'Levlâke'nin manâsı

Bir hadis-i kudsîde Cenab-ı Allah (cc), Peygamber Efendimiz (sas) için "Levlâke, lemâ halaktü'l-eflâk = Sen olmasaydın, kâinatı yaratmazdım!" buyurur.
Cenab-ı Allah (cc), kâinatı mükemmel bir saray suretinde yaratmış, içlerindeki bütün cisimlerle birlikte gökleri, bütün güzelliğiyle yeryüzünü bu sarayın tefrişatı olarak var etmiştir. Önce cinler, bu kâinat sarayının şerefli ve nazdar misafirleriydiler ve sarayın Sahibi'ni gerektiği gibi tanıyıp O'na ibadet etmek, sarayı da onun Sahibi'nin talimatı istikametinde kullanmak sorumluluğu altındaydılar. Ne var ki, bu sorumluluğu gerektiği ölçüde yerine getiremediler ve Cenab-ı Allah (cc), cinleri Kendisi'ne ibadet sorumluluğundan elbette azade etmedi, fakat yerlerine sarayı talimatı istikametinde kullanacak asıl misafiri olarak insanı var kıldı; yani, insanı yeryüzünde cinlere halef/halife yaptı. Bu sarayda, onun tefrişatını insanın hizmetine verdiği gibi, Kendisi'ne ibadet ve kusursuz hizmet eden meleklerin en azından bir bölüğünü de Kendi emirleri istikametinde insana hizmetkâr kıldı. Cinlerden bir varlık olarak İblis'e de insana secde etmesi, yani onun hizmetine koşulması emrini verdi ama İblis, irade sahibi bir varlık olarak bu emre itaatsizlikte bulundu, Şeytan oldu. Şu kadar ki, kendisine insanın doğru yoldan sapması için çalışma müsaadesi tanınmakla birlikte, bu müsaade esasen, insandaki istidat, yani potansiyellerin kabiliyet haline gelmesi ve iradesini doğru yolda kullanabilen insanın mânen terakkisi yolunda yine ona hizmet etmesi demekti. Cinler, irade sahibi sorumlu varlıklar olarak insanın hizmetine mutlak anlamda koşulmadılar, fakat Cenab-ı Allah, bir yandan onları da kullanabilecek bilgiyi insanlardan en azından bazılarına verirken, diğer yandan, onların dünyasını insanın dünyasına tâbi kıldı.

İşte, kâinat sarayının nazdar ve şerefli misafirleri olarak cinlerin ve insanın vazifesi, sarayın Sahibi'ni gerektiği gibi tanıyıp, O'na ibadet etmek ve sarayı O'nun talimatı istikametinde kullanmaktır. Bu vazifeyi yerine getirmede sarayı içindeki tefrişatıyla birlikte çok iyi tanıyan, onun Sahibi'ni de çok iyi tanıyan ve O'na nasıl ibadet edileceğinin yanı sıra sarayın nasıl kullanılması gerektiğini de çok iyi bilen, bildiklerini de başka herkese kusursuz olarak anlatacak bir kılavuza mutlak ihtiyaç vardır. Aksi halde, yani tefrişatıyla birlikte saray ve Sahibi gerektiği gibi tanınmaz, sarayın Sahibi'nin misafirlerden istekleri, yani sarayın nasıl kullanılacağı bilinmez ise o saray, boşuna yapılmış olur. Bundan dolayıdır ki, söz konusu kılavuzun varlığı, sarayın varlığı için olmazsa olmaz bir gerekliliktir. Sarayın Sahibi, tarih içinde bahis mevzuu kılavuzlardan pek çoklarını var etmişse de, kılavuzluğu en kâmil manâda yerine getiren, bu kılavuzluk misyonu için yaratılan Allah Rasûlü Hz. Muhammed (sas)'dir. O'nun risaleti kâinatın yaratılmasının; duası ve ibadeti, Âhiret'in yaratılmasının sebebidir.

Konuya kozmolojik noktada bir başka açıdan yaklaştığımızda, karşımızda duran apaçık gerçek şudur: Kâinata bir ağaç olarak da bakılabilir. Her bir ağaç gibi, kâinat veya yaratılış ağacının da bütün varlığı çekirdeğine kodlanmıştır; çekirdek, ağacın tamamını öz olarak kendinde taşır. İşte, Hz. Muhammed'in nuru, varlığının özü, kâinat ağacının çekirdeği, ağacın tamamının ruhu mahiyetinde onun neşv ü nema kanunu; dünyadaki cismanî varlığıyla zâtı ise bu ağacın en mükemmel meyvesidir. Bütün diğer peygamberler, onun canlı kökleri, bütün asfiyâ, ulemâ, evliyâ, mü'min idareciler ve kumandanlar, onun meyveleridir. Ayrıca, Bediüzzaman Hazretleri'nin engin ifadeleriyle, kâinata büyük bir kitap nazarıyla bakılırsa, Nur-u Muhammedî (sas), o kitabın Kâtibi'nin kaleminin mürekkebidir. Eğer dünya yekpare canlı bir varlık farz edilse, o nur, onun ruhu olur. Eğer büyük bir insan tasavvur edilirse, o nur, onun aklı olur. Eğer pek güzel şaşaalı bir cennet bahçesi tahayyül edilirse, Nur-u Muhammedî onun bülbülü olur. Kısaca, medyundur O'na kâinat, "medyundur O'na beşeriyet; ya Rab, bizi Mahşer'de bu ikrar ile haşret!"




zaman

Bu yazı toplam 730 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar