Ahmet Taşgetiren
Ne Çöktü?
Mesele, Karar’daki “Gül mülakatı”nın spotları arasına “Siyasal İslam tüm dünyada çöktü” ifadesiyle girdi. Ardından, kaçınılmaz olarak tartışmalar geldi.
“Siyasal İslam çöktü” cümlesi etrafındaki tartışmanın evveliyatı var. Zaman gazetesi zemininde Ak Parti’ye karşı ilk itirazların bu söylemle başladığı söylenebilir.
Acaba Refah Partisi’nin içinden AK Parti’nin çıkışı da böyle bir değerlendirme ile ilgili miydi? Yani “Refah siyasal İslamcı bir parti olarak biliniyor, bu yürümedi, yürümezdi, İslam’ı referans almayan bir siyasi hareket başlatılmalı” gibi bir değerlendirme mi vardır Ak Parti’nin çıkışında? “Milli Görüş gömleğini çıkarmak – Kur’an’ı referans almamak” diye medya diline dönüşen söz, bunu mu ifade ediyordu?
Abdullah Gül bu mülakat sırasında da “Din’in siyaset içinde tedavül etmesinin en çok dine zarar verdiğini - vereceğini” ifade etti. Çünkü ona göre “Dinin kadim değerleri yanında siyaset çok farklı tavırlar almayı gerektiren hareketli bir alandır.”
Ama bu, herhalde dinin siyaset zemininde hiçbir biçimde yer almaması anlamına gelmiyor.
Gelmiyor, çünkü dinin toplumsal boyutu, onu bir biçimde günün konusu haline getiriyor.
En azından “dindar, muhafazakâr insanların siyaset yapması” din ve siyaset olgusunu iç içe geçiriyor.
Nitekim Ak Parti, evet, Refah’tan farklılaştı ama, dindar – muhafazakar kadroların siyasi hareketi olarak “Din zemini”nde görülmekten, tartışılmaktan kurtulamadı.
Soru şu: Acaba Ak Parti’nin siyasal İslam’la ilgisi neydi?
Bu soru aslında “siyasal islamın farklı tanımları, biçimleri, gerçekleşmeleri olabilir mi?” sorusu ile iç içedir.
Mülakatta sayın Gül’e sorulan soru şudur:
Yıldıray Oğur: AK Parti tecrübesi dindar insanların, İslami hareketlerin demokrasiyle bir araya gelebileceği tecrübesi İslam dünyasındaki ülkelere ve İslami hareketlere de model olmuştu.
Bu soruya sayın Gül şu cevabı
verdi:
“Bu söylediğiniz çok doğru. Benim de en önem verdiğim konulardan biridir. Dindar insanların ve siyasi hareketlerin özgürlükçü olabilmesi olağanüstü önemi haiz bir konu. İslami kimlikli siyasi hareketler demokrat ve özgürlükçü olduklarında, temel insan haklarını evrensel anlamda benimsedikleri ve uyguladıkları takdirde, iktidara geldiklerinde de iyi yönetişimi gerçekleştirmiş olurlar. Bunun örneğini ilk dönemimizde verdik ve dindar insanların devlet yönetimini nasıl rasyonel esaslara göre yönetebildiklerini sergiledik. Bu başarı tüm İslam dünyasına ve hatta İslami hareketlere bir dönem ilham kaynağı oldu. Şimdi Siyasi İslam’ın çöküşü diye çok tartışmalar var.”
Cevap dikkatli okunduğunda sayın Gül’ün “islami kimlikli siyasi hareketler”e temas ettiğini ve bunların “demokrat ve özgürlükçü olmalarına, temel insan haklarını evrensel anlamda benimsemelerine ve uygulamaları”na dikkat çektiği görülüyor. “İlk dönemimizde bunun örneğini verdik, dindar insanların devlet yönetimini nasıl rasyonel esaslara göre yönetebildiklerini sergiledik.” diyor. Üstelik “Bu başarı tüm İslam dünyasına ve hatta İslami hareketlere bir dönem ilham kaynağı oldu.” diyor. Buradaki “ilk dönem” vurgusu önemli. Sonra şerh başlıyor. Cümle şu: “Şimdi Siyasi İslam’ın çöküşü diye çok tartışmalar var.” Oraya Yıldıray’ın sorusu giriyor: “ Siyasi İslam’ın çöktüğünü mü düşünüyorsunuz?” Gül “Öyle, diyor, tüm dünyada, diyor ve Biz bunu görüp, paradigmadan kopuşu gerçekleştirmiştik, ama sürdürülemedi.” diyor.
Burada herkesin önüne “İlk dönem devam etseydi… bugün yine de siyasal islam’ın çöktüğü tartışılır mıydı?” sorusu gelmez mi? Bu soru “Falanca yerde evet başarısız oldu ama Türkiye bir İslam ülkesi olarak farklı bir tecrübeyi hayata geçiriyor” denemez miydi?
Sayın Gül’ün Türkiye’ye önerdiği yol şu:
“Türkiye’nin özgürlükçü bir yola girmesi gerekir. Salt güvenlikçi yol, sizi tedbir üzerine tedbir almaya mecbur eder. Bu nedenle hukuk ve adalet en önde gelir. Bu ise en kolay düzeltilecek mesele, burada sadece bir irade gerekiyor. İnsan hakları standartlarının uygulamasını yükseltmekten geçiyor bunun yolu. Türkiye gerçeğini ve imajını çok süratli bir şekilde değiştirebilirsiniz.”
“Sadece bir irade gerek” diyor sayın Gül. Böyle bir irade her şeyi yeniden ilk dönemdeki sağlıklı hale getirecekse, o zaman niye “çöküş” söylemini kalıcı hale getirmeli?
Gül’ün “paradigmadan kopuş” dediği şey nedir? Dindar insanlar siyaset yapacak, “islami kimlikli siyasi hareketler” oluşacak, bu kaçınılmaz, öyleyse olmaması gerekeni tartışmak gerekir. Toptan “Şu çöktü, bu çöktü” gibi yargılamalar yapmak yerine.