Kur’an Dışında Vahy Yoktur, Hadislere Vahy Denilemez

Adına ister bazıları vahiy desin, ister ilham denilsin, isterse başka bir şey denilsin; Allah'ın birtakım konularda Rasûlüne Kur'an’da yer almayan konularda yardım etmesi, özel bir iletişim içinde olması göz ardı edilemez bir gerçekliktir. Peygamberin Kur'an dışında Allah ile teması olduğuna inanmak başka şeydir, sünnetin tamamının vahiy ürünü olduğunu söylemek başka şeydir. Allahu a’lem söz konusu olan iletişimin muayyen konularla sınırlı olduğunu sınırlı olduğunu kabul etmek daha doğru gözükmektedir. Öteden beri İslam uleması sünnetin vahiy ile ilişkisini konuşmuşlardır. Peygamber (s.a.s.) efendimiz, kendisine inen Kur'an ayetlerini tebliğ, tefsir, tebyin ve tatbik ettiği gibi; birtakım hüküm ve esaslar sunmuş ve bazı icraatlarda bulunmuştur. Hz. Peygamberin bu tür emir, yasak, hüküm kabilinden uygulamalarının acaba kaynağı nedir? Acaba Hz. Peygamber bu tür talimat ve uygulamalarını Kur'an dışında Cenabı Hak'tan aldığı vahiy ve ilham ile mi gerçekleştirmiştir? Yoksa bunlar tamamen kendi rey ve içtihatlarından mı kaynaklanmıştır? Sünnetin bağlayıcılığı ve kıyamete kadar geçerliliği konusu nu nasıl değerlendirmek gerekir? Bu ve benzeri sorular Müslümanların önünde duran ve sıhhatle cevaplandırılması gereken sorulardır. İslam âlimlerinin bu konularda ittifak edememişler ve birbirine zıt düşüncelerde kutuplaşmışlardır. Bu konuda geleneksel anlayış şu şekildedir: 1- Birçok âlim sünnet tamamen vahiy mahsulüdür. Ancak bu vahiy bazı yönlerden Kur'an'dan farklıdır; zira Kur'an ayetleri levh-i mahfuzda yazılıdır, mu’cizdir ve ibadetlerde okunma özelliği vardır; fakat sünnet böyle değildir, ama bağlayıcılık açısından sünnet ile Kur'an arasında bir fark yoktur. Bu görüşü formüle etmek için vahiy konusunda bir de şöyle bir ayrım yapılmıştır: a) Metluv vahiy (okunan vahiy) b) Gayri metluv vahiy (okunmayan vahiy) Bu düşünceyi savunanlar Kur'an ve hadislerden deliller getirmişlerdir. “Andolsun Allah, rasulünün gördüğü rüyanın hak olduğunu doğruladı. Eğer Allah dilerse, mutlaka siz Mescid-i Haram'a güven içinde, saçlarınızı traş etmiş, kısaltmış olarak korkusuzca gireceksiniz. Fakat Allah sizin bilmediğinizi bildi, böylece bundan önce size yakın bir fetih kıldı.” (48/Fetih, 27 Ayet, Resulün ashabı ile birlikte Mekke'ye gidip umre yapacağı şeklinde bir rüya gördüğünü teyit etmektedir. Bu husus Resul'e Kur'an yanında diğer direktif ve talimlerin de ulaştığı gerçeğinin bir delili olarak karşımıza çıkmaktadır. “Hani Nebi eşlerinden bazılarına gizli bir söz söylemişti de derken eşi bunu haber verip Allah da bunu ona açıklayınca o da o sözün bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. O, bunu eşine haber verince: ‘Bunu sana kim haber verdi?’ dedi. O: ‘Alîm ve Habir olan bana haber verdi.’ dedi.” (66/Tahrîm, 3 Allah'ın, Resul'e söylediği gizli sözün zevcesine diğerlerine açıkladığını Resul'üne haber verdiği bir Kur'an ayeti yoktur. “O zaman ki Allah size iki topluluktan birinin muhakkak sizin olacağını vaadetmişti de siz güçsüz olanın sizin olmasını istiyordunuz. Allah ise kelimeleriyle hakkı gerçekleştirmek ve kâfirlerin arkasını kesmek istiyordu.” (8/Enfâl, 7). Bedir savaşından sonra savaş ganimetlerinin dağıtılma anı geldiğinde savaşı yorumlayan enfal süresinin yukarıdaki ayeti nazil oldu. Vaad edilen şeyin ne olduğu resul'e Kur'an da bulunmayan doğrudan vahiy ile bildirilmiş olabilir. Ayrıca 33/Ahzâb 37; 14/İbrahim, 4; 16/Nahl, 44; 7/A’râf, 105; 33/Ahzâb, 21 vb. âyetleri de konuya örnek olarak gösterilmektedir. Tüm bu örnekler gramer yönünden incelendiğinde iddia edilen şeyi çağrıştırmadığı da iddia edilebilir. Ancak tüm bu yorumların da yanlış olduğu söylenemez. Bu görüşe ait delillerin bir kısmı kuvvetli delillerdir. Tabiî ki sünnetin tamamının bu şekilde oluştuğu iddia edilemez. Zira bu, Rasul'ü insan olmaktan çıkarmak anlamına gelir. Bu takdirde onun beşer olma özelliğini vurgulayan ayetleri görmezden gelmek gerekir ki bu da doğru değildir. Resul beşer olması hasebi ile bazı konularda yanlışlar yapmış ve vahiy ile doğrultulmuş, şiddetli bir şekilde uyarılmıştır. Kur’an Dışındaki Rivayetlere (Hadislere ve Sünnete) Niçin Vahiy Denilmemeli? “Rasul bir söz söylerken veya davranışta bulunurken aynen Kur’an vahyi şeklinde vahiy alarak bu sözü söylemiş, bu fiili işlemiştir. Kur’an’la hadis, vahiy olma yönüyle ikisi de aynıdır. Bütün hadisler vahiy ürünüdür.” şeklindeki genel kabul, doğru değildir. Sebeplerini maddeler halinde izah edeyim: 1- Rasul, Yaratıcı’nın sözleriyle konuşan bir yarı-tanrı değildi; aynen bizim gibi bir beşerdi. Rasul’ün her hareketinin bir vahiy sonucu olduğunu iddia edenlerin onu melekler gibi iradesiz bir varlık olarak tasavvur etmeleri, melek konumuna çıkardıkları, onu, tercih yapamayan, her hareketi Yaratıcı tarafından programlanan bir makineye, bir robota dönüştürdükleri değerlendirilmeli; dolayısıyla, Kur’an’ın ve selim aklın gereği vahyi sadece Allah’ın kitabına hasretmelidirler. 2- Tevhid, Allah’ı zâtında, isimlerinde, sıfatlarında ve fiillerinde başka bir varlığa benzetmemek, bu konularda O’na hiçbir şeyi şirk (ortak, yardımcı, benzer, nidd) koşmamaktır. Tevhid, Allah’la kulları birbirine karıştırmamaktır, birbirine benzetmemektir. Bu kul, Peygamber de olsa böyledir. Allah'ın sözü ile Peygamber de olsa bir kul'un sözü karıştırılmamalıdır. Kur'ân furkandır. 3- Vahy kavramının ağırlığı, ilâhîliği, kutsallığı kaybolmuş, insanların ağzından çıkan başka bir söz de Allah'ın sözüne benzetilebilmiştir. Peygamber de olsa, bir insanın sözü aynen Allah'ın sözü gibi vahiy olamaz. Peygamber de olsa bir kul ile Allah, nasıl birbirine benzetilemezse, Allah'ın sözü ile bir insanın sözü de benzetilmemeli. Bu, tevhid inancının zaruri gereğidir. Tevhid Allah'a benzer hiçbir şeyin olmadığına inanmaktır her şeyden önce. Vahiy Peygamberimizin de uyması gereken hususlardır. Bunlar Kur'an ayetleridir. Kur’an sık sık Peygamberimiz’e: “Sana vahy olunana tâbi ol” (10/Yunus, 109; 33/Ahzâb, 2; 6/En’âm, 106 vb.) der. 4- Kur'an, Sünnet ve hadisler, Peygamberimizin hadislerinin ve sünnetinin kaynağının vahiy mi, yoksa başka bir şey mi olduğunu belirtmiyor. Peki, Peygamberimizin ve ashâbın tavırlarından onların sünnet ve hadisi vahy kabul ettikleri mi, yoksa tam tersi mi anlaşılır? 