Namaz Hayattır, Hayat da Namaz Gibi İbâdet Olmalıdır -III-

Namaz ve Toplumsal Hayat

Namaz ve hayat, her ikisi de toplumsaldır. Namaz, ferdî bir inkılap olduğu kadar sosyal bir inkılaptır da. Günde beş kez cemaat namazlarıyla bir araya gelen dünyevî ve maddî endişelerden uzaklaşarak aynı manevî atmosferi teneffüs eden mü'minler topluluğu; sürekli birbiriyle yardımlaşarak, birbirinden güç ve kuvvet alarak, birbirine hakkı ve sabrı tavsiye ederek, hep iyiye doğru ilerleyerek tevhidî çizgide bütünleşir. İslâm"ın sosyal ve siyasal olarak yaşandığı bir ülkede camiler, mü'minlerin eğitim ve öğretimini, birlik ve dayanışmasını, istişare ve organizasyonunu sağlayan mekânlardır. İslâmî hayâtın mihveridir. Sosyal hayatın can damarıdır. Toplumun problemlerine çözümler getiren, koruyucu hekimlik cinsinden mânevî hastalıkları, psikolojik ve sosyolojik anormallikleri oluşmadan önleyen mekânlardır. Cemaatle edâ edilen namazı, bayram ve cenaze namazlarını, Cuma hutbesini, vaazları ve niceleri günümüzde yok edilmiş onlarca fonksiyonuyla sosyal hayatla namazı birbirinden koparamayız.

Anıtkabiri Piramit Olan Firavun"un Toplumsal Düzeni de Piramit Düzeniydi

Firavun"un hükümdarlık yaptığı ülke olarak meşhur olan Mısır, günümüzde de Firavun"ların elinden bir türlü kurtulamıyor. Baş Firavun Amerika"nın emrinde küçük Firavun"luğu şeref kabul eden, klasik piramidin üstüne çakma bir kat daha atıp orayı Mısır askerî üniforması giyen Sam amcasına lâyık görüp ona peşkeş çeken Firavun çocukları"

Firavun, ülkesinin zenginlik ve imkânlarını, piramidin geniş ve ince tarafına ters orantılı olarak dağıtan, tepedeki bir kişiye 9, alttaki 9 kişiye bir hisse veren bir adaletsizlik sergileyen bir zâlim" Halkı sınıflara ayırmış, bölüp parçalamış. Akbabaların ve baykuşların tünediği en tepeye Firavun"la birlikte onun erkânı, akrabaları sahiplenir. Bir alttaki katmanda, Hâmân sembolüyle örtüşen danışman, vezir ve kumandanlar keyif sürüyor. Karun gibi kapitalist işbirlikçilerin, sömürücü para babalarının hemen sonraki sıralamada yer aldığını görüyoruz. Askerler ve râhip-sihirbazlar da yine özel birer sınıf olarak ayrıcalıklı yerlerde bulunuyorlar.

Böyle piramit şeklinde sıralanan katmanların en aşağısını ve en geniş tabanı, ırk olarak da yabancı sayılan İsrâiloğulları oluşturmaktadır. Yaklaşık dört yüz yıldır orada yaşayan bu kavim, ilk yüz yıl olumlu şekilde ayrıcalıklı bir konumdayken, sonraları dinlerini ihmal edip tahrif etmelerinin, tevhid dinine şirk bulaştırmalarının dünyevî cezası olarak en alt katmana düşmüş bulunmaktadır. Devamlı aşağılanan ve baskı altına alınan İsrâiloğulları, en ağır ve aşağılayıcı işlerde çalıştırılan köle konumuna düşürülmüşlerdir. Firavun onların oğullarını öldürüyor veya hadım ediyor, Yahudi kızlarını ise câriyeleştiriyordu.

İnsanlar, yaratılış açısından birbirlerine eşittir. Kur"an"ın ifadesiyle bir saf halinde, düz çizgi üzerindedir. Aynı saftaki insanlar, saf düzenini koruyarak cemaat olurlar. Önlerine geçecek imam, "hayırda yarışın" (2/Bakara, 148) âyetinin emrine uyarak "saf"ın önüne geçen, "saf"ı düzeltip bozuklukları gideren, onun düzenini koruyan, o "saf"la ilişkisini çok sıcak şekilde sürdüren ve kendisi de genel olarak o "saf"ın, o çizginin insanıdır. O, insanların tepesine çıkmaz, sadece bir adım önüne geçer. Hayatta da öyledir. Kendini saf/çizgi halinde Allah"a kulluk yapanlardan ayrı tutmayan, o çizgide olanlardan biri olarak o safı koruyan bir rol üstlenir her iki anlamda imam; yani yönetimde ve namazda insanların önüne geçen. Hakla bâtıl arasındaki safın netleşmesine, bâtıldan ayrışan tevhidî çizgiyi oluşturmaya ve korumaya çalışır ikisi de. İslâm toplumunun önderi de, safın önündeki imam gibi, tatlı sesiyle arkasında gönüllü olarak kendisine uyanlara Allah"a kulluk yapmada öncülük yapar. Sadece emir vermez yönetici, toplumla birlikte nefsini de fesattan korur, komutları kendini de bağlar. O da arkasındakiler gibi rükû ve secde eder, kulluğunu sergiler.

