Selâhaddin Çakırgil
Komutan bey, sen ’disiplin’ nedir bilir misin?
İkibuçuk yıldır, kan durdurulabilmişti, -her siyasetçinin göze alamıyacağı riskleri göze alarak- Tayyîb Erdoğan’ın ’Bu hususta gerekirse baldıran zehiri içerim..’ şeklindeki bir kararlılık ve özel çabalarıyla.. Ama, kanın durmasının değerini PKK / HDP bilmediği gibi, bazı çevreler de bilemediler, demekk ki..
Dahası, astlarına, sormadan görüş belirtme ve hele itiraz hakkı asla tanımayan cihet-i askeriyeden bazıları da bilememişler, söyleniyorlar şimdi..
Bunların son bir örneği evvelki gün, 23 Agustos günü, Osmaniye’deki bir yüzbaşının cenaze törenininde yaşandı..
*
Bir jandarma yarbayı, geçen hafta Şırnak- Beytuşşebab’daki çatışmalarda hayatını kaybeden yüzbaşı rütbesindeki kardeşinin Osmaniye’de yapılan cenaze töreninde, kontrolünü yitirmiş, kanı tepeye fırlamış.. Ortalığı velveleye vermiş.. Öteki kardeşleri de, kendilerine biraz sukûnet tavsiye edenleri ve bazı m.vekillerini hedef alarak ’bu gibi çapulcuların olduğu yerde namaz kıldırmayız, haydi başka camie..’demeye kalkışmış; bir diğerleri, fırsat bu fırsat, Tayyîb Erdoğan’a suçlamalarda bulunmuş. Tam bir provokasyon/ kışkırtma denemesi..
O yarbay ise, o yakınlarını soğukkanlılığa davet etmesi gerekirken, yangına benzinle gitmiş..
Bir acılı insanın halet-i ruhiyesini anlamak lâzım, denilebilir. Bu olabilir. Ama, koskocaman bir yarbay da kontrolünü yitirirse, vayy ki, vayy.. Çünkü, askerlikdisiplin de demektir..
Sıradan ve halkın içindeki insanların tepkisi anlaşılabilir. Ki, o bile, bizim inanç ve kültürümüzde caiz değildir.. Ama, hele bir yüksek rütbeli komutan da böyle davranabilir mi?
(AA ve diğer ajanslarda yer alar alan ifadelere göre,) ’Burada yatan vatan evladı daha 32 yaşında. Vatanına, sevdiklerine doyamadı. Bunun kaatili kim? Düne kadar çözüm diyenler ne oldu da sonradan savaş diyor.. Saraylarda 30 tane korumayla gezip, zırhlı arabalara binip ’Şehid olmak istiyorum’ diye bir şey yok. Git, o zaman oraya git!’ gibi laflarla bağırıp çağırmış, abuk-sabuk laflar etmiş,..
Abuk-sabuk diyorum.. Çünkü, bu lafları söyleyen kişi, bir yarbay.. İki terfiden sonrageneral / paşa bile olabilir..
Onun sözlerin hedefinin kim olduğu da ortada.. Doğrudan doğruya, başkomutan!..
Yani, Cumhurbaşkanı..
Çünkü, koruma ordusu var etrafında.. (Olmasın mı, yoksa?..)
’Saray’da oturduğu’ ileri sürülen de o.. (Kaldı ki, o, belli çevrelerce ısrarla Saraydenilen Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde de oturmuyor, Dışişleri Konutu’nda oturuyor.)
’Çözüm Süreci’ni başlatan o..
’Elinde silah tutan terörist kalmayıncaya, sonuna kadar, savaş’tan söz eden de o..
O zaman sözkonusu Yarbay’ın kükremesinin hedefinde olan kimdir?
’Şehid olmak istiyorsan, git oraya, git..’ diye emirler yağdırıyor.. Sen ve meslekdaşların eğer o yerlerde olmazlarsa, oralara gidecek bulunur Yarbay bey..
O zaman, Charlie Chaplin’in Adolf Hitler’e önerisi gibi bir durum ortaya çıkar. (Diktatör filmindeki tiplemesinde, Hitler’i yere batıran Chaplin, o filminden dolayı Hitler’in çok kızdığı haberini alınca, haber gönderir: ’Gel, sen komedyen ol, ben de diktatör..’)
*
Yarbay bey..
