
Ahmet Taşgetiren
Lebâleb
Lebâleb” “Leb” dudak demek Farsça’da… Lebâleb ise dudaktan dudağa anlamına geliyor. Türkçede “Ağzına kadar dolu” ifadesinin eski dildeki, Osmanlıca’daki şekli. Nerden çıktı lebâleb?
Bir haber var şimdilerde haber bültenlerinde dönen: Yönetim 11 tane cezaevi daha yaptırmaya karar vermiş…
Mevcutlar “lebâleb” dolu olduğu için…
Son günlerde hep göz altıları ve tutuklamaları konuşuyoruz ya…
“Size de çıkabilir” diye bir reklam sözcüğü vardı hani… Bir umut pazarlaması idi. Şimdilerde risk uyarısı haline geldi. Kim bilir belki de herhangi bir arkeolojik kazıda arşivlerde bir tweetinize rastlanır, iltisak (bağlantı) üretilir, şafak vakti kapınız çalınabilir.
Bakıyorum, sokak röportajlarında mikrofon uzatılan sade vatandaşlar, elleriyle dudaklarına fermuar işareti yapıyorlar. Bu, “nemelâzım arkadaş” demek. “Başıma iş açmayayım” demek.
Göz altı ve cezaevi susturmak içinse insanları, evet işte dört duvar arasına girmeden de insanlar ağızlarına fermuar çekiyorlar. Ne yaptık, sokakları cezaevine mi döndürdük?
Hani kara bulutlar çöker de “Hava karardı” deriz. Bulutlar iner, iner, iner yer yüzüne doğru… Bu karaltı şimdi boşalacak üzerimize… Öyle bir iklimi yaşıyor insanlar…
Bir yandan dertleri, bunalmışlıkları, feryat ederek boşalma tıkanmışlıkları… Bir yandan da fermuar çekme zorunluluğu…
“15 yaşında bir çocuk hakaretten tutuklandı” haberi söz gelimi… Çocuk ne, hakaret ne, tutuklanma ne?
Bir devlet yöneticisine hakaret neden 15 yaşındaki çocukların dünyasına ne girer ki?
Ya da 70 yaşındaki emekli vatandaş sokak röportajında duygu boşalması sebebiyle üç – beş kelime söylediği için önce Emniyet’e ardından Silivri’ye götürülür mü?
Cezaevleri “lebâleb” dolu, sokaklarda da açık cezaevi iklimi yaşanıyor. Herkesin ayağında ya da dudaklarında elektronik kelepçe… Adaleti araya araya buraya mı geldi bu memleket?
Ben bu soruları kime sormalıyım?
Kimi ilgilendirmeli bunlar?
İktidarın hukukçuları vardı… Abdülhamit Gül söz gelimi… Bilmem kaçıncı reform paketini hazırlayan bakandı… Bülent Arınç söz gelimi. Cemil Çiçek söz gelimi… Hayati Yazıcı söz gelimi… Bunların her biri hukuk hassasiyeti olan insanlar… Öyle düşünürüm…. Ne diyorlar bu gidişe? Bu gidişin dünyada Türkiye’yi getirdiği lige ne diyorlar?
Bir “Lekelenmeme hakkı” vardı bir zamanlar yargı reformları içinde zikredilen… Bu iktidar getirmişti bu hassasiyeti… “Reform”a ihtiyaç duyuluyordu, reformlara… Dünya standartlarına yetişecektik…
“Lekelenmeme hakkı masumiyet karinesinin bir yansıması olup devletin yargı eliyle bireylerin kişisel ve toplumsal anlamda telafisi imkânsız zararlara uğramasını engelleyen bir ilkedir. Suç işlememiş insanları soruşturma veya kovuşturmanın bir süjesi haline getirmek lekelenmeme hakkının ihlali olup görevi kötüye kullanma suçunu oluşturmaktadır.”
Hani nerede “Lekelenmeme hakkı” nerede “Masumiyet karinesi”?
“Adalete güven yerlerde sürünüyor” cümlesi halkın değerlendirmesini yansıtır hale gelmişse, Türkiye dünya sıralamasında ihlâlde üst sıralarda, hukukta diplerde sıralanır durumda ise, feryadı sadece muhalefet mi seslendirmeli, iktidar cenahında birileri “Biz nereye gidiyoruz?” sorusunu sormalı değil mi?
“Lekelenmeme hakkı” yerine “suç üretimi” yapılan bir iklim… Şu suçlamayla gözaltına alıp, şu iltisakla cezaevine göndermek… Tam bir karambol… Tam bir öngörülemezlik… Yani hukuk alanının keyfiliğe yönelişi… “Mimleme…”
Sonra sembol kişilikler… “Tabii hakim” yerine “Bu işi en iyi kim yapar?” arayışı…
Şu davada kurtarıcı kadrolar şu davada mahkûm edici kadrolar…
“Avukat tutma……….”
Yukarda iktidar çevresindeki hukukçu isimleri saydım. Onlara “Bu böyle mi gidecek?” diye sormak isterim. Yani “Siz vardınız ve bunlar bunlar oldu, ne yaptınız?” diye sorulduğunda ne diyecekler? “Gücümüz yetmedi, zayıf düşürülmüştük…” cevabı yetmiyor kimi ortamlarda…
Bu gidişle 11 cezaevi yeter mi, sorusunu sorup bitireyim mi yazıyı?
Yoksa en üstteki yetkililere “Ülkenin nereye doğru gittiğini gerçekten okuyabiliyor musunuz yoksa sizleri de mi aştı ürettiğiniz yapı?” diye sorayım mı?