5- Ashabın da Peygamberimizin davranış ve sözlerinin kaynağı konusunda bazen tereddütler yaşadığı anlaşılıyor. Bunu, "bu senin re'yin (ictihadın) mı, yoksa vahiy mi?" diye sormalarından anlıyoruz. Mümkün onlar "bu vahiy mi?" diye sorarken, vahyin çeşitli anlamlarından birini (ilhamı) kast ediyorlardı. Ondan da emin değiliz. Ama şurası hakikattir ki ashâb, Peygamberimizin her sözünü ve her davranışını vahiy olarak algılamıyorlardı; burası kesin. Onların bu sorusuna Peygamberimiz de: O ne biçim soru, benim her sözüm ve davranışım vahiydir” diye cevap vermemişti. Tam tersine, meselâ Bedir’deki savaş için konuşlandığı yer hakkında kendi görüşü olduğunu söylemişti. 6- Kur’an’ın emri gereği Rasulullah (s.a.s.) önemli işlerde ashâbıyla istişare ederdi. Ve bazen istişare ettiği kimselerin çoğunluğunun görüşü, kendi görüşünün zıddı olurdu. Peygamberimizin İstişaredeki çoğunluğun görüşünü uygulaması, kendi görüşünün vahiy olmadığı anlamına geliyordu. Hakkında vahiy olan bir konu istişare edilmez, edilse bile vahye ters uygulama olmaz. Meselâ, Rasulullah Uhud savaşını müdafaa harbi olarak mı, hücum harbi olarak mı yapmalarının daha iyi olacağı konusunda ashâbıyla istişarelerde bulundu. Ve kendi isteğine zıt olduğu halde, ashabın gençlerinin görüşleri doğrultusunda karar aldı. Eğer kendi isteği vahiy ise, ashâbına vahyin zıddını tercih etme hakkı verir miydi, verebilir miydi? Vahyin zıddına hareket hakkı var mıdır mü’minlerin? 7- Ashâb, az sayıda da olsa, bazen Peygamberimize itaat etmede istekli olmamışlar, belirli bir süre içinde de olsa itiraz edip itaat etmedikleri olmuştur. Hudeybiye’de tıraş olmaları ve ihramlarını çıkarmaları emrinde olduğu gibi. Hz. Ebubekir ve Ömer gibi seçkin ashabın da böyle yaptığı değerlendirilince, Allah’ın razı olduğu bu öncü şahsiyetlerin vahye itaatsizlik yaptıkları değil, onların Peygamberimizin içtihadına karşı çıktıkları yorumu daha isabetlidir. Demek ki ashab, Peygamberimizin her sözünü ve uygulamasını vahiy olarak görmüyordu. 8- İlk dönem vahiy algısına İbn Abbas'ın anlayışı örnek verilebilir. Kendisine “Tercümanu’l Kur’an” denilen ashâbın en âlimlerinden biri olan Abdullah ibn Abbâs (ö. 68/687) bu konuda bakın ne diyor: Kûfe’ye yerleşmiş Taifli sika hadisçi Abdulaziz ibn Rufey’ (ö. 130/747) ondan şu hükmü işitmiştir: “Lâ vahye illâ’l-Kur’an / Kur’an’dan başka vahiy yoktur.” (Buhârî, 6830; Ebû Cafer Tahavî, Şerhu Müşkili’-Âsâr, tahkik Şuayb el- Arnavut, Muessesu’r-Risâle, 1415/1994, c. 14, s. 466). 9- Hz. Ali: “Bende Kur’an’dan başka bir vahiy yok” diyerek vahyin Kur’an’dan ibaret olduğunu dolaylı olarak belirtmiştir (Buhârî, 111, 3047, 6903, 6915; Müslim, Kitabu’l- Hacc, 467, hadis no: 1370) 10- Hadis yazmak isteyen bazı sahabîler, arkadaşları tarafından durdurulmuş ve onlara Hazreti Peygamberin hadis yazmaya izin vermediği hatırlatılmıştır. Zeyd İbn Sâbit'in, bu yasağı hatırlatarak Muâviye'yi hadis yazmaktan menetmesi, aynı konuda rivayet edilmiş çeşitli haberlerden bir örnek teşkil eder (el-Hatib, Takyîd, s. 33). Bu son olay, Nübüvvetin ilk yılları değil, Muâviye’nin Mekke’nin fethinde Müslüman olduğu kesin olduğu için çok sonralarıdır, Zeyd bin Sâbit gibi önde gelen bir sahâbi, demek ki, hadis yazımını devamlı bir yasak olarak kabul ediyordu. Peygamberimiz