Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Krizin cini kime itaat eder!

Derler ki, “Krizin cini; krizi kim yönetiyorsa ona itaat eder”! Cin’i şişeden kim çıkarırsa çıkarsın, sonunda krizi yönetenin o krizden kârlı çıkacağı söylenir.

Yoksa kriz çıkarmak kolay. Kriz çıkarmak için haklı bir sebebe de gerek yok. Güçlü devletler kontrollü kriz politikası ile ülkeleri oyalar, baskı altına alır ve yönetirler.

Bu arada “gideceği limanı bilmeyen bir kaptana hiçbir rüzgar fayda sağlamaz..

Kriz kapınıza dayanmışsa bütün ihtimalleri, bu ihtimallerin maliyetlerini, risklerini, krizden etkilenen ve etkilenen ülkelerin etkileyeceği ülke ve örgütlerin analizinin iyi yapılması gerekir. Bu unsurların dikkatli bir şekilde takibi ve gözlemlerin doğru bir şekilde değerlendirilip derecelendirilmesi gerekir. Kriz yönetiminde başarı biraz da, bu konuda değişen şartlara uyum performansınıza, hızınıza ve cesaretinize bağlı. Ve hepsinden önce ve önemli, haklı mısınız ve Hakkın yardımını engelleyen unsurlardan ne kadar bağımsızız.

Birileri, “kontrollü bunalım stratejisi” diye bir şey icad etti. Stratejistler, oyun kuruyorlar. Toplum mühendisleri, yön eylem mühendisleri, istihbarat örgütleri tuzaklar kuruyorlar. Kendi çıkarları uğruna yeryüzünde fesat çıkarıyorlar. Bütün bunları “ıslah” için yaptıklarını söylüyorlar. İşte onlar bozguncuların tâ kendileridir. Onlar “tuzak kuranlar”dır. Mekerallahu!

Sonunu düşünmediğimiz sonunu getiremeyeceğimiz işlere kalkışmamamız gerek. “Öfkeni yut” der kitap. Ama “öfke baldan tatlıdır”(!) zayıf insanlar için. Oysa öfke ve aşk aklı zail eder. Ne garip, yönetenler ve din adamları topluma sürekli aşk ve öfke pompalarlar. Bu iki oyuncakla insanlar İlahlık ve Rablik taslayanlar tarafından daha kolay güdülenebiliyor. Biraz da heyecan kattınız mı, insanları uçurmak hiç de zor değil.

Futbol, sporla ambalajlanmış “Taraftar” psikolojisi, aslında rekabet ve çatışmanın mektebi gibi çalışıyor. İnsanların beyinlerini uyuşturuyor, asabi enerjisini boşaltmak yerine şarj ediyor, örgütlüyor ve muharrik hale getiriyor..

Piyasadaki rekabet de aynı ahlaki zaaftan besleniyor ve onu üretiyor, destekliyor.

Beni ciddi olarak rahatsız eden bir konu var. Temelde bu bir akaid sorunu. Hemen şunu belirteyim, kişi fiilinin sorumlusudur. O akletmek ve bunu yaparken ilahi mesajı esas alarak Allah’ın rızasına ulaşmayı gaye edinmelidir. Olacak olan ne varsa o olacak. Elbette bizim gerçekleşmesini istediğimiz bir muradımız var. Ama burada biraz durup düşünmeliyiz: Bize hayır gibi gelen şeylerde şer, şer gibi gelen şeylerde Allah hayır murat etmiş olabilir. O zaman ısrarla, ihtirasla hiçbir şeyi istemememiz gerek. Biz üzerimize düşeni yapmakla sorumluyuz. Bunu yaparken aklımızı kullanmak, Allah ve Resulünün bize verdiği ölçülere dikkat etmek, istişare ve şûra yapmak zorundayız. Aksi halde olan şey “dua ile istenen bela”ya dönüşebilir. Eğer Allah’ın rızasını esas alır ve O’na ulaşmanın yollarından yürürsek, “Mahzun olmayacağız”. Peygamberlerin birçoğu zor imtihanlara tabi tutuldu. Hz. Yusuf’un ne suçu vardı ya da Hz. İsa’nın!. Hem onlar “Masum” değil mi idi! Ya da Hz. Eyyup’un!. Denizi geçerken ya da Sina’dan Kudüs’e giderken aynı kişiler değil mi idi onlar, başlarında aynı peygamberler yok mu idi!

Sanıyorum bizim “ceketimizin astar cebinde kaybettiğimiz bir güneş” var! Biz Allah’ın rızasına uygun davranmayan insanlarla, Allah’ın rızasına uygun olmayan yollardan, bizi cennete ulaştıracak zor yolları bırakıp, dünya nimetlerine ulaştıracak başka yollara sapıyoruz. 

Geldiğimiz noktada durup düşünelim. Ailemiz ne durumda, ya da gençliğimiz.. Müthiş bir bereketsizlik söz konusu hayatımızda. Çok hızlı bir şekilde dünyevileştik. “Mütrefin”lerden olduk. Müstekbirler gibi davranıyoruz bizden aşağıda gördüklerimize. Bize itaat etmelerini, itiraz etmemeleri gerektiğini söylüyoruz, hem de dini argümanlarla. Dini önderleri örnek gösteriyoruz ama yanımıza aldıklarımız hiç onlara benzemiyor.

Kanal ve Libya konusu gündemde şimdi. İkisi de önemli. Libya ile varılan münhasır bölge mutabakatı Türkiye’nin elini Doğu Akdeniz’de güçlendiriyor. Libya konusunda tarafsız kalmak Libya’yı Sisi, İsrail, Suudi Arabistan ve BAE’nin inisiyatifine bırakmak demektir. İşin bir de bu yönü var. Bu işi yapmanın da yapmamanın da bir riski, bir maliyeti var. Ama bir krize taraf olup geri adım atar ya da süreç içinde inisiyatifi kaybeder ve başkalarının daha güçlü bir pozisyona geçmelerine kapı aralayacak olursak, yağmurdan kaçarken doluya tutulmuş oluruz. Onun için de bu işin önünü sonunu iyi düşünmek ve hepsinden önemlisi, “ulusal çıkar” ya da başka hesaplarla değil, doğrudan doğruya “İlahi rıza”yı esas alan bir anlayışla hareket etmemiz gerek. O zaman Allah işlerimizi kolaylaştıracak, değilse işlerimizi sarp dağlara sardıracaktır.

Geçen gün, gazetemizin internet sayfasında “Bir ayet ve bir hadis” seçkisi vardı. Bakın orada ne diyordu: Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla “Yeryüzünde bulunanların çoğu, kendilerine uyarsan, seni Allah yolundan saptırırlar. Çünkü onlar zandan başka bir şeye tâbi olmuyorlar ve temelsiz bir tahminden başka bir şeye de dayanmıyorlar.” (En’am Suresi, âyet:116) (Meâl. Kaynak: DİB)

 Resulullah da buyuruyordu ki, (SAV) «Kim bir kavme (topluluğa) benzemeye çalışırsa o da, onlardandır.” (Ebu Dâvud)

Dün çok katlı bir iş merkezinde ofisi olan bir işadamı arkadaşla beraberdik. “Asansöre binmek için zaman zaman uzun süre beklemek zorunda kalıyorum. Asansörde tek başına bir kadın varsa, ya da bir erkek bir başka kadın varsa binmiyorum, korkuyorum” diyor. Korkusu şu: Ya beni taciz etti der, ötekisi de ona şahidlik ederse! Aslında şahide de gerek yok. Saçmasapan bir düzenleme ile millet ne hale geldi. 

Bakın, Mesut Yılmaz hani; “Bu İmam-Hatiplerin orta kısmı kapanacak, bu iş siyasi hayatıma da mal olsa” demişti ya, bugün AK Parti o noktada. Bu aile mevzuatı değişmezse, tek başına bu yasal düzenlemeler ve bu kadrolar devam ettiği sürece, bu iş AK Parti’nin siyasi hayatına mal olabilir. Benden söylemesi.

Ha! Bu arada birileri AK Parti’ye karşı operasyonunu sürdürürken, AK Parti’ye yakın dernekler, vakıflar ve sendikalar üzerinden operasyonlara başlıyorlar gibi sanki. DEİK olayı ile ilgili basına sızan, Erdoğan’a gönderilen şikâyet mektubu bu anlamda önemli bir ipucu olabilir. Yani AK Partililer ne yapıyor bilmem ama, AKP’liler boş durmuyor. Neyse bu konular hassas konular. Siz krizi yönetemezseniz, kriz sizi yönetir sonra. Bugünlük bu kadar. Selâm ve dua ile.

Bu yazı toplam 909 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar