Selâhaddin Çakırgil
"Nasılsanız öyle yönetilirsiniz.." ve, "Bir halk kendi halini değiştirme
İnsan"ın temel mes"elelerinden birisi, kim tarafından, hangi hak ve yetkiye dayanılarak ve nasıl yönetileceği hususudur.. Bu, beşeriyyet tarihiyle yaşıt bir mes"eledir..
İnsan dışındaki öteki canlılar âleminde de, bir üstünlük ve hâkimiyet mücadelesi daima vardır.. Ama, onlar bunu, dişleriyle, boynuzlarıyla, tekmeleriyle, kas güçleriyle belirlerler..
İnsan ise, aklıyla verir bu mücadelesini.. Akıl da, kullanacağı vasıtaları, sahibinin imkanları ve ölçüleri içinde ortaya koyar.. Bu imkanlar hile ve entrikadan, servet ve kuvvet"e ve de adâlet ve vicdanî gerekliliklere kadar çeşitlidir..
Cemiyet halinde yaşamak zornunda olan insanoğlu, ilk andan itibaren, vahy-i ilahî ile yönlendirilmiş ve Yaratan"ın proğramlamasına göre, Peygamberler eliyle yönetilmiş ve amma, bunlara karşı zorbalığın, zulmün, nefsanî tahakküm arzularının sembolü olan krallar, sultanlar, şahlar, melikler, şefler, başkanlar ortaya çıkmıştır..
1400 yıl öncelerden, Resul-i Ekrem (S)"den ulaşan rivayetlere göre, O, "Nasılsanız, öyle yönetilirsiniz.." diyerek, aslında yönetimin manivelasının bizim elimizde, halk kitlelerinin elinde olduğunu zımnen beyan etmiştir..
Aynı şekilde, Kitabullah"da, Ra"d Sûresi, 11. âyette de, "Bir halk kendi halini değiştirmedikçe, Allah onların halini değiştirmez.." buyrularak, sosyal değişimin ezelî ve ebedî kanunu gösterilmektedir..
*
Geçen hafta bir referandum yapıldı ülkemizde..
Bu gibi mekanizmalar, halk kitlelerinin görüşlerinin sorulması mekanizmalarının geçmişi çok eski değildir..
Gerçi, İslam bize işlerin şûrâ / istişare/ meşveret yoluyla yapılmasını emretmektedir ve 14 asır önce bu konuda ilginç uygulamalar ortaya konulmuştur, ama, Asr-ı Saadet ve Hulefâ"y-ı Râşidîyn döneminden hemen sonra başlayan saltanat, o sistemin sürekli bir şekilde sistemleşmesini ve gelenekleşmesini önlemiş, zer ve zor / altın ve kılıç/ servet ve kuvvet sahiblerinin kendi etraflardındaki dar kadrolarla yaptıkları istişarelerle bu emrin yerine getirildiği sanılmıştır..
Öteki dünyalarda ise, zâten, asırlarca, kralların, sultanların kendilerini devlet ve hattâ tanrı yerine koyma eğilimleri, halkları asırlarca, zorbalıkların, zulüm mekanizmalarının dişlileri arasında ezilmeye sevketmiştir..
Krallara , zâlim hüküm sahiblerine, yöneticilere karşı halk kitlelerinin başkaldırısının önemli belgelerinden birisini oluşturan "Magna Carta" (Büyük Sözleşme) İslam"ın Son Peygamber (S) eliyle dünyaya sunulmasının 600 sene sonralarında, 1215"lerde düzenlenebilmiş, Kral"ın gücü meşrut hale getirilmiş/ şartlara bağlanabilmiş, yani bir meşrutî krallık merhalesine geçilebilmiş, sınırlandırılabilmiştir..
Ama, bu durumun, başka ülkelerde de örnek alınması, 1775"lerden sonra, Amerikan Bağımsızlık Savaşı ve Fransız İhtilali ile ortaya çıkmıştır..
