Abdurrahman Dilipak
Maduro sana söylüyorum, Erdoğan sen dinle!
Maduro 8 gün içinde seçim kararı almalı imiş. Yok canım. Macron niye 8 gün içinde seçim kararı almıyor ya da Trump veya May. Sisi niye seçim kararı almıyor 8 gün içinde. Ya da Veliaht Prens Selman. Kaşıkçı cinayetinin üzerinden kaç gün geçti, bir cevap var mı! Adam ülkenin para babalarını toplayıp sermayelerine el koydu, kimsenin sesi çıktı mı? İşte Küresel kapitalizm böyle bir şeydir. Herkes efendilerinin önünde eşit ve uygun adım. Ama efendiler bu kurala uymak zorunda değiller. Hatta onlar kendi aralarında da eşit değiller.
5’li çete sadece 28 Şubat’ta yoktu, BM Güvenlik Konseyinde de var. Ve artık kedi aralarında da birbirlerine dişlerini gösteriyorlar. Mesela Irak’ın Kerkükkentini ziyaret eden Çin Halk Cumhuriyeti›nin Bağdat Büyükelçisi Chen Viching, ülkesinin Kerkük kentinin kalkınması ve altyapısının yeniden inşa edilmesine katkıda bulunmak istediğini belirtti. Çin artık burnumuzun dibinde. Kuveyt’in starejik öneme sahip Fav adası Çinliler tarafından kiralandı. Şimdi de Kerkükiçin göz çırpıyorlar. Bu hamle körfezdeki bütün dengeleri altüst edecek bir adım.
Şöyle bir söz var: Ben amcaoğullarım ile kavgadayım. Ben ve amcaoğullarım düşmanla savaştayız.
AB ülkeleri ABD ile kavga ediyor ve bir bakıyorsunuz ABD-AB ile beraber olmuş, Venezuela Devlet Başkanı Nicolás Maduro Moros’a saldırıyorlar. Ortak çıkarları söz konusu ya, kendi aralarındaki kavgayı unutuveriyorlar. Biri giderse, domino etkisi ile diğerlerinin de bu işten büyük zarar göreceklerinin farkındalar.
Ama aynı yardımlaşmayı mesela İsrail’in Filistin halkına karşı düşmanca politikalarına karşı göstermiyorlar. Çıkarları söz konusu olduğunda ilkeleri helvadan bir puta dönüşüyor. Zaten puta dönüşmeden de bir makyaj malzemesinden başka bir şey değil. Tavşana kaç, tazıya tut diyorlar. Önce kıyafet değiştirip ya da maşa kullanıp, kötü adam oluyor, hastalık saçıyorlar sonra da doktor kılığına girip gelip bize akıl vermeye kalkıyorlar. Bunların, adalet, barış, özgürlük, insan hakları, çevrecilik dedikleri şey “oltaya taktıkları yem”den başka bir şey değil. Irak’ı demokrasi ve özgürlük getiriyoruz diye işgal etmediler mi? Bizim hapishanelerimizi denetleyenlerin Ebu Gureyb ya da Guantanamo’da neler yaptıklarını görmedik mi? Gulak Takımadalarından ne farkı vardı.
Ulus devletler, modern zamanların İlahlık ve Rablik taslayan düzenlerine dönüştü. Seküler kutsalları var. “Kutsal bir devlet”ten söz etmeseler de, adına yemin edilen, uğruna ölünen, “ulusal çıkar” deyince her şeyin meşru olduğu bir yapıdan söz ediyoruz sanki. İkonaları var. Seremonileri var. Milli ibadete dönüşen törenleri var. “Milli Şef”, “ebedi şef”, “tek adam” hepsi var bazı ilkelerde. Kimi din maskesi arkasına saklanmış, kimi mezhep, kimi ideoloji, kimi ırk, kimi demokrasi maskeli. Siyaset hızla erdem değerlerinden uzaklaşıyor. “Hak merkezli” bir eylem alanı olmaktan çıkıyor sanki.
Bir zamanlar “insan merkezli” düşünmek modaydı. Bu “Humanist” bir bakış açısı aslında. Biz insan merkezli de düşünemeyiz. İnsan ekmeli mahlûkat, eşrefi mahlûkat olabildiği gibi belhum adal da olabilir. Bizim için Hak nerde tecelli ederse biz orada olmalıyız. “Hakk’a tapan bir millet” olacaksak bu böyle. Evet, “Hayrunnas menyenfaunnas”: İnsanların en hayırlısı, insanlara faydası olandır. Çevresine, bulunduğu zamana ve mekâna anlam, değer, güzellik katandır insan.
