Selâhaddin Çakırgil
Mehmed Âkif’den bugün ve yarınlara-2
Dün, Mehmed Âkif’in büyük ümitler besleyerek var gücüyle destek verdiği ve İstiklal Marşı’nı bile kendisinin yazdığı bir savaşın sonunda ortaya çıkan yeni rejimin öncü isimleri arasında başlayan birbirini saf dışı etme mücadelesine değinmiştik. İnisiyatif ve iktidarı ele geçirenler, kendilerine karşı çıkanlara, ‘Bu iş, behemehal (mutlaka)yerine getirilecektir; amma, muhtemel ki bazı kelleler koparılacaktır!’ diyorlardı ve bunun için kurdukları dârağaçları da ‘meyva’larını bol bol vermeye başlamıştı.
***
Âkif, çetin bir inanç ve fikrî mücadele adamıydı. Karşısında, kendisine ‘Molla Sırat’ diyen ve kendisinin de ‘zangoç’ dediği Tevfik Fikret vardı ve her ikisi de, kendi dönemlerindeki kutuplaşmanın sembol isimleriydi. Tevfik Fikret’in sıkı bir takipçisi olan bir ismin liderliğinde yükseltilen ‘Batılılaşma-Yabancılaşma’ cereyanına karşı Âkif ‘İslâmcılık ve İslâm Birliği’ idealinin bayrağını yükseltiyordu. Ve Batılılaşma cenahı, ‘jakobenist -tepeden inmeci’ ve yöntemlerle inisiyatifi ele geçirip kelleler kopararak ‘inkilab’ yapmaya başlayınca, Âkif, pes etmeyip, mücadeleyi zamana yaymak için, mevzi değiştirmek ihtiyacını hissetti ve kısa süre öncesine kadar Osmanlı vatanının bir köşesi olan ve kendisinin de memur olarak bulunduğu Mısır’a gitti.
Böyleyken, Âkif’in, sadece ‘şapka inkilabı’na karşı çıktığı için ülke dışına gittiği’ şeklindeki yaygın kanaat yanlıştır. Çünkü o, yapılanların genel mentalitesine karşı idi ve nesiller boyu sürecek, uzun soluklu bir mücadeleyi gerektirdiğini düşünüyordu.
Ama ilginç bir mücadele yürütülüyordu. M. Kemal, güçlü bir muhalifi olan Âkif’in gitmesine rağmen, onun ‘İstiklal Marşı’na dokunmamıştı. Âkif de, -halkıyla arasındaki köprülerin tamamen atılmaması için olsa gerek-, derin bir sessizliği benimsemişti.
***
Yürütülen ‘inkilab’lar halkın temel hayatî köklerine ve değerlerine karşı korkunç bir saldırı mahiyetinde idi. Bu saldırılar, emperyalist devletlerden tam destek alıyordu. Büyük müslüman toplum ise savaşların getirdiği fakr’u zarûret ve maddî açıdan tükenmişlik haliyle ağır bir psikolojik şok ve büyük sosyal travma etkisi altındaydı.
***
Âkif, nisyana / unutulmuşluğa terkedildiği 11 yıllık uzletten sonra İstanbul’a döndüğünde, nice dostlarının kendisinden uzak durmak zorunda olduklarını hissettiren davranışlarıyla yeni bir hüsran daha yaşadı.
Vefatından sonra ise.. Yeni rejimin resmî ideologları, onu karalamak için birbirleriyle yarışa girmişlerdi.
Hasan Âli Yücel, 4.1.1937’de ’ Âkif, Asr-ı Saadet dönemine inanırdı, imanında samimî idi.. Ama, cemiyyet telakkisi geri idi.. Cemiyette gördüğü değişmelere inanmadı ve inanmadığı için de uymadı.’ derken; Falih Rıfkı ise, 20.1.1937 tarihli Yedigün’de, ’Âkif …türk olduğu kadar arab, arab olduğu kadar Osmanlı, aşırı ümmetçi idi ve vatanperverliği, müslümanlık âlemi genişliğindedir. (...)biz, ne Çanakkale’ye, ne de Anadolu İhtilali’ne onun gözü ile bakamayız. (...)Şüphesiz bütün inkılaplarımızın, layisizmin, (...) aleyhinde idi.’ diyordu. Aynı kişi, Âkif’le ilgili bir başka yazısında da, ’Osmanlı - İslam ideolojisiile kemalizm ideolojisitam tezad halindedir’ tespiti yapıyordu.
İsmail Habib Sevük, Âkif’i, ’Vatan’ı, bayrakla değil, minareyle ölçerdi...’ diye aşağılamıştı, aklınca.. ’Ateist’ Nurullah Ataç ise, 30 İkinci Kânun 1937 tarihli Akşam gazetesinde, ’Suhbet’ köşesinde, Âkif’i şair bile saymıyor, ’mahalle kahvesi hatibi’ diye istiskale yelteniyordu.
Onu, müslümanlar arasından bazı isimler bile, yazık ki, ’Dürüst, namuslu küçük kafiyeci’ olarak niteleyebilmiştir.
Âkif nesiller boyudur, okunuyor. Ama onu edebî açıdan bile ’yok’ sayanlardan geride kalan nedir?
***
’Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı, / Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı..’ diyen Mehmed Âkif’i bir-iki makalede anlatmanın imkansızlığı açık.. Bu iki yazı, onu yüceltmek veya hatasız göstermek için değil, ’vefatının 80. Yıldönümünde de dualarla analım’diye yazıldı.
stargazete