Abdurrahman Dilipak
Olacağı buydu..
Cenevre başlamadan bitti gibi.. Türkiye’ye rağmen, Türkiye’nin desteklemediği bir çözüm önerisinin hiçbir şansı yok. Bunu görmek gerek.
Cenevre’de Türkiye’ye rağmen PYD’nin kendi başına katıldığı bir buluşma, dostlar alışverişte görsün kabilinden, yetersiz, tutarsız, anlamsız bir buluşma olacaktı, toplantı olsaydı. Beyefendiler toplanmışlar, yüzbinlerce sivilin ölümünden sorumlu olan bir rejimi değil de, bir başka terör örgütünü yanına alarak bir başka terör örgütü ile nasıl başedeceklerini konuşmaya çalışıyorlar. Esed gitsin, meşru bir hükümet kurulsun, Suriye zaten kendi iç meselesini çözer. Batılılar önce hasta edip, sonra ilaç satmaya çalışıyor sanki.
Batılıların asıl derdi, Esed’den önce, kendi örgütledikleri DAEŞ’den nasıl kurtulacaklarını, bu bahane ile PYD’ye nasıl destek vereceklerini konuşuyorlar.. Tamam, buyurun her şeyi konuşalım. DAEŞ’i de konuşalım. Hatta bu DAEŞ’i kim nasıl örgütledi, bu bela başımıza nasıl ve kim tarafından, niçin sarıldı onu da konuşalım.
Cenevre’de ortaya çıkan bir gerçek var aslında. Bu sonuç birçok açıdan önemli.. Mesela BM’nin geldiği nokta açısından son derece önemli bir durum bu.. Erdoğan’ın “dünya beş’ten büyüktür” derken aslında anlatmaya çalıştığı buydu. Dikkat ederseniz Rusya batı ile inatlaşınca, koskoca örgüt işlevsiz kaldı. Ne barışı koruyabiliyor, ne tecavüzü def edebiliyor.. 5 ülke BM ile ancak üzerinde ittifak ettikleri kendi çıkarlarını koruyabiliyor..
Bu arada İran batı ile yakınlaşırken Rusya ile arasına mesafe koymak durumunda. İran petrolünün piyasaya arzı Rusya’nın canını sıkacaktır. Öte yandan NATO, AB ve AGİT açısından da durum pek iç açıcı değil. Türkiye’ye yönelik bir terör tehdidi var, ittifak üyelerinden bazıları, o terör örgütüne silah, muhimmat, para desteği sağlıyor. Dahası Cenevre’ye o terör örgütünün uzantısı olan bir örgütü davet etmeye kalkıyor. Cenevre konferansının başarısızlığının asıl sebebi bu. Türkiye de bu durumda dünyada kendini anlatacağı, kendini anlıyan yeni müttefikler arıyor ve buluyor..
Batılılar hâlâ “hayır diyebilen bir Türkiye”ye alışamadılar. “30 cente muhtaç yoksul ve hasta bir adam” gibi görmek istiyorlar.. “Ucuz asker deposu, sıçrama tahtası, oltaya takılan balık”. İyi bir pazar sonuçta. Malum “oltaya takılan balık yem istemez”.
Bölgede, Türkiye’siz, Türkiye’nin kabul etmediği bir çözümün, başarı şansı yok..
“Kötü komşu insanı kap-kacak sahibi yapar” derler.. Türkiye bu vesile ile eski dostlarının, yıllardır ihmal ettiğimiz ülkelerin kapısını çalmaya başladı. Onlar da aynı şekilde, aynı sebeble bizim kapımızı çalıyorlar. Yeni dostluklar, yeni ittifaklar kuruluyor.. Bu yeni ittifaklar, yeni değerler üzerinde yükseliyor. Adalet, barış, özgürlük temelli yeni bir siyaset anlayışı hakim bu yeni yönelişlere.
