Ahmet Taşgetiren
Lahendayk"ı sıkıştırmak
Lahendayk"ı sıkıştırmak
Medyada derinlemesine mülakat işi, Türkiye'de neredeyse bayan gazetecilerin tekelinde. Nuriye Akman bu alanda bir klasik oluşturdu denebilir. Neşe Düzel, sistem sorgulamasına yönelik mülakatlarıyla hep referans olmayı başardı.
Devrim Sevimay, Mine Şenocaklı, şimdilerde geri planda dursa da Balçiçek Pamir, bu sahanın diğer yıldız isimlerinden... Yasemin Çongar diplomasi alanının yıldız siması...
Soru sormak, gazetecilikte bilginin - haberin anahtarı durumunda. Bir anlamda mülakatı, soruyu soran yönetiyor. Mülakat veren ana aktör gibi dursa da daha edilgen konumda kalıyor. Hele mülakat yapan, baskın - belki baskıcı bir yöntemle hareket ediyorsa, mülakat veren "kendi dışında" bir sima haline bile dönüşebiliyor. Eğer mülakat veren kendi çizgisine saygıyı önemseyen birisi ise, bu defa da ya gazeteci ile sürekli çekişme yaşanan bir metin ortaya çıkıyor ya da soru ile cevabın, birbirinden kopuk ve uç noktalarda gezindiği bir görüşme...
Bu ön değerledirmeleri, pazartesi ve salı günleri Devrim Sevimay'ın Milliyet'te yayınlanan Jost Lagendijk (Yost Lahendayk şeklinde okunuyormuş) ile mülakatını değerlendirmek için yaptım. Hemen belirteyim ki, Devrim Sevimay, iyi soru soran bir gazeteci. Konusuna iyi çalışan, cevapları iyi takip eden, ayrıntıları yakalayan, cevaba karşı soru üreten dolayısıyla eskilerin efradını cami ağyarını mani diye nitelediği mülakatlar çıkaran bir insan. Ama şu son mülakat için aynı şeyleri söylemekte zorlanıyorum.
Peşinen söyleyeyim: Bu mülakat, içine Milliyet'in son zamanlardaki misyonu sinmiş bir nitelik arz ediyor. Devrim Sevimay, bu misyonu içselleştirmiş olabilir, kendisinden böyle istendiği için yapmış olabilir ama mülakat, bir taraf adına üretilmiş soruları ihtiva ediyor. Peki ne olmuş? Bilinen Avrupalı simalar, AK Parti'ye yönelik kapatma davasından bu yana sahnede daha çok görünüyorlar ve bu gelişmenin demokratik teamüllerle uyum arz etmediğini, laikliğin bu şekildeki uygulamasının AB kriterleri içinde yer alan "demokratik laiklik" uygulamalarına uygun düşmediğini, Türkiye'de bir inanç özgürlüğü problemi bulunduğunu, vs. belirtiyorlar. CHP'yi suçluyor, AK Parti'nin AB politikalarını önemsiyorlar.
Bu duruş, AK Parti'nin bir biçimde terbiye edilmesi gerektiğine, kapatma davasının da bu terbiye yöntemlerinden birisi olduğuna inanan çevrelerde tepkiye yol açıyor. Onlar laikliğin tehdit altında olduğuna, Türkiye'nin sür'atle dindarlaştığına, AB'nin bunun önlenmesi yerine, AK Parti'yi destekleyerek Türkiye'nin "Ilımlı İslam" diye nitelenebilecek bir sürece doğru götürülmesine bilinçli olarak göz yumduğuna inanıyorlar. "Onlar" dediğimiz çevrenin medyadaki sözcülüğünü Doğan Grubu yapıyor.
Doğan Grubu içinde belki "Köşe" olarak farklı yaklaşımlar bulunuyor ama editoryal kadro, hemen tamamen bu misyona kilitlenmiş bir görüntü arz ediyor.. İşte burada, "AB'yi sıkıştırmak" gibi bir tavır devreye giriyor. Sıkıştırmanın bir boyutunda "Ulusalcı sövgüler" var. Bir boyutunda "Siz ne yapıyorsunuz, siz laikliğin şampiyonu değil misiniz? İslamcı bir AK Parti'yi desteklemek Avrupa'nın ana değerlerine aykırı. AK Parti takıyyenin şahını yapıyor " gibi uyarı - serzenişler var. Bir boyutunda "Siz Türkiye'yi bilmiyorsunuz, laiklik konusunda bir kere taviz verdiniz mi önünü alamazsınız?" türü ikazlar var.
"Yaşam tarzımızın değiştirilmesinden korkuyoruz!" çığlıkları var. Ertuğrul Özkök'ün AB nezdinde lobi oluşturma çağrıları var. Ak Parti'den daha fazla AB'ci olup, AB'yi etkileme hesapları var. Ve Devrim Sevimay gibi soru sormak var. Devrim Sevimay, sorularında ortaya çıkan profile baksa, bu mülakatın çok "yanlı" bir mülakat olduğunu görecektir. Yani özetle şu: -Neden laiklerin korkularını önemsemiyorsunuz? Bu tondaki sorular sonunda "Laiklik kaygılarına daha hassas olmalıyız" gibi bir manşetin oluşmasına imkan verecek cevaba ulaşıyor.
Bu arada "AKP Avrupalılar'ı endişelendirmişti - AKP'lilerden bazıları değişmedi" gibi cevaplar da elde ediliyor. Eh, bu açıdan bakıldığında Milliyet editörlüğü Sevimay'ı kutlayabilir. Ama bu görüntüleri çoğaltarak, kendi mesleki kariyerine bir çizik attığını düşünenlerin sayısı da az olmayacaktır. Kaldı ki, soruların bunca kanırtıcı niteliğine rağmen Lahendayk, dışarıdan bir gözlemci olarak Türkiye'deki asıl sancıyı ifade etmekten de geri kalmıyor.
Bakın işte: "...Bence buradaki asıl sorun, statükocuların bu laiklik meselesini kötüye kullanmaları. Yani statükoyu korumak için laikliği ön plana çıkarmaları. Bu da konuyu zorlaştırıyor." "Aslında benim bütün anlatmaya çalıştığım Türkiye'de 'normal' denilen bu parti kapatma sürecinin Avrupa'dan bakıldığı zaman mümkün görünmediği, imkansız olduğu...."
Burada Sevimay "ney imkansız, yüzde 47 mi?" diye üsteliyor. "Yüzde 47, evet, diye cevap veriyor Lahendayk, bu şüphesiz bir gerekçe. Çünkü iddianameye baktığımız zaman, orada kullanılan bütün kapatma gerekçeleri laik kesim tarafından seçim kampanyası sırasında zaten topluma söylendi. 'AKP'ye oy verirseniz Türkiye'de laiklik tehdit altına girer' dendi. Sevimay soruyor: -Bu neyi gösteriyor sizce?
İşte cevabı: "Yani yüzde 47 bu gerekçelere inanmadı, prim vermedi. Ve sonuçta o gerekçeleri öne süren kesim seçimleri kaybetti. O yüzden şimdi AKP başka metotlarla iktidardan uzaklaştırılmaya çalışılıyor. Avrupa'daki anlaşılma bu." Asıl sorun: Statükoyu korumak için laiklik... Seçimde kaybedenlerin AKP'yi başka metotlarla iktidardan uzaklaştırma girişimleri... Yaşanan sürecin Avrupa'daki yorumu bu. Ah şu Avrupalılar! Onları bir türlü kendi şablonlarımıza indirgeyemiyoruz! Usta mülakatçılarımızın hüneri bile bunun için yeterli olmuyor.
bugün