hadis yazımı konusunda şunları söylemiştir: “Benden Kur’an dışında hiçbir şey yazmayın. Kim benden Kur’an dışında bir şey yazmışsa imha etsin.” (Sahihi Müslim Kitab-ı Zühd 72, Ahmed bin Hanbel, Müsned 3/12, 21, 33) “Biz hadis yazarken Hz. Peygamber yanımıza geldi ve “yazdığınız şey nedir?” dedi. “Senden işittiğimiz hadisler (sözler)” dedik. Hz. Peygamber şöyle dedi: “Allah’ın kitabından başka kitap mı istiyorsunuz? Sizden evvelki toplumlar Allah’ın kitabı yanında başka kitaplar yazdıkları için yoldan çıktılar.” (El Hatib, Takyid, sayfa 32) “Allah elçisinden sözlerini yazmak için izin istedik, bize izin vermedi.” (Tirmizi, es-Sünen, K. İlm, sayfa 11) “Sahabe Allah’ın elçisinden sözlerini yazmak için izin istediler. Ancak onlara izin verilmedi.” (Darimi, es-Sünen, Mukaddime 42) 11- Peygamberimiz, eğer hadisler vahiy ise onları yazdırarak koruma altına almamıştır. Ondan daha önemlisi Müslim’in rivayet ettiği hadiste “Kim Kur’an dışında bir şey yazdıysa yazılanların tümünü imha etsin” demiştir. Peygamber, hiç vahyi imha ettirir mi? Peygamber vahyi korumazsa, hele bir de imha ettirirse, böyle peygamber olur mu? Böyle peygamber olursa, imha ettirdiği vahiy olur mu? 12- Peygamberimizin her konuştuğu vahiy ise, bu, resul'ü insan olmaktan çıkarmak anlamına gelir. O, kendisine vahiy monte edilip programlanmış bir robot kabul edilmiş olur. Bu takdirde onun aynen bizim gibi beşer olduğunu vurgulayan ayetleri yok saymak gerekir. 13- Rasul beşer olması hasebi ile bazı konularda yanlışlar yapmış ve vahiy ile doğrultulmuş, şiddetli bir şekilde uyarılmıştır. Rasûlullah’ın vahiyle bazı davranışları ve sözleri düzeltildiğine göre, onun sözleri ve davranışları vahiy ise; vahiy yanılmış, vahiy vahyi düzeltmiş olur. Peki, o düzelten vahye nasıl güvenilecek? Düzeltilen vahy yanıldığına göre, düzelten vahyin yanılmadığı nasıl kabul edilecek? Hiç vahiy yanılır mı, ya da yanılan şey vahy olur mu? Bir şey hem Allah’tan gelecek, yani Allah’ın vahyi olacak, hem de yanılacak; bu Allah’ın vahyini, o vahyi gönderen Allah’ı âciz gösteren büyük bir iftira olmaz mı? Resulün kimi uygulamalarını bilahare eleştirip düzelten Kur’an ayetleri dikkate alındığında, Allah’ın önce Peygamberi yönlendirip böyle yaptırdığı, daha sonra da uyarıp neden böyle yaptın diye eleştirdiği iddia edilmiş olur ki, bu büyük bir çelişki olur. 14- Necm sûresi 4. Âyetinde geçen “O vahyedilenden başkası değildir” ayeti, nice âlimlerin de ifade ettiği gibi, Kur’an ile ilgilidir. “O” zamiri Kur’an’a râcîdir. Yani Kur’an vahiyden ibarettir, anlamına gelir. Yoksa, “o ne konuşuyorsa vahiydir” diye anlaşılırsa, günlük hayatla ilgili konuşmaları, eşleriyle özel konuşmaları da mı vahiy kabul edilecek? Dinle ilgili konuşmaları denilecek olursa, peygamberimizin sözlerinden ve yaptıklarından hangileri din, hangileri özel ve dünyadır, bunu kim nasıl ayıracaktır? Kaldı ki, dinle ilgili bir söz söylerken her sözü vahiy olarak konuşmak zorunda olan, her soruya cevap vermek için vahyin gelmesini bekleyen ve bekleten bir kimsenin hayatı makineye, robota benzemez mi? Böyle bir makine, insana nasıl güzel örnek olur? 15- Beşerî olan, bize ulaşması açısından zan ve şüphe içeren