlet…” diyerek güncellemişti. Bahçeli’nin Müsavat Dervişoğlu’na cevaben kendisini “Türkçü, Türk milliyetçisi” olarak nitelediği toplantıda “Türk – Kürt sevgisi”ni dini bir terimle “Farz” olarak tanımlaması, Kürtlerde bu “farziyeti” sorgulamaya yol açar mı bilmem. Ama orada bir sorun olduğu muhakkak.
Çünkü orada Kürtler, “Tamam birbirimizi sevelim ama Türklük gene de belirleyici olsun” alt şuuru okuyor ve o cenahta direnç duyguları gelişiyor.
Şunu görmek lâzım: Kürt siyaseti “eşit vatandaşlık”ta ısrar ediyor. “Öcalan açılımı”ndan sonra en son tekraren “Kürt sorunu yoktur”a gelen Bahçeli’nin açtığı çığır ise henüz o konuya gelmedi. Sanırım “Oraya gelmez, gelmemeli” diye de bakılıyor.
Sanki o noktada CHP lideri Özgür Özel bir farklılık sergiliyor. Özel önce şunu söyledi: "Kürtlere tam olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin sahibi olmayı teklif ediyorum"
Bu söz üzerine onun ifadesiyle “kötücül yaklaşımlar” ortaya çıkınca da sözlerini açtı, şöyle dedi: “Ben Kürtlere, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin eşit, ayrımsız, kendilerini tamamen mensubu ve sahibi hissettikleri, 86 milyonla birlikte eşit vatandaşlığı iliklerine, kemiklerine kadar hissettikleri Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bizlerle birlikte sahibi olmalarını teklif ediyorum.”
Özel bu yaklaşımında Demirtaş’la, Diyarbakır’da görüştüğü stk’larla ve siyasetçilerle mutabık olduğunu da ifade ediyor. “Çünkü” diyor Özgür Özel, “biz bu şehrin de bu şehrin siyasetçilerinin de bu şehrin STK’larının da bu ülkeyi sevdiklerini, insanları sevdiklerini, hayatı sevdiklerini, yaşamı sevdiklerini biliyoruz.”
Bu, benim yazı başlığında seslendirdiğim söz… “Kimse Özel’e sormuyor” sözü yani… Herkes Bahçeli’nin sözü üzerinde dolaşıyor. Oysa, Özgür Özel, tam da işin bamteline değiniyor. “Kürtlere devlet vadi.” Yani Kürtlerin kendilerini sahibi hissedecekleri bir devlet tanımı… Nasıl bir şey?
Özgür Özel herhalde bu çerçeveyi en azından kafasında çizmiştir. Acaba şimdilerde DEM milletvekili olan Cengiz Çandar’ın “Paradigma değişikliği” dediği şey midir o?
Aslında şunu söylemek yanlış olmaz: Süreç oraya gelecektir. Silahlar sussun, toprağa gömülsün, peki ama Kürtlerin sistem içindeki statüsü ne olsun? “Türk’ün Kürd’ün birbirini sevmesinin farz olması” nasıl bir yapı ortaya çıkarsın?
Özgür Özel, acaba sorun Meclis’e geldiğinde bu “Devlet modeli”ni ortaya kıyacak hazırlığı yaptı mı yapıyor mu?