Ahmet Taşgetiren
Medya
Bir medya sorunumuz var; bilmem iktidar ne kadar ilgileniyor konuyla. 2002’den, hatta 28 Şubat’lı yıllardan bu yana gelen süreçte birliktelikler ayrılışlar ve bugün gelinen nokta açısından, iktidar kendi yapısıyla bir alaka kuruyor mu?
Rahmetli Erbakan “Üç meselemiz var, derdi, müspet siyaset, müspet ekonomi, müspet medya...”
Medyanın, kılıcının her yanı ile kestiği dönemdi ve medyanın genel misyonu, muhafazakâr siyaset damarını bloke etme üzerine kurulmuştu.
28 Şubat’lı günlerde karşı cenahta bir insaflı ses çıktığında muhafazakâr dünyada büyük sevinç oluşurdu.
Bir ara Yeni Şafak, liberal çerçeve içinden diyelim başörtüsü özgürlüğünü savunduğu için öteki cenahtan atılanlara sığınak olmuştu.
Ak Parti de, o sürecin sonunda bizlerle birlikte liberal yazarların da önünde göğüs gerdiği bir siyasi çıkış hüviyetinde devreye girdi.
Sonra işler değişti, birliktelikler dağıla dağıla bugünlere gelindi.
Taha Akyol yıllarca yazdığı Hürriyet’ten ayrıldı. Şimdi Karar’da.
Ben yazdığım gazeteden ayrıldım, şimdi Karar’dayım.
Yıldıray Oğur uzunca bir süre yazamadı, Karar’a geldi.
Cezaevinde yazarlar var, davaları ağırlaştırılmış müebbetten on yıllar arasında gidip geliyor. Muhafazakâr cenahın kimi Merve Kavakçı olayından kimi Ergenekon davalarındaki duruşlarından tanıdığı isimler. Kimisi yılların “İslamcı yazar”hüviyetinden tanınıyor. Ne oldu, FETÖ oldu, şu bu oldu ve iktidarla aralarına mesafeler girdi. Yazar iseniz iktidarla aranıza mesafe girer mi girer, çünkü medya, demokrasilerde halk adına bir denetim müessesesidir.
***
Şimdi baktığımızda acaba Erbakan Hoca’nın sözlerine yansıyan “Müspet medya” hedefi gerçekleşti mi?
Medyanın artık muhafazakâr bir iktidarı bloke etme mecalinin olmadığı açık. Geçmişte bu işi yapan merkez medya bile artık yazılısı-görseli ile muhafazakâr iktidara “yardımcı” konuma gelmiş bulunuyor.
O zaman sorun bitti!
Pazartesi günü Yeni Şafak okuyanlar, “Müsadenizle...” diye bir başlıkla karşılaştılar. Aydın Ünal’ın yazısının başlığı idi bu. Ve tahmin edileceği gibi bir veda yazısı idi.
Aydın Ünal, uzun süre Tayyip Erdoğan’ın konuşma metinlerini yazan insandı. Son yazısında anlattığı gibi 15 Temmuz gecesi, dört parti adına yayınlanan bildiriyi de o yazmıştı.
Yani bir anlamda bir sürecin ruhunu bilen insandı.
Ama işte tıkanmıştı. “Kaçıyor muyuz?” diye soruyor “Evet kaçıyoruz” diye cevap veriyordu. “Kaçmadık, kaçmadık” diyebileceği birçok olay vardı. “....dün hocaefendisinin dizinin dibindeyken, bugün herkesten çok bağırıp bizi bile FETÖ’cü ilan eden densizlerin ithamı....” gibi durumlarda bile direnmeye çalışmıştı.
Ama işte tıkanmıştı. O tıkanmanın yazısına yansıyan cümleleri şunlardı:
“Lakin kaçışımız çürümeden, seviyenin düşmesinden, tahammülsüzlükten kaçıştır. Kaçışımız düşmandan değil, “dost” görünenden kaçıştır. Kaçışımız korkudan değil, pervasızlıktan; tehditten değil, aldırmazlıktan, gözü dönmüşlükten, hırstan kaçıştır. Kaçışımız, masumane kaygılarla dostça uyarılarımızı sınırsız iştihalarının ve kifayetsiz ihtiraslarının önünde mania olarak görenlerin iftiralarından, ithamlarından kaçıştır.” (Yeni Şafak, 21 ocak 2019)
Yazarın, gazete sahipliğine ve yayın yönetimine teşekkürden başka söylediği yok.
Ama işte bugün öyle bir iklim var ki, muhafazakâr, iktidara yakın bir gazetede, muhafazakâr ve iktidara yakın bir yazarı bile “dost görününden, gözü dönmüşlükten, iftiralardan, ithamlardan kaçma” noktasına, bir tür boğulma raddesine getirebiliyor.
Karar’ın kurucu kadrosu, yıllarca medya alanında muhafazakâr camianın bayrağı hüviyetinde olan Yeni Şafak’ta çalıştı, yazdı. Star’ı çıkardılar yıllarca. Sonra da başından beri ambargolara maruz kalan Karar’ı çıkardılar.
Medya iyi mi gidiyor?
Sami Selçuk, t24’teki yazısında “Kahraman yargıçların arandığı toplumu” hukuk açısından sorunlu bir toplum olarak niteliyor. (18 ocak 2019)
Alın bu sözü medyaya uyarlayın. Bir çürümeyi dile getirmenin “cesaret meselesi”haline geldiği, işten çıkarılmak ya da kenara çekilmekle sonuçlandığı ortam, düşünce özgürlüğünün olduğu bir ortam değildir.
Bir medya sorunumuz var.