Sen askersin.. Askerin en temel özelliği, kendisine verilen vazifeyi yerine getirmek için gerektiğinde, gözünü kırpmadan ölümü göze almasıdır. Ve üst’üne, komutanına itaatsizlik ve disiplinsizlik yapamaz.. Yerine getirmemesi gerektiğini düşündüğü bir emir varsa, kanunî dayanağını gösterir, ya da, üniformasını çıkarır, askerliği terkeder.
Sen yarbay rütbesine kadar gelmişsin..
En azından 20-25 yıllık bir askerlik hayatın olmalı..
Bunları hâlâ öğrenemedin mi?
Emrindeki herhangi bir asker, sana itirazda bulunsa; ya da sen lojmanında veya makamında nöbetçilerin koruması altında otururken, emrindeki askerlerden biri /birkaçı hayatını kaybetse, birileri de sana, senin yaptığın gibi suçlamalar yapsa, n’aparsın?
*
Yarbay Bey..
Seni kimse zorla asker yapmadı.. Vatandaş istese de, istemese de askere alınıyor.. Ama, sen bu hayatı kendi iradenle seçtin.. Gerektiğinde, öldürme ve öldürülmeyi taa baştan kabullendin ve bu hususta görkemli yemin törenlerinde yeminler ettin..
Kendi iradenle veya başıbozuk olarak değil, emirle, üstlerin tarafından verilen emir ve planlar dairesinde hareket eden birisi olmayı taa baştan kabullendin, gerektiğinde ölümü göze alacağına dair yeminler ettin, bu yolda eğitildin ve sana bunca yıldır da, bu niyetle alındığın askerlik hayatın dolayısiyle maaş veriliyor. Hem de sivil memurların iki-üç katı mikdarda..
Öyleyse, nedir bu infial ve kendini unutmuşluk hali..
Senin birliğinde bu güne kadar kimbilir kaç asker ölmüştür ve onlar karşısında kimbilir ne kadar soğukkanlı durmuşsundur.. Olması gereken de odur.. Yüreğin yansa, bile soğukkanlılığını yitirmemen gerekir, komutan olarak..
Kardeşini kaybetmiş de olsan, kanın tepeye fırlayış, yumruğunu sıkıp, halkı tahrik edecek şekilde davranamazsın.. Silah taşıyan böyle dengesiz tepki sahiblerinden endişe edilmelidir..
Çünkü, o bir büro memuru değildir. Yarın daha başka uçuk-kaçık tepkiler de verebilir.
Bu konuya, Başkomutan müdahale etmeden, yeni Genelkurmay Başkanı Hulûsî Akar Paşa, doğrudan müdahale etmelidir. Yoksa, böyle bir çözülüş başladı mı, çorap söküğü gibi, nerede duracağını kimse kestiremez..
Bir yakınlarını, sevdiklerini veya askerlerini kaybedince kendini yitirenlerden komutan olmaz.
*
’İYİ POLİS- KÖTÜ POLİS’, ROL DAĞILIMI MI?
- Demirtaş’ın, 22 Agustos günü, İzmir’de yaptığı konuşmada, ’asker, sivil, polis kürd, türk hiç kimsenin ölmemesi gerektiğini, önce ölümlerin durdurulmasını’, bunu, bu konuda, ’amma, ancaak.. gibi parantezler açmaksızın istedikleri’ne dair sözlerinin samimiyetine inanmak isteyenlere, kendisi parantezler açtırıyor..
Çünkü, o Diyarbekir’e gidince ayrı konuşuyor; İstanbul, İzmir ve sair yerlere gidince daha bir farklı.. Kimbilir, belki de çok duygusal birisi ise, oradaki atmosferin etkisine girip, Diyarbekir’de üstü kapalı ifadelerle gözdağı vermeye ve Kandil’deki savaş baronlarının mesajlarına paralel mesajlar dillendirmeye özen gösteriyor; ülkenin başka yerlerinde ise, farkı etnik kökenlerden olan ve de kendisini bir hasım gibi görmeyen geniş kitleleri görünce, o atmosfere uygun mülayim sözler söylüyor; İzmir’deki son konuşmasında olduğu gibi.. Nitekim, orada, ’Yarın değil, şu saatte İzmir’den çağrı yapmak istiyorum, ölümlerin derhal durması lazım. PKK’nın ‘amasız, ancaksız’ silahlı, bombalı şiddet eylemlerini, şehirlerde, dağlarda durdurması lâzım. Bizim açımızdan bunun alternatifi yoktur. ‘Aması, ancağı’ yoktur. HDP’nin demokratik siyaseti açısından mazereti yoktur. AKP’nin yaptığı, işlediği suçların hesapları asker, polisi öldürülerek sorulamaz. Onların tamamı bu ülkenin çocuklarıdır, bizim çocuklarımızdır, biz böyle görüyoruz.