sözler lâ raybe fîh olan vahiyle eşit tutulabilir mi? Vahiyde şek ve şüphe olur mu? Vahyin zayıfı, uydurması olur mu? Vahy olan ifade, acaba şu kelime ile mi söylendi, bu kelime ile mi diye tereddüt edilir mi? 16- Rasûlün konuştukları gayr-i metluv vahiy olduğu kabul edilince, özellikle tasavvufun önde gelenleri, kendi söz ve yazılarının da vahiy gereği olduğunu ileri sürebilmişler, vahy- i gayr-i metluv kapısının açılmasıyla kendi görüşlerini Allah’ın vahyi olarak halka sunmuşlardır. Celâleddin Rumî ile Said Nursi’yi bu konuda örnek verebiliriz. İskender Evrenesoğlu gibiler de işi daha belirgin hale getirmiş, kendisine vahiy olarak kitap indiğini çevresine inandırmış, kameralar karşısında vahiy alma(!) gösterilerinde bulunmuştur. 17- Korunmamış kimi haberlerin/iddiaların Allah sözüymüş gibi aktarılması dinin zan ve şüpheye dayandığı gibi bir imaj doğuracaktır. Beşerî olanın ilahileştirilmesine yol açacaktır. İkisi de vahy denilerek sünnetin Kur’an’ı neshedebileceği, sünnetin merkeze alınıp Kur’an’ın te’vil edilebileceği, uygulamada hadislerin merkeze alınıp temel kabul edileceği, Kur’an’ın da daha geriye atılabileceği anlayışını oluşturduğundan, dolayısıyla Kur’an’ın mehcur bırakıldığı bir duruma sebep olunmuştur. 18- Allah biraz sonra değiştireceği emri niye versin? Allah geleceği de bildiğine göre niye vahiy vahyi iptal etsin? Vahiy, vahyi iptal etmez. Vahiy, vahiyleri tasdik eder. Allah'ın son peygamber’e indirdiği vahyi, O'nun hükmü kıyamete kadar geçerli değil midir? 19- Ashab, Peygamberimizin söz ve davranışlarını vahiy olarak algılamıyorlardı. Eğer vahiy olarak algılasalardı, Kur’an ayetleri için gösterdikleri özen ve gayreti hadisler için de gösterirlerdi. Gecelerini gündüzlerine katarak onları da ezberlemeye çalışır, Rasulullah’ın (s.a.s.) ağzından çıkacakları kaçırmamak için dizinin dibinden ayrılmazlardı ve Kur’an için dediklerini bunlar için de söylerler; “işittik ve itaat ettik” derlerdi. Ve biz de “bu rivayetlere vahiy demeyelim” diye teklif etmezdik, edemezdik. 20- Eğer hadisler de vahiy ise, bilerek veya bilmeyerek, Rasul ve ashâbı, gelen vahiylere ilgisiz kalmakla, onların yazılmasını istemeyerek, onların yok olmasına göz yummuş olmazlar mıydı? Rasul, Allah’ın vahyi karşısında taraf tutmuş, ayrıcalık yapmış, bazısını gerekli, bazısını gereksiz görmüş olmaz mı? Rasul, gelen tüm vahiyleri titizlikle koruyup toplumuna ulaştırmışken, hadisler vahiy ise niye bunlara Kur’an’a karşı gösterdiği ilgiyi göstermemiştir? 21- Vahiy kâtipleri hadisleri niye yazmıyordu? Hadisler vahiy ise, bunlar da Vahiy kâtibi ise, onları da yazmaları gerekmez mi idi? Hadisler vahiy ise Rasulullah vahyin bir kısmını (Kur’an’ı) yazdırdığı halde, diğer vahiyleri niye yazdırmıyordu? Vahiy olan Kur’an’ı ezberlettirdiği gibi diğer vahyi (hadisleri) niye ezberlettirmiyordu? Tam tersine, hem Peygamberimiz zamanında ve hem de dört halife döneminde hadislerin yazılması yasaklandı. 