Tehdit Alıyorum, Koruma Talep Ettim
'Operasyon Ergenekon' isimli kitabıyla dikkatleri üzerine çeken Tayyar, ölüm tehditleri aldığı için Emniyet'ten koruma istediğini açıkladı…
Nuriye Akman/Zaman
Star Gazetesi Ankara Temsilcisi Şamil Tayyar, 20 yıllık gazeteci. Daha önce Sabah, Milliyet,Yeni Şafak ve Tercüman gazeteleri ile TGRT ve Star TV'de çalıştı. Son dönemde Ergenekon yazılarıyla dikkat çekti. "Operasyon Ergenekon" adlı kitabı 10 baskı yaptı. Yazıları en fazla alıntılanan ve en çok röportaj veren gazeteci oldu. Fakat aldığı ölüm tehditleri ve bir düello daveti yüzünden Emniyetten koruma talep etmek zorunda kaldı. Hâlâ 'Kim bu adam, nereden çıktı?' diyenler var. Sabah Gazetesi döneminde bir süre birlikte çalıştığım ve yıllardır görüşmediğim arkadaşımla bir selamlaşayım dedim. Ergenekon soruşturması kapsamında getirilen yayın yasağı nedeniyle ona şöhret getiren konuda fazla derinleşemeyeceğimiz için bari onu merak edenleri aydınlatayım dedim...
Eski bir gazeteci olmana rağmen, Ergenekon yazılarından sonra dikkat çekmeye başladın. Mücadele ettiğin çetenin sana şöhret getirmesi ne ironik değil mi?
Bazen insanların keşfi Deniz Akkaya gibi 20'sinde, Mustafa Keser gibi 40'ında ya da Abraham Lincoln gibi 60'ında olur. Bize Keser modeli düştü! Çeteler, ta ilk gençlik yıllarımdan bu yana içimde ukde kalan bir konu. Ergenekon soruşturması o protest duyguyu ön plana çıkardı.
Protest kelimesi sol jargona ait. Oysa senin geçmişinde ülkücülük var. Ne iş?
Doğru. 12 Eylül'den önce Ülkü Ocakları rahle-i tedrisinde yetiştim. Babam da MHP'ye çok emeği geçmiş birisiydi. İhtilal olunca 15 gün hapis yattım. Lise son sınıftaydım. 1982'de üniversite için Ankara'ya geldim. Geçmişi sorgulama ve daha çok okuma fırsatı buldum. Hayatımın dönüm noktası bir olayı anlatayım. Gaziantep'in İslahiye ilçesi, doğup büyüdüğüm yer. Babam kasaptır. İslahiye'deki subay ve astsubay gazinosunun et ihtiyacını biz karşılıyorduk. 12 Eylül'den kısa bir süre sonra, bir gün alaya et götürmüştüm. Dönerken Naci binbaşı diye çok meşhur bir istihbaratçı vardı. Naci binbaşı bir gencin omuzlarına elini atmış, çok samimi bir şekilde yolda yürüyorlardı.
İşte aydınlanma anı!
O genç, bizim ağabey diye hitap ettiğimiz ve ülkücü hareket içerisinde son derece önemli isimlerden biriydi. İslahiye'de eğer on bombalama eylemi olmuşsa dokuzunu o gerçekleştirmiştir. O tırmanan eylemlerin baş aktörlerinden birisini, o istihbaratçı subayla sarmaş dolaş görmek bende bir travma yarattı. Ondan sonra bunları sorgulamaya başladım. MHP davasında ortaya çıkan bazı gerçekler de sorgulayıcı yanımı tetikledi. Açıkçası kandırıldığımızı düşündüm.
Yıllarca muhabirlik yaptın. Bu konulara girdiğini hatırlamıyorum.
Muhabir olarak bu hadiselerin üzerine gitme alanınız son derece sınırlı. Ben Star Gazetesi'nde temsilci ve köşe yazarı olarak böyle bir imkânı buldum. Ergenekon soruşturması bana bu fırsatı verdi. Toplumu uyandırma adına bu konuların üzerine gitmeye başladım. Yazdıkça daha çok bilgi, belge akmaya başladı. Bu derin mevzuları yıllarca Tuncay Özkan, Soner Yalçın gibi sol orijinli isimler götürdüler. Sağda bu olmadı.
Çünkü sağda ûlulemre itaat esastır.
Evet sağda daha çok biat kültürü vardı. Devlet olarak tanımladıkları polis, asker gibi müesseselerin üzerine sağda pek gidilmez. İlk defa siyasi yelpazenin sağında kendisini tarif eden bir adam, bu derin işlere dalmaya başladı. Belki benim ve benim gibi isimlerin ön plana çıkmaya başlamasında, bizim gazeteci refleksimizin yanında solun derin devlete eklemlenmesinin yarattığı boşluğun da payı var.
Bu tür konuları yazmanın zorluğunu takdir ediyorum; ama bilgi kaynakları bir gazeteciyi yükseltir. Sonra birdenbire çekilir bu destek. Bu çerçevede kendine nasıl bir gelecek çiziyorsun?