Bizde ise, sultanlar kısmî bir şekilde de olsa; ya inançlarının veya saltanatlarını / iktidarlarını korumak hesabının gereği olarak, kendilerini Kur"an"la yine de sınırlı hissetmişler veya kapıkulu taifesinden olmayan ulemâ, onlara, en azından bazı sınır tanımaz güç kullanımı ve açık adâletsizlik durumlarında Kur"an hükümlerini hatırlatarak geri adım atmalarını sağlamışlardır..
Bu bakımdan, bizdeki çoğu sultanların çoğunu, başka dünyalardaki yöneticilerden biraz daha yumuşak ve kendilerinin bir üst otorite tarafından sırınlandırılmalarına rıza gösteren kimseler olarak nitelemek mümkündür.. (Nitekim, ünlü alman generali Moltke, 1830"larda henüz yüzbaşı rütbesinde iken gelip dolaştığı Osmanlı ülkesindeki durumu anlattığı "Türkiye Mektubları" isimli eserinde, "bu ülkedeki Sultan"ların Avrupa"daki gibi sınırsız ve sınırlanamaz yetkilere sahib olmadıklarını, onlar gibi despot olamıyacaklarını, çünkü bunların kendilerini Kur"an"la sınırlı hissettiklerini" ifade eder..)
Ama, bizde, yine de, bugün anlaşılan mânâda bir anayasa ile Padişah"ın iktidarının sınırlandırılması/ şarta bağlanması (Meşrutiyet) 1876"da başlar..
Ne var ki, o anayasa (o zamanki ismiyle Qaanûn-i Esâsî) 1908"e kadar fiilen uygulanamadı, hukuken geçerliliği sık sık vurgulansa bile..
Ve 1908"de (İkinci Meşrutiyet) dinye anılan dönemden sonra Kaanûn-i Esasî, gûyâ uygulamaya konulmuştu, ama, bu temel kanunun ve diğer hukuk metinlerinin yorumlanması, iktidar gücünü eline geçirmiş olanların ve İttihad- Terakkî kadrolarının anlaşıyına göre şekilleniyordu..
Yine de, o temel kanûn, Osmanlı"nın sonuna kadar ve de Ankara"daki yeni rejimin ilk zamanlarında da, yapılan birkaç değişiklikle, ama uygulamada, meşrûiyyet / hukukîlik temeli halinde vurgu yapılan bir metin olarak duruyor ve kısmen de uygulanıyordu.. Cumhûriyet rejimi de, o "Qaanûn-i Esâsî"ye, anayasaya göre ilan edilebilmişti.. Ve yeni rejiminin kendine özgü ilk anayasası ise, Teşkilat-ı Esâsiye Kanûnu adıyla 1924 tarihinde kabulleniliyordu.. Ama, o kanun da yine 1950"ye kadar uygulanamıyacaktı.. Çünkü, ülke, 1. ve 2. Şef"lerin tam despotluğu altında ezilmişti, 27 yıl boyunca..
Ve o anayasa ilk olarak 1950-60 arasında uygulanacak ve 27 Mayıs 1960 İhtilali ise, o uygulayıcıların başı olan Adnan Menderes ve arkadaşlarını, anayasa"yı çiğnemekle suçlayıp idâm edeceklerdi... İronik olan ise, çiğnenmesinden şikayet ettikleri o anayasayı ihtilalcilerin, tamamiyle kaldırmalarıydı..
Sonraki 1961 ve 1982 Anayasaları ise, millete tamamiyle ve daha bir süngüucu dürtüklemeleriyle, zorla kabul ettirilmiş, kemalist/ jakoben/ tepeden inmeci anayasalardı..
*
Kemalist-laik oligarşik diktanın ve statükonun, yerleşik -egemen düzenin derin ve örgütlü kadrolarının güç ve baskı odaklarının kemalist -jakoben rejimin temellerinin sarsılacağından duydukları korkuyla bütün direnmelerine rağmen; halkımızın büyük bir kısmı, geçen hafta, gerçekleştirilen referandumla, anayasada bazı değişiklikleri, Tayyîb Erdoğan"ın istediği bazı değişiklikleri kabul etti..
