Ahmet Taşgetiren
Kriz yönetimi ve sıkıntılar
“Nasıl elimizden çıktı? Bize veriliyordu da almadık mı? Lozan’da mı elden çıktı ondan çok önce Balkan savaşlarının ardından mı? İnönü’nün günahı var mı? Adalar’ın silahlandırılması yasak ama Yunanlılar silahlandırıyor, buna karşı nasıl bir yaptırım uygulanabilir?” Bu sorular hep soruldu.
Işıkları bizim sahillerimizden görülen şunun şurasında sadece iki mil uzaklıktaki Meis Adası’nın da Yunanistan’a ait olması “Adalar meselesi”nin en dramatik boyutu değil mi?
Sonra Adalar’ın kıta sahanlığı meselesi ile ilgili gerilim doğdu. Çünkü böyle bir durum, Ege’yi “Yunan gölü” haline getiriyor, Türkiye’yi de kıyılarında balık avlanamaz, denize girilemez hale getiriyor, adeta kendi içine hapsediyordu.
Bir ara Demirel “Ege Adaları” diye bir ifade kullandı. Yunanistan tepki gösterdi, ona göre bunlar “Yunan adaları” idi ve “Ege adaları demek adaların aidiyeti konusunda tartışma açmak”tı.
Adalar silahlandırıldı. Meis bile. Atina Adalar’ın kıta sahanlığı konusunu hep gündemde tuttu, biz de böyle bir kararı “Savaş sebebi” sayacağımızı ilan ettik. Kardak gerilimi hala hatırlarda.
Halen “Adalar gerilimi” en sıcak günlerini yaşıyor. Bunun yanında Doğu Akdeniz’de petrol – doğal gaz aramaları sebebiyle Rum yönetimi üzerinden yine Yunanistan’la tırmanan bir gerilim var. Bizim tarafımızdan “her şeyin göze alındığı” açıklamaları yapılıyor. Nitekim savaş gemilerimiz de sıcak bölgede araştırma gemilerimize refakat ediyor.
Yunanistan’da da tansiyon yüksek. Yunanistan bu tür “Türkiye merkezli” gerilimleri genelde başka odaklarla dayanışarak halletmeyi tercih eder. O korunur, ona verilir, o desteklenir. Kim tarafından? Avrupa tarafından, Amerika tarafından… Akrabalık sebebiyle… Fransa -Türkiye karşıtlığı vurgusuyla- askeri destek boyutunda Atina’nın yanında, Almanya – Merkel, arabuluculukla AB’yi Atina’nın yanında göstermek arasında gidip geliyor.
Ama Yunanistan bununla yetinmez, bölge ülkelerinden de müttefikler arar, şu anda Doğu Akdeniz geriliminde İsrail ile, Mısır ile ittifaklar yapıyor. Türkiye’nin diğer Arap ülkeleri ile ilişkilerindeki serinlik – karşıtlık, diğer ifadeyle “diplomatik yalnızlaşma” şeklinde tanımlanan hadise, belli ki Atina’nın moral desteği durumunda.
Türkiye olarak biz, bir krizi yönetmeye çalışıyoruz. Gerek Doğu Akdeniz’de gerekse Ege’de sonuna kadar haklıyız.
Ama sıkıntılıyız. Adalar’da silahlanmayı önlemek için neyi göze alacağımız belli değil. Adaların kıta sahanlığı 12 mile çıkarılırsa, savaş sebebimizi nasıl devreye sokacağımız da şu an “potansiyel” halinde.
Doğu Akdeniz alanı ise henüz sürtüşme yakınlığı noktasında olmadığı için uzun vadeye yayılmış bir gerilim olarak devam ediyor.
Sıkıntılıyız, dedim.
Yanımızda ülke göremiyoruz.
Ve söylemlerimiz en yüksek tonda bir “güç kullanımı”nı çağrıştırıyor.
Şöyle bir soru var:
-Savunma hassasiyetiyle mi ilerliyoruz yoksa güç gösterisi ile tırmanan bir stratejinin içinde miyiz?
Şöyle bir psikolojik zemindeyiz sanki:
-Bir zaaf dönemi yaşadık. Koca bir devleti kaybettik. Türkiye’ye kıstırıldık. Ama büyük devlet olma potansiyelimiz var. Kayıplarımızı yeniden kazanabilir ve yeniden eski gücümüze kavuşabiliriz. Şu an bu süreci yaşıyoruz. Yer yer güç kullanıyoruz ve bu de facto durum da yerleşiyor.
Bu psikolojinin içinden daha fazla güç kullanımı ve daha çok tırmanma iradesi çıkabilir.
Aslında bir yandan bunları “güvenlik kaygısı” ile meşrulaştırma gereği noktasına geliyoruz. Çünkü dünyada “gücün belirleyiciliği” geçer akçe olsa bile “meşruiyet”i de bütün bütün ıskalamamak gerekiyor. Çünkü “Güç kullanımı” da, göreceli bir etkinlik sınavında. Her güç odağı, bir noktada “Ben burada ne kadar güç kullanabilirim?”in hesabını yapıyor. Bunu Amerika da yapıyor, Rusya ya da Çin de… Almanya, İngiltere, Fransa da…
“Büyük güç” politikası izlemek… “Artık bölge bizden sorulur, dünya bizden sorulur. Ne Doğu ne Batı eksen biziz” söylemleri. “Kızılelma” klipleri. “Diriliş” duyguları…
Bunlar içeriyi beslemek noktasında amenna anlaşılabilir, ama dış politika söylemi olarak devreye girdiğinde, kardeşler, dindaşlar dahil başka ülkelerde nasıl bir yansımaya tanık olacaksınız, düşünmek gerekiyor.
Bu söylemlerin alınıp “tehdit” olarak dünyaya sunulması pozitif bir durum mudur, bakmak lazım.
“İntihar edercesine çılgınlaşabilen bir milletiz biz” diye yazmış bir vatandaş… “Millet” ve “İntihar” öyle mi? Hani “canı pahasına vatanını savunan” falan değil, “İntihar edercesine çılgınlaşan…” Ağzından yel alsın e mi! Kendi çılgınlığınla kal e mi?
Medya dili dahil, tüm dış ilişkileri kapsayacak nitelikte bir durum değerlendirmesi kaçınılmazdır. “Büyük devlet politikası” olacaksa onu da rasyonel çerçeveye oturtma zarureti var. Dünya tarihinin dünü – bugünü çılgınlık yapıp ülkesini intihara sürükleyen örneklerle dolu.
AMAN DİKKAT:
Kısa süre önce bir yakınımı Kovid-19’dan kaybettim. Yanımızdan yöremizden her yaştan insanı ebediyete uğurluyoruz. Ali Babacan ve Ailesi Kovid’e yakalandı. Babacanlara acil şifalar diliyorum. İş ciddi. Dikkat etmek gerekiyor.