Bu sürece katılacak ülkelerin de bu yeni duruma göre kendilerine çekidüzen vermeleri gerek. “Eski hal muhal, ya yeni hal, ya izmihlal.” Öyle mezhebi, tarikatı din zannederek, din büyüklerimizi ilah ve Rab edinerek bir yere varamayacağımızı görmemiz gerek.. Sünni de, Sufi de, Selefi de, Ehli beyt aşıkları da bizim. Hepsinin avamından, kendi dışındakileri tekfir edenlerden sakınmak gerek.. “Allah’ın emrine uymazsan haram, Resul’un sünnetine uymazsan mekruh, benim gibi düşünmezsen kafir olursun” ya da “kendine din ara” diyeceksin.. Bu sonuncusu olmaz. Aynı Allah’a, Resulüne ve kitaba iman edenler ihvandır. Kimse dine, mezhebini, tarikatını, devletini, siyasetini, ideolojisini, felsefi kanaatini, zannı olan ne varsa onu eklemesin ya da dinden bir şey çıkarmaya kalkmasın. Sonra kişi, eklediği ve çıkardığı ile baş başa kalır ve din aradan çekilir.. Dini Allah’a has kılacağız. Mali’de, Yemen’de, Suriye’de, Irak’ta, İran’da, Afganistan’da, Çeçenistan’da, Nijerya’da yaşananlardan ders almamız gerek.. Vehhabiliği ya da Şiiliği, Sufi geleneği, bir bütün olarak İslam’ın mümkün olan tek doğru yorumu gibi görmek doğru bir yaklaşım değil. Her kesimde yanlışlar, her kesimde doğru ve güzel şeyler var ve biz temelde tek bir dine mensubuz. Din Allah’ın dini. Risaletin kendine has bir masumiyeti vardır. Onun dışında beşeri olan her şey nakıstır. Safevi Şiası ya da Batıniliğe boğulmuş Sufisi ve Vehabiliğin avamicesine teslim olmuş bir Selefi anlayışla bir yere varmak mümkün değil.
Şunu da görelim artık, bu bölgedeki sınırlar, rejimler, iktidarlar sun’idir. Bunlar değişecek. Zaten bugüne kadar kök salmadı, kendinizi kabul ettiremediyseniz bu işi daha fazla sürdüremezsiniz. O zaman gelecek günler geçen günleri aratacak demektir. Çünki dayandığınız değerler yıkılırken siz ayakta kalamazsınız. Nasıl bir yumuşak geçiş yapabilirsiniz ona bakın. Yoksa, konuşmayacağınız, tartışmayacağınız hiçbir konu olamaz. Ve bu işi daha fazla erteleyemezsiniz. Şunu görmeniz ve bilmeniz gerekiyor ki, “Gideceği yeri bilmeyen kaptana hiçbir rüzgar fayda sağlamaz.” Her ihtimalin bir riski ve bir bedeli vardır ve olacaktır. Bu riski görüp, o bedeli ödemeye hazır olmayan hiçbir kadronun başarı şansı yoktur. Ya da ancak bir başkasının kuklası olarak yolumuza devam edebiliriz.
Türkiye’nin başarısı, bu riski görüp, kendini değiştirme iradesini ortaya koymasında gizli.. Allah cahil ve zalim bir topluluğa yardım etmez. Biz kendimizi değiştirmeden Allah bizi ve bizim hakkımızda olanı değiştirmez. Öte yandan biz birbirimize tutunur, kararlı, dürüst, cesur bir irade ortaya koyarsak, bu bizi daha güçlü kılacaktır.
Cenevre’yi bırak, Şili, Peru, Ekvator’a bak.. Aslında kimseyi terk etmeyelim, ilkeli ve dürüst olduktan sonra. Ama köpekbalıkları ile dost olacağız diye, istavritten vazgeçmeyelim.. İttihadımız da olacak, ittifakımız da, itilaflarımız da olacak. Kardeşlerimiz de olsun, erdem sahibi müttefiklerimiz de, nimet ve külfet dengesine dayalı itilaflarımız da.
Selâm ve dua ile..
yeniakit