Erdoğan referandum öncesinde, her ne kadar "Bu bir güvenoylaması değildir.." dese de, gerçekte, Tayyîb Erdoğan"a halkın duyduğu güvenin sonucu idi.. Kollektif irade onun için onun lehine bir sonuç verdi ve bu durumun, 9 ay sonra yapılacak olan genel seçimlerde de, semeresi görülecektir, büyük ihtimalle..
Bu o kadar açık bir güvenoylamasıdır ki, eğer referandumda Erdoğan"ın "anayasa değişikliği" teklifi reddedilseydi, muhalefet partileri, hemen ertesi günü, AK Parti"nin derhal istifasını isteyecekler ve onu Hükûmet"ten al-aşağı etmek için en akıl almaz baskıları uygulacaklardı.. Ve, onların bu talebleri, halkın artık AK Parti"ye güven duymadığı mânâsına dayandıracaklardı..
*
Bu gibi halkoylamaları ve seçimler, müslüman coğrafyasının büyük bir kesiminde maalesef, hemen hiç sahnelenmemekte ve müslüman halklar, meliklerin, kralların, sultanların, şeflerin, başkanların zorbalığı altında, milyonlardan oluşan sürüler gibi gibi güdülmektedir..
Müslüman halkların, kendi gelecekleri üzerinde, görüşlerini açıklamalarını, en olumsuz durumlarda bile olsa tercihlerini, iradelerini ortaya koymalarını; bazı müslüman kişi veya grupların, "Allah"ın kanununu reddetmek ve beşerî kanun koymak kasdıyla hareket edildiği" mânasında anlayıp, kendileri gibi düşünmeyen müslümanlara karşı ağır itiqadî suçlamalarla reddetmeleri ise, bir ayrı durumdur.. (Ki, bu satırların sahibi de, bu konuda yazdığı bir-iki makaleye rağmen, o gibilerden tuhaf suçlamalara maruz kalmıştır..) Halbuki, müslüman bir kişi veya halk, bu gibi irade beyanlarını, asla -ve hâşâ- ilahî iradeyi redd veya ibtal kasdıyla yapmaz/ yapamaz ve sadece kendisini sosyal planda kuşatan baskıların, zulümlerin içinde, zencirlerini biraz gevşetmeye vesile olabileceği umuduyla, bir zulüm düzenlerinin biraz zayıflamasına vesile olabileceği umuduyla yapar..
Esasen, bu da, yazının başlığında aktardığımız "Nasılsanız öyle yönetilirsiniz.." mânasındaki hadis rivayetine de, değişimin ilahî kanununu yansıtan âyet mealine de uygun olmalıdır.. Esasen, Allah"u Tealâ, bir halkın değişimini, onun iradesine bıraktıktan sonra..
Nasıl olur da, bir kimsenin veya toplumun kendisini kuşatan zencirleri gevşetmesine bile acaib itiqadî yorumlarla ilgisiz kalınmasını düşünüp, bir insanın veya toplumun zencirlerini gevşetmesine bile izin olmadığı gibi bir mantık sergilenebilir?
Sultacı, kemalist/ laik jakoben, dayatmacı, zorbacı, darbeci güçlerin uzun tarih dönemlerimizi dolduran sosyal örgütlenmelerine karşı, halkın içinden bir direniş kıpırdamasının filizlenmekte olduğu söylenebilir..
Bu sonuç, zencirlerini gevşetmek için çırpınanlara hayırlı olsun.. Zencirlerinden kurtulmak , için, kendi iradeleriyle hiç bir şey yapamıyacaklarını sananlar da, yollarına devam edebilirler..
"Bir testiyi bir pınara koysalar, kırk yıl orda dursa, kendi dolası değil.."
haksöz