Çok rahatlıkla Kaş'ta bir tatil beldesine yerleşip hayatımı orada devam ettirebilirim. Yani birileri beni keşfedip, "Ya Şamil gel, elimizde çok önemli bilgiler, belgeler var. Bunları bu dönemde kullanacak, anlatacak, yazacak, bunun kavgasını verecek sen varsın. Bunu al yaz" demedi. Bana Başbakanlık'tan, İçişleri Bakanlığı'ndan alın şunu yazın şeklinde bir adet belge gelmedi. Gelmesini çok isterdim, maalesef gelmedi. Emniyet Genel Müdürü'nü hayatımda bir defa gördüm. İstihbarat Daire Başkanı'nı yolda görsem bile tanımam. Başbakan'a çok yakın olduğum da doğru değil. Recep Tayyip Erdoğan ile Star Gazetesi'ne temsilci olduktan sonra tanıştım. Şu ana kadar kendisiyle bir dakika bile baş başa bir görüşmem olmadı.
Emekli Tuğgeneral Nejat Eslen seni neden düelloya davet etti?
Kara harekâtının sona erdiği günün sabahı Flash TV'de Nejat Eslen'in, "TSK Kuzey Irak'a girdi. Hani karşımıza peşmerge çıkacaktı, Amerika çıkacaktı, ne oldu peki?" diye sorduğu sırada TSK, geri dönüş yolculuğuna başlamış ve sınırdan içeri girmişti. Şimdi stratejiden bu kadar uzak, bu işleri bilmeyen insanların televizyonda ahkâm kesmesine tepki olarak ben Nejat Eslen'in bu çıkışını eleştiren bir yazı yazdım. Bunun üzerine çok ağır, küfür ve hakaret dolu bir mail attı. Bana hangi ifadelerle hitap ettiyse ben de kendisine aynı ifadelerle cevap verdim.
Duygularına mı yenildin?
Evet, bunu yapmamam gerekirdi. Bunun üzerine bana cevap gönderdi, 'Hadi o zaman erkeksen çık. Seni düelloya davet ediyorum' diye. Ben tabii o küfür ve hakaret kısmını yazıma taşımadığım için, kendisi daha sonra yaptığı açıklamada düellodan kastının söz düellosu olduğunu anlatmaya çalıştı. Ama onun öyle olmadığı anlaşılıyor.
Şimdi davalık mısınız?
Yok dava açmadım. Türkiye'de dava süreci çok uzun devam ediyor. Ve bu sürede çok yıpranıyorsunuz. Fakat en azından kendisi kamu vicdanında mahkûm olmuştur diye düşünüyorum. Geçen hafta koruma talebinde bulundum. Ve koruma talebimin gerekçeleri arasına bu düello davetini de koydum.
Danıştay saldırısını gerçekleştiren Alparslan Arslan'ın babasının söylediklerine neden hiç değinmedin?
Alparslan Arslan'ın babası İdris Arslan, bu Danıştay davası soruşturması sırasında ifadesinde "Benim oğlum hiçbir zaman dinle filan ilgilenmedi. Hatta kız kardeşlerinin başı açıktır. Ve bir defa bile kız kardeşlerine 'başınızı örtün' demedi. Ben son dönemde Veli Küçük, Muzaffer Tekin ve Taner Ünal'la ilişkili olduğunu duydum, bunların araştırılması gerekir." dedi. İlk duruşmalarda baba, kızlarını da getirdi. Hepsinin başları açıktı. Sonra ne oldu? Son karar duruşmasında baba yine kızlarıyla geldi. Daha önce söylediklerinin tam tersi açıklamalar yaptı. Ve kızlarının başı da bu sefer kapalıydı.
Peki ne oldu da böyle oldu?
Valla ne olduğunu bilmiyorum. Ama anormal bir şey olduğu kesin. Bunları ikna eden, bu kadar farklı davranmaya sevk eden bir güç var. Eğer o kadar keskin bir dönüş yapıyorsa mutlaka bunun bir sebebi olması lazım. Eğer bu şahıs bir ölüm korkusu yaşıyorsa konuşturamazsınız. Ben bunu yazmadım. Çünkü kitabı yazdığımda Danıştay davası sonuçlanmamıştı. Orada bir ayrıntı daha var. Gözden kaçtı. Alparslan Arslan ilk tutuklandığında konuşmadı. Cumhuriyet'e atılan bombaları kimden aldığını söylemedi. Bunu Sincan F Tipi Cezaevi'ne koydular. Kırk gün sonra ne olduysa bu arkadaşa, konuşmak istediğini söyledi. Savcılıkta ifade verdi. Dedi ki; "Benim liderim Salih Kunter. 83 yaşında ve muhafazakâr kimliği ile bilinen bir adam. Ben bombaları Süleyman Esen'den aldım. Bu adam da hukuk fakültesinden sınıf arkadaşı ve avukatlık yapıyor. O da muhafazakâr kimliği ile bilinen birisi." Sonra bu iki adamı alelacele Ankara'ya getirdiler. Sorguladılar. Danıştay davasının iddianamesi tamamen bu iki adamın üzerine kuruldu. Sonra ilk duruşmada "Ben yalan söyledim. Bunların hiçbirisi doğru değil." dedi Alparslan Arslan.
Bu sefer de karşı taraf mı onu ifade değiştirmeye zorladı?
Bilemiyorum. Ben şunu söylüyorum. Ergenekon soruşturmasından bağımsız olarak Danıştay davasını alırsanız, ortaya çıkaracağınız sonuç kamu vicdanını rahatlatmaz. Alparslan Aslan, "ben yalan söyledim" dedi; ama bu adamları bırakmadılar. En son karar duruşmasında Salih Kunter beraat etti. Diğerine de on yıl hapis cezası verdiler. Ve konu şimdi Yargıtay'da. Şimdi devlet buradaki çarpıklığı ortaya çıkarmak istiyorsa mutlaka ama mutlaka Sincan F Tipi Cezaevi'nde Alparslan Arslan'ı kimlerin ziyaret ettiğini bulmalıdır.
Bu çağrıyı daha evvel de yaptın. Cevabını biliyor olman lazım.
Ben cevabını biliyorum. Ama benim bunu belgelendirecek bir durumum yok.
Ama sadece dava dosyalarından yararlanmadın ki, duyumlarını da yazdın şimdiye kadar.
Teyit etmediğim hiçbir bilgiyi yazmadım. Tahminim şu. Çok ciddi bir ziyaretçi akınının olduğunu düşünüyorum, istihbarat görevlilerinden.
Hangi istihbarat? Dört tane istihbarat var.
Kitabı okuduğunuz anlaşılıyor.
Ayıp ettin Şamil. Kaç yıllık gazeteci, dört tane istihbarat kurumunu bilmez mi? Söyle hangisi?
Bu dört adresten birisi ya da birkaçı. Kapalı bir cezaevine kimler girebiliyorsa, girebilen herkes Alparslan Arslan'ı etki altına almış olabilir.
Peki neden Ergenekon ismini verdiler bu örgütlenmeye?
Ergenekon ismini resmi kayıtlarda 99'dan itibaren görüyoruz. Öncesinde yok. Niye bunu seçtiler? Bilgi sahibi değilim. Ama bir tahminim var. 28 Şubat sürecinde bu harekâtı yürütenler, daha çok bir mezhep etrafında kümelenmişlerdi. Ve sol vurgusu daha güçlüydü. 28 Şubat sürecinden sonra, daha böyle milliyetçi, ulusalcı vurgusu güçlü kadrolar ön plana çıktı. Belki de fikri dönüşüm aynı zamanda hareketin ismini de değiştirdi. Çünkü Ergenekon milliyetçiler, ülkücüler için kutsal bir kavram.
TAYYAR'DAN YENİ BİR İDDİA
Türkler Ergenekon'da iken şamandılar. Bu örgütlenmenin Şamanist bir yanı da var mı acaba?
Bilmiyorum. Ancak bunlara baktığınızda Kafkas kökenlilerin yoğun olarak bu hareketin içinde olduğunu görüyoruz.
Kafkas kökenliler derken?
Abhaz ve Çerkez ağırlıklı bir yapılanma.
Allah Allah bunu ilk defa duydum.
Ben de ilk defa söyledim zaten.
Kafkasya öyle bereketli bir toprak ki mesela Nakşibendi tarikatı da oradan doğmuş ve Türk siyasi sisteminde çok etkin olmuş. Sen şimdi neye vurgu yapıyorsun?
Valla Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alınan, bunlarla doğrudan ya da dolaylı ilintili olan tüm isimlerin şeceresini döktüğünüz zaman, böyle ağırlıklı bir tablo ortaya çıkıyor. Bu bir tesadüf müdür, yoksa özellikle bir tercih midir bilmiyorum. Ama bu kesimin MİT içinde de bir dönem çok ciddi ağırlığı olduğunu herkes biliyor. Belki bu aidiyet, kendilerine bir kolaylık da sağlıyor. Bu hareketin güçlenebilmesi için nüfuz kullanabilen, her meslek grubundan insanlara ihtiyaçları var. Bu bazen bir gazeteci olur, bazen bir yargı mensubu. Bazen bir psikolog olur, bazen bir istihbarat görevlisi. Maalesef Türkiye'de etnik köken kimi zaman bu mücadelenin hemşehrilik bağını kolaylaştırabilir. Küçük ölçekli çetelerde bile, hemşehrilik duygusu çok önemli hale gelebilir. Buna ilişkin elimde çok ciddi bilgi ve belge olmadığı için üzerine gitmedim. Ama tabloda beni ürküten birtakım sinyaller var. Yani 'aynı kökenden insanların yoğun olarak bu hareketin içinde yer almasının siyasi anlamı var mı, tesadüf mü?' bunun araştırılması gerekir.
Neredeyse ikinci Çerkez Ethem isyanı diyeceksin!
Böyle bir ironi de yapılabilir yani. Tabii beş Çerkez bir araya gelip de hadi devleti kendimize göre dizayn edelim düşüncesiyle yola çıkmış değiller. Ama bu yapı içerisinde Kafkas kökenlilerin ağırlıkta olması, ister istemez zihinlerde soru işareti bırakıyor.