Selâhaddin Çakırgil
‘Mayın tarlası’ temizlenmeden orada dolaşmak mı?
Her toplumun hayatında istisnaî durum ve şartların ortaya çıkardığı istisnaî şahıslar vardır. Onların, bulundukları zamanın şartları açısından değerlendirildiğinde, mâkul ve toplum için hayırlı şeyleri yaptıkları kabul edilirse, o toplumun tarihinde seçkin ve saygın bir yer almaları tabiîdir.
Tarihimizde, 14 asırlık İslam tarihinde elbette, en başta Resul-i Ekrem (S)’in (Çeharyâr-i Guzîn / Dört seçkin dost) olarak isimlendirilen ‘Hulefa’y-ı Râşidîn’ olmak üzere, sayısız seçkin ve saygın şahsiyetler vardır. Bu isimlerin tekrar tekrar anılması, sadece bir kadirşinaslık olması için değil, onların hayırlı hizmetlerinin örnek alınması içindir de... Bir de habâset açısından en menfi durumda olan insanlar da anılır, beşeriyyet tarihinde.. Nemrud ve Fir’avn gibi, Ebu Cehl ve Ebu Leheb gibi isimler.. Onlardan da ibret alınacak nice ‘qıssa’lar vardır.
***
Bizim son yüzyıllık siyasî hayatımızda ise, örnek alınmaları için topluma dayatılan şahıslar vardır. Müslümanların, geçmişteki onca sultanlar- padişahlardan hiçbirisinin önünde eğilmek âdeti yoktur. Çünkü, onlar sadece Allah huzurunda eğilirler. Saltanatlarını, hele de ölümlerinden sonra, resmî ve kanûnî yollarla sürdüren hemen hiçbir örnek yoktur. Kalbî muhabbet durumu, ayrı elbette..
***
Ancaaak, son yüzyılımızda alışılmadık bir durum yaşandı - yaşanıyor. 600 küsur yıllık ve ‘Devlet-i ebed-müddet’ / Sonsuzluğa kadar sürecek’ sanılan Osmanlı’nın tarih sahnesinden buharlaşması travmasının darbeleriyle şaşkına dönen Müslüman halklar, nice liderleri öylesine yücelttiler ki, ya da bir takım propaganda veya korkutmalarla nice isim, resim ve heykeller önünde öylesine bir utanç verici şekilde eğilmeye mecbur edildiler ki, hikâyesi zor..
Bu gibi yığınla örneklerden bizde olan isim de, kendisinin sonunda böyle olmasının ister miydi; bunun anlaşılması bile zor.. Ama, onun, yakın arkadaşı Fethi (Okyar)Bey’e, ‘Bugünkü manzaramız, bir ‘diktatürlük manzarasıdır..’ diye yakındığı biliniyor. Ve bugün bile, hâlâ ‘mayınlı tarla’da dolaşıldığının endişesi vardır. Çünkü bir kısım çevreler onu âdetâ ‘ikon’laştırmışlardır.
Halbuki, onun vefatından hemen sonra, yerine gelen İkinci Şef, kadîm geleneğe uygun olarak, kendi yönetimini kurmuş ve Birinci Şef’in isim, resim ve heykelleri mâzide kalmıştı. O kadar ki, Maarif Vekili (Eğitim Bakanı) Hasan Âli Yücel, Birinci Şef’in cenazesinin defninden hemen sonra, -kendisine, o şefle ilgili hâtıralarını yayınlayacağını söyleyen arkadaşı Yakup Kadri’ye, gerekli düzeltmeleri yapmasının hatırlatır ve, ‘Dostum, unutma ki, devr-i Kemal bitti.. Devr-i İsmet başladı..’ der..
***
Ama, bu anlayış yeni bir geleneğe dönüştürülemedi.. 12 yıllık ‘Devr-i İsmet’ tamam olup, 1950 seçimleriyle Demokrat Parti iktidara gelince.. ‘Devr-i Kemal’in nimetlerinden faydalanmayı sürdürmek isteyenlere, İlk Şef için, ‘Seni sevmek ibadettir..’ diyen Cumhurbaşkanı Celâl Bayar sâyesinde yeniden gün doğmuştu.
Ne var ki, 1923-50 arasındaki 27 yıllık susturulmuşluk dönemininartık sona erdiğini zannedenSamsun DP. milletvekili (Bafra eski müftüsü) Hasan Fehmi Ustaoğlu, Meclis’te, siyasette zamanlamanın gerekliliğini düşünmeden, ‘milleti heykeller önünde eğilmeye mecbur eden anlayışları’ eleştiren ateşli bir konuşma yapıp erken ötünce… ‘Mayın tarlası’nda patlamalar olur, heykellere saldırılır; ve Başvekil Adnan Menderes de, tedbir olarak, hâlâ da yürürlükte olan meşhur ‘koruma kanunu’nu çıkartır.(Bursa’daki heykelin önünde, ‘Bu aziz heykelin önünde hürmetle eğil!’ yazısı hâlâ durmakta..)
***
Ünlü birisi (K.M.) şimdilerde, ‘bazı heykellerin köpek leşi gibi yerlerde sürükleneceği’nden söz eder. Birileri de, bu sözler karşısında, ‘ilkel toplumlardaki klan şefinin köleleri’ gibi gözyaşı döker.
18 / 19 Ekim gecesi CNNTürk’de de, ‘Müftülere nikâh kıyma yetkisi’ etrafında,‘laiklik dininin -sözde aydınlanmış- bağlıları ’, Prof.Ebubekir Sofuoğlu’nun mâkul sözleri karşısında bile o kadar şirretlik sergiliyorlardı ki, bir ‘ilkel bir tapınma seansı’nı sunuyor gibiydiler.
Bu ‘mayın tarlası’ temizlenmeyecek mi?
stargazete