Anne gibi şefkatlidir, çizgide eşit şekilde sıralanan insanların önüne geçen kişi. "İmam" analık yapan demektir; anne demek olan "el-ümm" kelimesinden türemiştir. Bir köke, bir öze, bir anne gibi asla bağlı olan imam, "ümmet" kavramıyla da aynı anlamı ve aynı kökü paylaşır.

Bir adım öne geçmek, aslında savaşa soyunmaktır. Önderin bulunduğu yer, keyif sürülen yer değil, savaş mekânıdır. "Mihrab" savaş yapılan yer demektir. İmamın durduğu yer, kişiyi gururlandırıp aldatmak, kulluktaki huşûyu/saygıyı yok etmek için çırpınan cin ve ins şeytanlarına karşı devamlı savaş yapılan mekândır. O, arkasında "saf" bağlayan insanları ümmet haline getirmek için her türlü mücadeleyi verecektir. Çünkü ümmetsiz imam, imamsız ümmet olmaz. Namazla hayat arasındaki kopmaz bağdan dolayı, namazda insanların önüne geçip onları yöneten kimseye de, siyasi konuda önderlik yapıp insanları günlük hayatlarında yöneten kimseye de "imam" denir. Namaz gibi bir ibadette, saftakiler nasıl önlerindeki imama gönüllü olarak itaat ediyorlarsa, kulluk bilinci bunu gerektiriyorsa, siyasi imam ve cemaat ilişkisi de aynıdır. Tabii, imamın nasıl muvahhid bir mü"min olması ve namazı Allah"ın hükmüne ve Rasûl"ün sünnetine uygun kıldırması şartsa, siyasî imamın, yani yöneticinin de muvahhid olması, Allah"ın hükmüne ve Rasûl"ün sünnetine uygun şekilde insanları yönetmesi şarttır. Bu ölçüler içinde her ikisine de uymak Müslümanlar için gereklidir. Hata ettiklerinde her ikisini de usûlüne uygun olarak düzeltmek imama/lidere yakın olan onun arkasındakilerin görevidir. İmam, saf düzenini bozamadığı gibi, kendini yüksek de göremez, cemaatten daha yüksekte duramaz. "Kişi, bir cemaate imamlık yaptığı zaman, onlardan yüksek bir yerde durmasın." (Ebû Dâvud, Salât 67, hadis no: 597; Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Y., 2/444-445).

İslâm"ın hâkim değil mahkûm olduğu toplumlarda ise, liderler ve egemen güçler altlara yerleştirdikleri halkın omuzlarına basarak yükselirler. Saf düzenini ve saflığı/temizliği bozmadan hayırda ve hayırlı yarış yerine; piramidin tepesini ele geçirme yarışı vardır. Anıtkabiri piramit olan Firavun"un toplumsal düzeni de piramit düzeniydi; onun mirasını sürdüren günümüz Firavunlarının düzeni de aynı zulüm düzenidir. Yönetmede, tâğutlukta yarış, müstaz"af halkın omuzlarını basamak yaparak kazanıldığı sanılmaktadır. Demokrasi, halkın, omuzlarına çıkacak kimseleri seçmesi, gardiyan ve cellatlardan hangilerini tepesine çıkaracak onu belirlemesidir. Müstekbir tâğutlar, halkın onları omuzlarında taşıdığı için büyük gözükürler; fırlatıp atınca yerde sürünmeye başlarlar. Önlerinde halkın diz çöktüğü için büyüktürler; halk ayağa kalksa, onların yüce değil ne kadar cüce oldukları anlaşılır. Askerî okulların törenlerinde; kule adı verilen omuzlara basılarak yükselme provaları boşuna değildir. Omuzlara alınmaya lâyık görülmeyenler, güç kullanarak omuzlara çıkmanın yolunu bulmaya çalışırlar.

