Abdurrahman Dilipak
Mehmet Uçum Beştepe’nin nesi olur?
Onun Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi içindeki yerini, rolünü herkesin merak ettiğini söylemek yanlış olmaz. En çok merak edenlerin ise AK Parti camiası olduğunu söylemek de yanlış olmaz.
O sistemin anayasasını hazırlayan isim olarak bilinir. Ama bu görev nihayetinde bir “danışmanlık” görevidir. Resmi sıfatı da “Cumhurbaşkanı başdanışmanı”dır. Bu şekilde nitelenen pek çok insandan biridir. Ama sergilediği davranışlarla, herhangi bir danışmandan farklı olduğu da, hatta mesela bakanlardan, Ak Parti milletvekillerinden farklı olduğu da bellidir.
Bülent Arınç’la siyasi jargona gren “Özgül ağırlık” meselesinde öne çıktığını söylemek yanlış olmaz.
Bazı konuşmalarına baktığımda onun, mesela siyasetçi olarak ister istemez sözlerini süzen Cumhurbaşkanı’ndan bile daha keskin ifadeler kullandığı açık. Bir bakanın, mesela Ak Parti sözcüsünün, mesela İletişim Başkanı’nın Mehmet Uçum kadar cesur değerlendirmeler yapması imkansız gibi görülür.
Bu “Mehmet Uçum portresi”nden pek çok Ak Partilinin rahatsız olduğu biliniyor. Tanınmış birçok simadan kimi rahatsızlık açıklamaları da oldu bu yönde. “Parmak sallama” tanımlaması Mehmet Uçum davranışlarıyla ilgiliydi. Bir şey değişmedi.
Aslında bu tepkilerin, rahatsızlığı Cumhurbaşkanı’na ulaştırma amacı taşıdığını söylemek yanlış olmaz. Tepkilerin zımni muhtevası şöyle ifade edilebilir: “O Cumhurbaşkanı’na bağlı bir danışman ise, başına buyruk gibi okunan tavırlar Cumhurbaşkanı’nın onayıyla mı ortaya konmakta, yoksa, orada Cumhurbaşkanının yoğunluğu sebebiyle ortaya çıkan boşlukta kimileri boylarını aşan roller mi üstlenmekte? Cumhurbaşkanı emri vaki niteliğindeki bu rolün zamanla kalıcı hale geldiğini ve partiyi Beştepe ağırlıklı bir vesayet içine sürüklediğini görmemekte mi?”
Benim gözlemime göre Ak Parti içinde bu durumdan rahatsız olanlar, en azından Erdoğan’ın da bu durumdan rahatsız olacağını, ancak, durumu kontrol edilebilir boyutta gördüğü sürece de müdahale etmeyebileceğini düşünerek tolere ediyorlar.
Uçum da, belki eski radikal gelenek etkisiyle bu aralıkta kendi konumunu, partideki hemen herkesten daha belirleyici hale getirebilecek hamleler yapıyor.
“Devlet kaydeder. Devlet not eder. Devlet unutmaz. Devlet şu, devlet bu….”
Onun “Devlet adına konuşma” yetkisini, Cumhurbaşkanı’ndan, Hükümet ortağı Devlet Bahçeli’den bile daha çok ve iddialı biçimde kullandığını söylemek yanlış olmaz.
Şu son süreçte mesela…
Cumhurbaşkanı bir şeyler söylemiş, Bahçeli kimi jestlerde bulunmuş, ona göre siyaset hareketlenmiş, herkes, acaba ülkeye yıllardır kan kaybettiren, siyaseti, hukuku, toplumsal barışı derinden sarsan “Kürt sorunu’nda yenden bir çözüm arayışı mı?” sorusunu soruyor… Bir anlamda herkes yoğurdu üfleyerek yiyor. Sorun içeriyi ilgilendiriyor, dışarıyı, komşuları, Atlantik ötesini, kuzeyi - güneyi, “Türkiye’ye tehdit olduğunu bizzat Cumhurbaşkanının seslendirdiği İsrail’i ilgilendiriyor, Türklerin duygu dünyasında hareketliliğe yol açıyor, Kürtlerin dünyasında hakeza… “İç cephe tahkimi” gündemleşiyor.
Orada Mehmet Uçum sesleniyor:
“Yumuşama, normalleşme, tokalaşma hangi tutum ve dil referans verilirse verilsin Türkiye’de ne önceki uygulamaya benzer ne de yeni versiyonla bir çözüm süreci olmaz, olamaz.
O süreçler geçmişte kaldı, tarihe mal oldu…..Devlet deneyip tam sonuç alamadığı yol ve yöntemleri bir daha denemez. Devlet başka etkili yol ve yöntemler bulur. O da 15 Temmuzdan sonra uygulanan güçlü ve etkili siyasi ve askeri stratejilerdir. Bunların yumuşatılması veya bunlardan vazgeçilmesi söz konusu olmaz.”
Terör Türkiye içinde nerdeyse tamamen tasfiye edildi. Sınır ötesi güvenlik bölgeleriyle birlikte ise tümden tasfiye edilecek bir sürece girildi. Kimse bu sürece engel olamaz. Ama bu durum siyasette özellikle Mecliste yapıcı bir dil geliştirme ve herkesle diyalog kurma yaklaşımlarını dışlamaz.
Türkiye partisi olun çağrısı ise kıymetlidir ve şöyle tercüme edilebilir: Birincisi DEM’in kendi içinden yükselen “bizi terör ve şiddet siyasetinden kurtarın” talebini ifade edenlere bir imkan sağlamaktır. İkincisi DEM’i terör vesayetinden kurtarmak için DEM’e bir seçenek sunmaktır. Üçüncüsü, TBMM’de DEM üzerinden etkili kılınan terör vesayetini hem DEM üzerinden hem de TBMM’den tasfiye etmektir.
“Eğer DEM kendisine sunulan terör vesayetinden kurtulma imkanını sosyal ve siyasi açıdan değerlendirmezse veya bu imkanı kötüye kullanırsa o zaman TBMM’de DEM üzerinden yürütülen terör vesayeti hukuk yoluyla tasfiye edilir. Bu da kaçınılamaz bir gerçektir.”
Bunları mesela bir gazeteci köşesinde yazsa, bir tartışma programında herhangi bir kişi seslendirse yadırganmaz.
Ama mesela bunları Cumhurbaşkanı söyler mi, hatta Bahçeli söyler mi? Ak Parti sözcüsü söyler m? Dışişleri, İçişleri, başka herhangi bir bakan, herhangi bir milletvekili söyler mi? Kürt kökenli - Türk kökenli, Karadenizli - Akdenizli bir milletvekili söyler mi? ….Korktuğu, çekindiği için değil, konu hassas olduğu için söyler mi, diye soruyorum.
Mehmet Uçum söylüyor. Hem de “Devlet” diye başlayarak söylüyor.
Geldiğimiz noktada en azından “Ak Parti bir Mehmet Uçum vesayeti” yaşıyor demek yanlış olur mu? Erdoğan’ın göz yumduğu ve bu sebeple cesaretlendirdiği bir vesayet bu… Bu vesayetin sancıları kolay tedavi edilecek gibi görünmüyor. Benim bildiğim “Erdoğan’ın siyaset ilkesinde birisine kefil olmak yoktur.” Buna göre Uçum’u taşımanın da bir miadı vardır.