Merkezde “Ben” ya da “biz” değil, Hak olacak. Benim kendim ya da ulusum, şeyhim, liderim, kavmim değil. Hep söylüyorum: Haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana, zalime karşı, zalim babam da olsa, mazlum düşmanım da olsa. Buna “evet” diyemiyorsanız, kim olduğunuza yeniden karar verin. İşi ehline vereceğiz. Ehliyet ve liyakat imandan önce gelecek. Kadın-erkek, işçi-patron, benim kavmim, kabilem, ulusum, benim hemşehrim, akrabam geçin bunları. “Bir kavme olan düşmanlığınız bile bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevketmeyecek”, buna var mısınız? Akif ne diyordu: “Küfr olur, başka değil, kavmini sürmek ileri”, “Fikri kavmiyyeti tel’in ediyor peygamber”!
ABD’yi, AB’yi eleştirmek kolay. Kendi halimize bakalım. Aday belirlerkenki reflekslermize, oyumuzu kime vereceğiz derken hangi güdülerle hareket ediyorsunuz, ona bakın. Hani derler ye “Laf ile verirler aleme binlerce nizamat, bin seyyie (Orjnalinde “Teseyyüb”: Düzensizlik) bulunur hanelerinde”
Bakın, bu Maduro “içimizdeki öteki”. Onu yerlerse sıra diğerlerine gelecek. Sanki “Maduro sana söylüyorum, Erdoğan sen dinle!” gibi bir havaları var. Erdoğan’ın yerine batıyı / ABD’yi, uluslararası düzeni eleştiren herkesin adını yazabilirsiniz. Batı ile ABD arasındaki kavga uluslararası düzenin tepesindeki isim ben olacağım kavgasıdır. Bizim kavgamız ise uluslararası düzenledir.
Bu iddiayı şu haber doğrular gibi değil mi: İç karışıklığın yaşandığı Fransa’dan skandal bir açıklama geldi. Fransız senatör Esther Benbassa, Venezuela’da yaşananlara ilişkin, “Maduro gidici, sıra ne zaman Erdoğan’a gelecek?” dedi.
Ziya paşa der ki; “Hak söyleyen evvel dahi menfur idi gerçi / Hâinlere amma ki riâyet yeni çıktı” : Gerçi eskiden de doğruyu söyleyenler lanetlenirdi, amma hainlere saygı gösterip onlara tabi olup peşinden gitmek, yeni çıktı. Eee tereddi devam ediyor. Ziya paşa yine demişti ki “Sâdıkları tahkir ile red kâide oldu / Hırsızlara ikram-ü inâyet yeni çıktı”: Dürüst dost insanları aşağılamak ve reddetmek kural idi. Hırsılara ikram etmek ve onlarla yardımlaşmak yeni çıktı.
“İkbâl için ahbâbı siâyet yeni çıktı / Bilmez idik evvel bu dirâyet yeni çıktı”, “Sirkat çoğalıp lâfz-ı sadâkat moda’dandı / Nâmus tamam oldu hamiyyet yeni çıktı”, “Düşmanlara ahbâbını zemm oldu zerafet / Dildardan ağyâra şikâyet yeni çıktı”. Yükselmek, iyi bir mevkie gelmek için dostlarını çekiştirmek yeni çıktı, önceleri bu beceriksizliği bilmezdik, bu da yeni çıktı. Hırsızlık çoğalıp sadakat sözü moda haline geldi, namusu bitirdik, hamiyet yeni çıktı. Düşmanlara dostları yermek bir incelik oldu; başkalarına gönül dostlarından şikâyet yeni çıktı.
Elbette güzel şeyler de oluyor. Ama kötülerin cür’et ve cesareti böyle devam eder ve güç ve zenginlik sahipleri hikmet söyleyenleri ve haksızlıklar karşısında seslerini kısmaya başlarlarsa o zaman gör sen memleketin halini. Şayet için helal - haram bırakılır, rüşvet ve torpil yaygınlaşırsa, o zaman Fuzuli’nin dediği yere gelir ve “selam verdim rüşvet değildur deyu almadılar” deriz.
Bir ülkede işler bu noktaya geliyorsa, sadece bu durumlar düşmanın düşmanlığının büyüklüğü ile açıklanamaz. İçimizdeki beyinsizlerin işlerine de bakmamız gerek, kendi halimize de. Çünkü biz kendi hakkımızdaki hükmü değiştirmedikçe Allah bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecektir.
ABD ve dostları şeytanın rızasının tecellisinin vesilesi olmak için yarışıyorlar. Bizim kendi içimizdeki zaaflar, yanlışlarımız ve günahlarımız, şeytana ve onun askerlerine açık kapı bırakan ajanlar hükmündedir. Allah’ın muttaki kullarına hiç kimse zarar veremez ve onlar mahzun da olmayacaklardır. Selam ve dua ile.