Demokrasi, "saf" halindeki toplumun, bu fıtrî yapıyı bozup piramitleştirmesinin adıdır. Truva atıdır demokrasi, kaleyi içeriden ele geçirmeye yarayan. İçinde Amerika ve Batılıların saklandığı tahta at" Halkların bu zulüm toplumlarında, Allah"ın alçalttığı tâğutları yükseltmek için ayaklarının altına omuzlarını koymaktan, onlara omuz vermekten vazgeçmeleri gerekmektedir. Kuvvetlice silkinip başlarını kaldırmadıkları, kendilerine gelip oynanan oyunu fark etmedikleri müddetçe bu oyun sürüp gidecektir. Tepedekiler alttakileri ha bire korkutmaya ve uyuşturmaya devam ediyorlar ki, uyuyan dev uyanmasın.

Tâğutların boylarının uzun gözükmesinin sebebi, halkın omuzlarına basıp yükseldikleri için, zulüm düzeni olan piramit düzeninin en üstüne çıktıklarından dolayıdır. Halk, onlara omuz vermekten caymış olsa, onların ne kadar cüce oldukları, her zâlim gibi korkak oldukları ve kaçacak delik aradıkları tecrübe ile sâbittir.

Namaz ve Siyaset

Mihrâb, şeytanla, şeytanî güçlerle savaş yapılan yer ve savaş komutanı yerinde imam olduğundan, mihrâbın, bu cihad mevkînin hakkını verebilecek gerçek imamlar yetiştirmek, bu ümmetin boynuna borçtur. Ümmetin kurtuluşu, ancak, ehil âlimler ve imamların yetiştirilmesiyle gerçekleşecektir. Cenâze ve mevlit peşinden koşmayan, nikâh ve hatim paralarına tenezzül etmeyen, hakkı ketmetmeyen, ehl-i tevhid, hamele-i Kur"an imamlar önümüze geçtiği takdirde düzenin rengi de değişmeye başlayacaktır. Bunun için de imamların namaz kıldırma görevlisi, yani devlet memuru olmaktan, camilerin de devlet dairesi konumundan çıkması gerekiyor. İşgal altındaki Mescid-i Aksâları kurtarmak için önce mahallelerimizdeki camileri devlet zihniyetinin, rejimin işgalinden kurtarmak icap ediyor.

Yöneticisini seçme, bey"at denilen özel bir sistemle işbaşına getirme ümmetin görevi olduğu gibi; imamlığa geçecek kişiyi seçmek de namaz kılanların hakkı ve görevidir. "Üç kimsenin namazı başından yukarı bir karış bile yükselmez (kabul olmaz). Bunlardan birisi: Kendisini istemedikleri halde bir cemaate imam olan kişi" (İbn Mâce, İkame 43; Tirmizî, Salât 149). Cemaat istemediği halde onlara namaz imamlığı yapmayı, dinin onaylamadığı gibi; hiç kimse de ümmet istemediği halde zorla, diktatörce, onlara imam (yönetici) olamaz.

Hem devlet başkanlığı anlamında ve hem namaz kıldırma anlamındaki imam için en belirgin şart, kişinin buna ehil olmasıdır. Namaz için imam seçimindeki prensip neyse, imam/yönetici seçimindeki prensip de odur. Bazı sahâbiler de konuyu böyle değerlendirmiş, son zamanki hastalığında Hz. Ebûbekir"i namaz imamlığına geçiren Peygamberimiz"in bu uygulamasından yola çıkarak, yönetici anlamındaki imamlık konusunda da Peygamber"in onu işaret ettiği sonucu çıkarmış ve o şekilde uygulamıştır. Halife seçiminde aceleye getirilen durum olsa da, en azından bu yorumla her iki imâmeti farklı düşünmeyen ümmet, olayı böyle göstermeye çalışmıştır.

Bir müslüman seçildiği zaman, artık ona, namaz imamına uyulduğu gibi uyulur. Namaz imamı yanılınca, imamın arkasındakiler, nasıl ve hangi usûlle imamı düzeltiyorlarsa, aynı şekilde imam/halîfe yanıldığı, yanlış davranışlarda bulunduğu zaman düzeltilmesi gerekir. Meselâ imam, namazın rekâtlarını fazlalaştırır, dört rekâtlık namazda beşinci rekâta kalkarsa ona uyulmaz; tesbih ve tekbir gibi bir usûlle hatırlatılır, doğru olana sevkedilir. Hz. Ömer de devlet başkanı iken Cuma namazı kıldırdığında hutbede cemaate soruyordu: "Ben Haktan ayrılırsam ne yaparsınız?" Cemaatten ses yükseliyordu: "Kılıçlarımızla düzeltiriz." Hz. Ömer: "Bana bu şuurda cemaat verdiği için Allah"a hamd u senâlar olsun!" diye şükrediyordu.