AKP de işlediği bütün suçları örtmek için Kürt çocuklarını şehirlerde, dağlarda öldürümez. …AKP bir savaş başlatarak bütün şehirlere cenaze göndererek üzerindeki sıkışmışlığı şiddet yoluyla topluma ihraç edemez, buna izin vermeyeceğiz” demişti..
Bu sözlerin son bölümü, elbette çok politik ve gerçek dışı.. Bir politikacı olarak karşı olduğu partiyi eleştirebilir, ama, kanı durdurmak adına yaptığı bir konuşmada,’ateş-kes’in artık hükümsüz olduğunu ilan ederek tekrar silaha sarılanı, iki ay içinde, ülkeyi bir yangın yerine çevirmeye kalkışanları, onlarca asker ve polisten ayrı olarak, yüzlerce iş makinelerini veya ticarî mal taşıyan TIR’ları yakarak, toplum kesimlerine korku salmaktan meded umanları kamufle etmeye çalışması, silah kullanmaya tekrar başlayan bir ısyancı örgüte karşı ülkenin güvenliğinin sağlanmasını suç gibi göstermesi sağlıklı bir yaklaşım değildir.
Bunu yapamıyan, zaten devlet olmaktan çıkar.
Ama, bu ’ateş-kes’in Suruç’taki patlamadan iki gün sonra, ona misilleme olarak uykuda öldürülen iki polis cinayetinden sonra başladığını bilmeyen ve sadece haberlerin manşetleriyle hüküm veren kitleler, Demirtaş’ın bu mülayim sözlerini işitince, ’Aaa, bak ne kadar iyi.. AK Parti seçimlerde beklediği sonucu alamayışının hıncıyla savaşı başlatmış.. Bak, onlar silahların susmasını istiyorlar, ama, hükûmet bastırıyor..’ gibi laflar ediyorlar.. İran’daki devlet medyası da, bu gelişmeleri aynı mantıkla, ’kürdlerden oy alamıyan Erdoğan’ın intikamı’başlıklı başmakalelerinde yazmadı mı?
Zâten, Pennsylvania Şeyhi’nin ve takibçilerinin yoğun yorumları da bu yönde..
Anlaşılan, Demirtaş, bu gibi konuşmalarının, manşetlerle düşünen, teferruata bakmayan kitleler üzerindeki etkisini bildiği için, bu söylemlerine ağırlık veriyor ve ’iyi polis’ rolünde..
Öbür eşbaşkan olan Figen Yüksekdağ ise, daha çok hırçın, saldırgan ve ’kötü polis’ rolündeydi, ama, o bile, artık, ’Canın ne demek olduğunu en iyi biz biliriz.. Bu ölümler bitmeli..’ demek noktasına geldiğine göre.. PKK’nın ’ateş-kes’i sona erdirmelerinin kendilerine pahalıya mal olduğunun gizli itirafı da var bu beyanlarda..
Ama, Kandil’deki PKK liderlerinden Cemil Bayık bile, Weltam Sonntag isimli Pazaralman gazetesinde 23 Ağustos günü yayımlanan beyanında, –Demirtaş’ın, “PKK’amasız, ancaksız’ silah bırakmalı” çağrısının hatırlatılması üzerine- ’Bu çağrıyı biz değerli buluyoruz. Bize göre, ne Türkiye, ne de biz bu sorunu silahla çözebiliriz. Sekiz kez tek taraflı olarak ateşkes çağrısı yaptık. (…)Artık tek taraflı silahların susması olmayacak.’ diye kendince izahlar yapıyor, tek taraflı silah bırakmalarının imkansız olduğunu’ tekrar vurguluyordu. Güçlerini ne kadar çektikleri iddiasının gerçekliği bile, ortada..
Bu durumda, silah bırakma çağrılarında, taraf olan, ’Devlet’ de ’silah bırakırsa..’
Bunun, PKK’nın da artık devlet olduğu veya devlete denk bir güç ve organizasyon olduğu mânâsına geleceğini de itiraf edecek değiller ya..
*
Selahaddin E. Çakırgil ([email protected])
dirilişpostası