Abdurrahman Dilipak
Müslümanın bir davası olmalı
Derin Gerçekler
Bir davamız olmalı, uğruna, malımızı, canımızı, sevdiklerini feda edebileceğimiz bir davamız olmalı. O dava uğruna çile çekebilmeyi göze alabilmeliyiz, bin bir başlı kartalı taşıyacak bir kanarya misali, zehirle pişmiş aştan! Ve ayrılığa gebe anneden babadan arkadaştan ! Bir kutlu dava! Yani İlahi kelimetullah davasının davacısı olmak!
“Haydi yavrum haydi git / ya gazi ol ya şehid” diyen bir anamız olmalı, Hacer misali. İbrahim misali bir babamız olmalı. “Onları kime bırakıp gidiyorsun” diyenlere, “Onları Allaha emanet ediyorum, onları Allaha ısmarlıyorum” diye sefere çıkan, müminler nerede.?
Sahi, “Hasbunallah” ne demekti?
“Bazı münâfık kişilerin müslümanlara ‘düşmanlarınız size hücum için hazırlandılar; aman onlardan sakının!’ demeleri, onların imanlarını bir kat daha arttırdı ve ‘Allah bize yeter, ne güzel vekildir O!’dediler. Bunun üzerine onlara hiç bir zarar dokunmadan, Allah’ın nimet ve ikrâmlarıyla döndüler. Böylece Allah’ın rızâsına tâlip oldular. Allah büyük kerem sahibidir.” (Âl-i İmrân sûresi, 173-174).
Dua olarak sözün tamamı şöyle:
"Hasbünallahü ve ni’mel vekil, ve ni’mel mevla, ve ni’men nasir.” “Allah Teala, bize yeter, O ne güzel vekildir. Ne güzel koruyucumuz/ Mevlamızdır ve O ne güzel yardımcıdır.”
Hani siz Allah rızası için başkalarına verdikleriniz karşılığında Allah size onun karşılığını 10 katı, 100 katı, hatta 700 katı ile ikram etmeyecek miydi? Onun için arkamıza bakmadan yürüyecektik.
Elbette ailemiz de bize Allah’ın emaneti. Onlara karşı da sorumluyuz. Ama bu önce Hakk'a aykırı olmayacak. Hak rızasına uygun olan şeyler konusunda da mutlak, zaruri olanın önceliği olacak. Diğer konularda hayırda yarışmalıyız. Şüphesiz ki her şeyi gören, duyan bir Allah var. O Allah ki, kadere, rızka ve ecele hükmedendir. Hayatın merkezinde tek şey olmalı. O da Hak.. İş ve siyaset, ideoloji değil. Dünyevi şeyler değil.
Birileri birilerine, bir yerlere, dünya hayatının süsü, oyun ve eğlencesi için zaman ayırmaktan söz ederler ya, “Allah zaman içinde zamanlı kılandır” Onun rızasını gözetirseniz, Allah ondan daha hayırlısını, daha güzeli ikram edecektir.. Ömrünüzün bereketli olmasını istiyorsanız Allah’ın rızası için daha çok zaman ayırın. Ne demek, “daha çok”, hayatın bütün alanı Allah’ın rıza alanı içinde olmalıdır.
Ali İmran 186, En’fal 28, Tegabün 14-18’e bir bakın isterseniz; mallarınızla, canlarınızla, sevdiklerinizle olan ilişkinizin şeklinin ne olması ile ilgili. Onları ihmal etmeyelim. Her şey bizim söz ve eylemlerimiz için hız kaynağı ve vesilesi olmalı. Olanlar bizi korkutmasınlar, cesaret versinler. “Sana ne, bana ne, bize ne” demeyelim Allah’ın rızası söz konusu olduğunda.
“Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden ibaret değil!” Bunu bir yere not edelim. Bir insanın ölümünün yıldönümü kutlanır mı? Kutlanır! “Şeb-i Arus” nedir, “Kavuşma günü” değil mi? Biten dünya sürgününün, ölümsüzlüğe doğuşun ilk günü. Onun içindir ki, ”Ölüm asude bir bahar ülkesidir bir rind’e”. Aslında birilerinin “Hayat” dediği şey, “Ölüme yürüyüş”ün adıdır. “Nefes alıp vererek yaşamaz insan”, her nefes alıp verişinde ölüme bir adım daha yaklaşır. Her nefes alışverişte sayılı nefeslerimiz bir eksilir. Bu ölümlü dünyanın neyine tamah ediyor insanlar bu kadar..
Tevbe 24’de ki: “Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz bir ticaret ve beğendiğiniz meskenler size Allah’tan, peygamberinden ve O’nun yolunda cihattan daha sevgili ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin! Allah, fasık topluluğu doğru yola erdirmez.”
Her işimizi ALLAH’A ısmarlayabilsek keşke. Hiç düşündünüz me, “Allah ısmarladık” ne demek. Ne kadar güzel bir söz. İsmet Paşa'ya sormuşlar: “Paşam hiç Allah demiyorsunuz?” diye. O da “Allahaısmarladık” demiş ve eklemiş, “bak dedim işte”!
Aslında o devirde, hala uygulanmasa da bugün “Paşa”unvanını kullanmak yasak. “Efendi” demek de, Hacı-Hoca, Şeyh demekte tabi, o yasa çıktığı gün meclis başkanı şöyle diyor: “Bundan sonra (…) efendi demek de yasak artık, anlaşıldı mı efendim” diyor. Anlaşıldı efendim de, anlaşılmayan bu yasağa kimse uymadığı halde, bu yasanın değiştirilmesini teklif etmek de suç. Demek o zaman “Allahaısmarladık” demek suç değilmiş. Çünkü İnşallah, Maşallah, Subhanallah, Allah Allah, Tebarekallah, Hasbunallah, Allahu Ekber, MazAllah demek de suç. “Çok Allah dedi” diye insanlar yargılanıyordu. Benim dayım da onlardan biri idi. Aslında bu kelimenin anlamını bilseler bunu da yasaklarlardı.
Allah’a bir şeyi ısmarladık ne demek? “Ismarlamak”, “sipariş vermek” gibi anlama gelir.
Ayrılıklarda, giden tarafından kalana söylenen veda sözüdür. “Seni/sizi/sizleri Allah'a emanet ediyorum” manasındadır. Gönderen de gideni Allah'a emanet eder aslında. Arapça “Allah” kelimesiyle, “Farsça” “ısmarlamak” kelimelerinin birleşmesi ile oluşturulmuştur. Bunun cevabı “Güle güle”dir. “Saadetle git” demektir, bizi düşünüp üzülme, Allah yeter... Nasıl olsa kaderi, rızgı ve eceli değişmeyecektir. Ondan sonrası için ne gam! dönüşünde “Hoş geldin” diye karşılanacaktır.
Evet geride, arkanızda bıraktıklarınızı kime bırakıyorsunuz? Çünkü gidip gelmemek de var.
Geride kalanları, şuna buna değil Allah'a emanet ediyorsunuz. O'nun rahmet ve korumasına bırakıyorsunuz. Onun koruyucu melekleri var. O Rezzak'tır. O Şafi'dir. “Hasbunallahu veniğmel vekil, ve niğmel Mevla, veniğmel nasiyr”in sırrına vakıf olmak gerekir burada. “Senin işin Allaha kalmış” demiyoruz. O Evvel'dir, Ahir'dir, o Zahir'dir, Batın'dır, o Rahman ve Rahim'dir, kadere rızka ve ecele hükmeden Kadir-i Mutlaktır O. Ona emanet etmek en yüce güvencedir.
Yolcuyu uğurlayan da ona “Tasalanma” diyor, “Güle güle” “Saadetle ve sağlıkla git ve dön. Yolun açık olsun, Allah kazadan beladan korusun. Bu bir dua vesilesidir. Dönüş yine güzellikle olacaktır. “Hoş geldin”! “Yediğin içtiğin senin olsun, bize gittiğin gördüklerini, yaşadıklarını anlat.”
Tabi, “gözümüzün arkada kalmaması” için, aklın müktezası olan tedbirleri almamız gerek. Tedariklerin sağlanmasının ardından beşeri sorumluluğumuzu yerine getirdikten sonra takdir-i ilahiye sığınmamız gerekiyor. Bizim tedbirimiz takdirin içinde sebepler dünyasına bağlı ferdi sorumluluğumuz için zarurettir. Allah'a tevekkülün şartı budur. Yoksa Allah bizim gayretimize muhtaç değildir.
Kuşkusuz insan; kader ve ecel, rızık gibi konularda bazen kaçtığını sandığı şeye doğru koşar. Allah’ın kaderinden kaçılmaz. Herkes ve her şey Allah’ın iradesi içindedir, biz O'nun rızasına doğru yürüyelim, saflarımızı sık ve doğru tutarak. Oğlunu kardeşini, çocuğunu gazaya, şehadete uğurlayan annelerin yaptığı gibi yapalım. Yaratılış gayemizin sırrı burada gizli değil mi?
Hani seçim var ya, adaylara hatırlatayım, bu seçimde seçilecek olan sadece siz değilsiniz. Siz kendi geleceğinizi seçiyorsunuz. Oraya geldiğinizde Allah’ın rızasını unutur, kişisel hesaplarınız, parti-lider paranoyası ile Haktan sapar, adaletten uzaklaşır, haksızlıklar karşısında susanlardan olursanız, vay halinize. İşte bu seçim o seçim olacak, yani seçilen sizin geleceğiniz olacak...
Allah’ın indinde makamınızı görmek isterseniz, sizi neyle meşgul ettiğine, sizin tercihinize bakın...
Selam ve dua ile.