22- Haydi, diyelim; Rasul ve ilk Müslümanlar vahye karşı böyle bir (hâşâ) zaaf gösterdiler, madem hadisler vahiy idi, o zaman Allah kendi vahyini niçin korumadı? Kur’an vahyini korumak için, onun yerine ulaşmasını engelleyenler için tehdit üstüne tehdit savuran Yüce Rabbimiz, eğer Rasulün sözleri (bir kısmı da olsa) vahiy ise, onların insanlara ulaşmamasına, kaybolmasına, niçin müdâhale etmemiştir? Allah’ın kendi vahyini korumaması veya vahiyleri arasında ayrım yapması mümkün olabilir mi? Âlimlerin mütevâtir olduğu konusunda ittifak ettiği tek hadis rivayeti olan "Men Kezebe aleyye felyetebevve' mak'adehu mine'n-nâr" (Kim benim adıma yalan söylerse Cehennemdeki yerine hazırlansın.” (Buhârî, İlim 38) hadisinde, Peygamberimiz adına yalan söyleyenlerin, yani onun söylemediği sözü ona isnat edip hadis diye iddia edenlerin çıkacağı belirtilmiş olmuyor mu? Allah, hadisleri de korumuş olsa, bu sözü peygamberimiz niye söyleme ihtiyacı hissetsin? Kaldı ki, bu mütevatir hadise bile, nice âlimin belirttiği şekilde “müteammiden/kasden” kelimesinin ilave edildiği, hadisin aslında bu kelimenin olmadığı durumu bile, hadislerin korunmadığının ayrı bir delilidir. 23- Rasulün sözleri de vahiy olsaydı, ashâb-ı kiram, Kur’an âyetleri için gösterdikleri gayretin, özen ve titizliğin aynısını hadisler için de göstermezler miydi? Ne yazıya geçirdiler, ne ezberlediler, ne öğretmek için özel öğretmenler ve özel ortamlar oluşturdular, ne de ileriye yönelik Müslümanlara hadislerin korunduğu ve korunması gerektiğiyle ilgili bir tavsiyede bulundular. Kur’an ayetleri karşısında “işittik ve itaat ettik” dedikleri halde, Rasulün bazı sözleri karşısında aynı tavrı takınmadılar. Kendi fikirlerini söylediler, istişarelerde bulundular, hatta bazen de itiraz ettiler. 24- Rasulün söz ve uygulamaları vahiy olsaydı, Allah’ın bunların bazılarını desteklemesi, bazılarına da karşı çıkıp düzeltmesi sözkonusu olmazdı. Her ikisi de vahiy olduğuna göre bu, Allah’ın kendisini tasdik etmesi veya tekzip edip düzeltmesi anlamına gelirdi ki, bu durum Allah inancını temelden sakatlayan bir anlayış ortaya çıkarırdı. Bu da Kur’an’ın temel iddialarıyla çelişirdi. O yüzden Kur’an dışı vahiy yoktur, olamaz. 25- Vahiyler, bütün insanlara tebliğ edilmesi gereken hakikatlerdir “Yâ eyyuharrasûlu belliğ mâ ünzile ileyke min rabbik. Ve in lem tef’al femâ bellağte risâleteh… / Ey Rasûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O’nun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah, seni insanlardan korur. Şüphesiz Allah, kâfirler topluluğunu hidâyete erdirmeyecektir.” (5/Mâide, 67). Nice hadisi bir veya iki-üç kişi rivayet ettiğini de değerlendirdiğimizde, Rasûlullah’ın nice sözlerini ashab bile duymamıştı, bilmiyordu. Hz. Ebûbekir ve Ömer gibi Peygamberimizin en yakını olan ashâbın çok az hadis rivayet ettiğini de hesaba kattığımızda, belli bir kişi veya zümreye tahsis edilen, bütün ümmete ulaştırılması emredilmeyen hususlar vahiy olamaz. 26- Peygamberin zihninde ortaya çıkan sözler, ne kadar hikmetli ve doğru olursa olsun, onun sözleridir. Vahiy ise, Allah’a ait kelâmdır, yani İlâhî sözlerdir. Beşerin sözü ile Allah’ın kelâmı aynı olamaz. 27- Hz. Peygamber’e ait sözleri vahiy kabul etmek; “İn hâzâ illâ kavlu’l-beşer / Bu, insan sözünden başka bir şey değildir.” (74/Müddessir, 26) diyen ve Kur’an’da reddedilen müşriklerin iddialarıyla benzer bir sonuca götürürdü. 