Cemaatle namaz, yöneticiler için de bir eğitim ve genel yönetim sahasında sâlih gâyeler için bir enerjidir. Cemaatle/toplumla istişâre etmek, onların hesap sormalarına karşı hesap vermek, onlara nasihat etmek, onların tercih ve eleştirilerine kulak vermek için halife (devlet başkanı) anlamındaki imamın, namaz imamlığını da yapması gerekli görülmüştür. Bu örneklerden de açıkça anlaşıldığı gibi namaz, mü"minin hayatında prototiptir. Mü"minlerin her işi, her şeyi namaza benzemeli, namazdaki gibi ibâdet bilinciyle yerine getirilmelidir.

Müslümanın gördüğü her cemaatte, kendisine diğer sosyal ilişkilerde ve özellikle İslâmî devletin yöneticisiyle (imamla) ilişkileri açısından bir eğitim ve bütünlük vardır. Meselâ, namazda, imamın hemen arkasında ehliyetli (muttakî ve ilim sahibi) kişiler vardır/olmalıdır. İmam unuttuğunda ona hatırlatır, hata yaptığı veya âyetleri karıştırdığı zaman onu düzeltirler. İmamlık makamı boş kaldığı zaman, imam bir özürden dolayı devam edemeyeceğinde onlar bu görevi üstlenirler. "Benim arkamda sizden, akıllı ve yanlışları düzeltme gücüne sahip olanlar dursun." (Müslim) Bu durum, büyük imamlık için de geçerlidir. Namaz, müslümanlara, yöneticilerinin etrafını sâlih, ilim sahibi ve ehil kimselerle çevirmeyi öğretir. Onlar danışma meclisini, istişâre heyetini oluştururlar. İmamlarını nasihatleriyle yönlendirir, genel işlerde onu vekil kılarlar, yanıldıklarında onu hemen düzeltirler.

Neredeyse imâmet-i suğrâ (namaz imamlığı) ile, imâmet-i kübrâ (devlet başkanlığı)nın hükümleri aynıdır. Bu durum, her işin ibâdet olmasına delildir. Bu, dünya ile âhiretin, din ile hayatın bir bütün kabul edilip ayrılmaması ile ilgilidir. Din, müslümanın hayatının bütününe hitap eder. Onda hayatın özel ve genel değerleriyle ibâdet ve hükümleri arasında ayrılık yoktur.

Mü"minlerin imamı/lideri, ancak mü"minlerden olur. Herhangi bir kâfirin mü"minlere yönetici olma hakkı yoktur. "Allah kâfirlere mü"minler üzerine asla velâyet hakkı tanımamıştır." (4/Nisâ, 141). Ümmetin ekserisi, müslüman olduğu halde fâsık veya zâlim olan birisinin de imam ve yönetici olma hakkına sahip olmadığı görüşündedir. Bu anlayış, Kur"an"da "imam" ve "itaat" kavramıyla ilgili âyetler değerlendirildiğinde tercih etmek zorunda olduğumuz bir tavırdır. Kur"an"da kâfirlerin, ancak kâfirlere imam olduğu, kendisine uyanları ateşe/cehenneme ulaştıracağı ifade edilir. Fâsık ve zâlimlerin de, ancak kendileri gibi imamları olacaktır. Çünkü insanlar nasıl iseler, öyle idarecilere/imamlara müstahak olacak ve o şekilde yönetileceklerdir.

Mü"min imamlar ise, imamların imamı Hz. İbrâhim örnekliğinde ortaya konulur. O, put ve putçulara karşı tek başına bir ümmettir. Ve aynı zamanda ümmetin imamıdır. Kur"an, apaçık bir imam/rehber olduğu gibi, yol (hidâyet yolu, sırât-ı müstakîm) da imamdır. İmam hakkındaki Kur"an"ın bu tanımlarından yola çıkarak diyebiliriz ki; iyilik imamı, Kur"an"ın ahkâmını inanarak uygulayan, peygamberlerin izinden ayrılmayan ve İslâm hidâyeti üzere, sırât-ı müstakîm yolunda önder kişidir. Bu özellikleri taşımayan kimse, mü"minlerin imamı olamaz; olsa olsa, küfür imamı/önderi olabilir.

Bu yazı toplam 2073 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar