Selâhaddin Çakırgil
Müslümanların sadece acıları değil, temel yanlışları da derdimizdir
Afganistan’da geçen hafta Tâlibân güçleri tarafından gerçekleştirilen ve 100’den fazla asker ve sivilin ölümüne yol açan saldırıyla ilgili olarak 25 Ocak günlü yazımda Tâlibân’a ön yargılı baktığım yolunda yapılan eleştirilere topluca ve özet bir cevap:
Afganistan'da Sovyet Rusya eliyle Nisan-1978 sonunda gerçekleştirilen ve yüzbinlerce müslümanın katledildiği komunist devrime karşı, Müslüman grupların, onca yoksulluk içinde olmalarına rağmen, on yıllar boyu verdikleri mücadeleler elbette ki hepimiz için iftihar kaynağıydı. Ama, yazık ki, o dış tehlike bile Müslüman grupların kendi aralarında sonu gelmez iç boğuşmalara düşmelerine engel olamadı.
Hele de, Gorbaçov Rusyası’nın 1989’da Afganistan’dan çekilme kararı almasından sonra, Afgan grupları arasındaki liderlik mücadelesinin ortaya çıkardığı ‘iç-savaş’ın daha da tırmanınca.. -O zamana kadar, işgale karşı direniş içinde yer almayan ve Pakistan’daki medreselerde eğitim gören ve ‘talebeler’ demek olan ‘Tâlibân'ın 1995’lerde birdenbire nasıl zuhûr ettiği ve ‘üzerinden 6 ay geçmeden, 120 kadar savaş uçağı ile donatıldığı ve Pakistan ordusunun askerî eğitim ve kumandası altında oldukları ve Suûdî sermayesinin muazzam desteği ve bu yeni güç odağına karşı USA emperyalizminin de zımnî desteği hatırlanmazsa, Tâlibân Hareketi nasıl anlaşılır?
***
Uzuuun savaştan yorulmuş olan yoksulluk deryasında yüzen bir halkın çare ümidiyle destek verdiği Tâlibân Hareketi, bütün eski Cihad gruplarını bertaraf ederek, Afganistan’ın yüzde 85-90’ını ele geçirmişti; Rus Ordusunu Pençşir Vâdisi’nde yıllarca çivileyen ünlü komutan Ahmed Şah Mesud’un elinde kalan küçük bir bölge hariç.. (Bu arada Mezar-ı Şerif’deki İran Konsolosluğu’na saldırıp tahrib eden Tâlibân güçlerinin 14 diplomatı da katletmelerine cevap vermekten dikkatle kaçınan İran’ın, Suriye ve Yemen’deki savaşlara girmekten kaçınmaması ilginç bir durumdur.)
Tâlibân Hareketi, iktidarı ele geçirdikten hemen sonra, Amerika’yı da rahatsız etmeye başlayınca, Amerika’da 11 Eylûl 2001 günü gerçekleşen ve dünyayı dehşete düşüren saldırıların ardında, -Tâlibân’ın bulunduğu iddiasıyla başlayan ağır saldırılarla çökertildi. tıpkı yıllarca B. Amerika tarafından desteklenen Saddam’ın, sonra yine USA emperyalizmi eliyle idâm edilmesi gibi..
***
Açlıktan kırılan Afgan halkı uçaklardan atılan BM yardım paketlerini kapmak için boğuşurken, Tâlibân’ın,Nuristan Vâdisi’nde -geçmiş müslümanların 700 yıldır dokunmadığı- Budistlerin dağlara oyulmuş tapınaklarını bir zafer havası içinde topa tutuşları da bir ayrı fasıl..
Kezâ, Ahmed Şah Mesud’un da 9 Eylûl 2001 tarihinde bir bombalı suikasdde Tâlibân eliyle öldürülmesi de (Mart- 1998’de Mekke’de, Mescid-ul’Haraam’daki hücrelerinde Tâlibân’ın yetkilileriyle ‘fakir’in 3 gün süren görüşmelerinde, ‘Ahmed Şah Mes’ud’un kendilerine biat etmesihalinde, onu Genelkurmay Başkanı yapacaklarının, yoksa düşman sayılacağının dile getirildiğini de belirtmeliyim.)
***
Tâlibân, Afganistan Müslümanlarının mücadelelerini kendi içinde daha bir ilkelleştiren bir boğuşmaya dönüştürmüştür ve bugün de ‘Kâfirlerle işbirliği yapan güçlere karşı cihad ediyoruz’ iddiasıyla, mevcud rejimin, sadece Müslüman halkın çocuklarından oluşan askerlerini ve sivil halktan da binlercesini katletmeyi ‘cihad’ zanneden kör bir anlayışın girdabında, bombalar patlatmakta, hemen her gün, çaresiz ve savunmasız onlarca insanı öldürmekte..
Bu, ön yargı değil, o mücadele çizgisinin karşımıza çıkardığı kanlı tablodur.
Eğer, İslam düşmanı güçlerle işbirliği yapan bir rejimin emrinde veya hâkimiyetinde olan sivil veya asker binlerce müslümanın öldürülmesi caiz ve mâzur görülürse; Müslüman dünyasında kâfirlerle işbirliği yapmayan hangi rejim vardır?
Bu mücadele şekil ve anlayışının İslâm Milleti’nin bünyesini daha da zehirleyeceği açık değil midir?