28- Nice çalkantı ve zulümlere sebep olan ve tarihin derinliklerinde kalmış bulunan meşhur konuyu hepimiz biliriz: “Kur’an, Allah kelâmıdır, Allah’ın kelâmı ise O’nun sıfatıdır ve dolayısıyla mahlûk değildir.” Hadisler de vahiydir diyenler, aynı iddiayı hadisler için de yapabilirler mi? Peygamberimizin sözleri de mi mahluk değildir? 29- Tevhid; Allah’ı; zâtında ve sıfatlarında tek kabul etmek, O’na zâtında ve sıfatlarında ortak, eş, benzer kabul etmemektir. Hadisler de ayetler gibidir demek tevhidle bağdaşır mı? Biri Rab, biri kul olarak Allah ve Rasul nasıl birbirinden çok farklı ise, Allah’ın kelâmı ile Rasul’ün sözü de, yani âyet ve hadis de birbirinden çok farklıdır, benzer kabul edilemez. İkisi de vahiy ise, ikisine de aynı muâmele yapılması gerekir. Hâlbuki hadisleri namazda kıraat olarak okuyamayız. İbadet niyetiyle ve makamla okuyamayız. 30- bir rivayette yer alan ve Rasul’e ait olduğu ifade edilen söz ya da amelin arkasında velev ki Allah'ın ona yönelik ilhamı bulunsun, Allah (c) tarafından korunmuş Kur'an'da yer almadıkça bu ilahi ilişki ve yönlendirmeden emin olamayız. Ancak aktarılan söz ya da amel Kur'an'a uygunsa Rasule ait olduğu galip zannıyla onunla amel edersek inşallah Resule itaatin ecrini alırız. Bir de şu husus önemlidir; "gayr-i metluv"culara sormalıyız, arkasında "gayri metluv vahiy" ya da "ilham" olmadıkça Resulün Kur'an hükümlerinden hareketle yaptığı içtihadına, dini tavsiyelerine, emirlerine itaat etmeyecek misiniz? Hâlbuki, emin olmadığımız zanlarla arkasında "vahy-i gayri metluv" ya da "ilham" olduğunu iddia ederek değil, sadece Rasul yaptığı ve söylediği için onun din konusunda yaptıklarını yapmalı, emirlerine itaat etmeli değil miyiz? O halde, gaybı taşlayarak Rasul’ün yapıp ettiklerinin arkasında zanna dayalı ilahi yönlendirmeler aramak yerine, "Allah'a ve Resulüne itaat edin" ilahi emri gereğince, arkasında Kur'an dışı ilave bir vahiy aramadan, sadece Rasulullah yaptığı ve söylediği için ona itaat etmenin Kur'an'a itaat gibi farz olduğunun bilinciyle hareket etmeliyiz. Din kuralları koyan vahiy, Kur’an’da toplanmıştır. Ancak, Kur’an dışında, Allah ve Resulü arasında tabii ki (din vazetme anlamında olmayan) bir ilişki söz konusu olabilir. Rasulullah ile Allah arasındaki Kur’an vahyi dışındaki bu muhtemel ilişkinin bizi bağlayıcılığı ise, ancak bilâhare Kur’an’a yansıyarak olur. Yahut da Resulün bir içtihadı ya da uygulaması haline dönüşerek bize ulaşırsa bizi bağlayıcı hale gelir. Bunda dahi, arkasında zanna dayalı böyle bir iddia (yani Allah'ın Kur'an dışı ilhamla yönlendirmesi) olduğu için değil, sadece Resulün din konusundaki bir içtihat ve uygulaması olduğu için ve Kur’an gereğince bağlayıcılığı vardır. Rasulullah’ın bütün yapıp ettiklerinin vahiy olduğunu (vahy-i gayri metluv) iddia etmek, hem Kur’an’a aykırı, hem Allah’ın din konusundaki ve gayb haberleriyle ilgili vahyi Kur’an’da toplanmışken, bunların bir kısmının Rasulullah tarafından Kur’an’a koydurulmayıp gizlendiği, ya da sadece birkaç kişiye söylendiği gibi bir iftira olur ki, bu risâlet görevinin tam anlamıyla yerine getirilmediğini iddia etmek anlamına gelir.

Bu yazı toplam 3409 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar