Abdurrahman Dilipak
“Ölülerden medet ummayın”
Mustafa Kemal’in ölümünün 81. yılı. 6 Ok’un sadece “İnkılabcılık” maddesi Mustafa Kemale aiittir. Değişimi savunan bir kişiyi, muhafazakar bir ideolojiye dönüştürüp onun ideallerini donduranlar öldürdü aslında Mustafa Kemal’i. “Ölülerden medet ummayın” diyen, Türbeleri kapatan bir adama anıtkabir diye Türbe yapanlar öldürdü. Din işleri ile devlet işlerini birbirinden ayırmak isteyen bir adamın ideolojisini dinleştirerek, dine karşı dine dönüştüren, “Türkün dini Kemalizm’dir” diyenler öldürdü Mustafa Kemali. Biliyorum savcılar, bu ihbarı dikkate almayacaklardır ve bu cinayetin failleri muteber kişiler olarak aramızda dolaşmaya devam edeceklerdir.
12 gün önce “Cumhuriyet bayramı” idi, bugün “Milli matem”.. Yine başlayacaklar, “Olmasaydın olmazdı”. Oysa İslam inancında birileri bir şeye vesile olabilir ama, Allah bir şey murat etmişse, o şeyi gerçekleştirmek için bir başkasına muhtaç değildir. Dilerse Genç Davud’un sapan taşı ile “Tanrı Kıral” Calud/Goliath’i öldürür, dilerse bukağılı Şeytanlara ve cinlere mabed yaptırır, Her savaştan zaferle dönen Halid b. Velid’i, Hz. Ömer, “neredeyse zaferi Allahtan değil, Halid’den bekliyor olacaklardı” diye Halid b. Velid’i görevinden azleder.
Piyasa kurtarıcı liderler, örgütler, şeyhlerle dolu. Oysa Peygamberlerin bile kurtarıcı güçleri yok. Onlar insanları kurtuluşa çağırırlar. Yani Allaha, resulüne, kitaba çağırırlar. Yoksa göklerin ordularının komutası ya da göklerin hazinelerinin anahtarı onların elinde değildir.
Şu olsaydı, ya da olmasaydı, bu iş böyle olurdu ya da olmazdı demek Şeytan’dan’dır. Sahi babam kız olsaydı, ben kim olurdum! Hayır da, şer de Allah’ın iradesi içindedir. Şeytan da Allah’ın iradesi içindedir. Biz ise Allah (cc)nin rızasına talibiz.
Mutlaklaştırdığınız din ve devlet büyüklerinizi ya da da herhangi bir kişi, kurum ya da bir şey’i İlah ve Rab konumuna yükseltmiş olursunuz. Ayette ne deniyordu: “Din büyüklerinizi İlah ve Rab edinmeyin”. Hatem ibni Adiy, “Ya Resulullah, biz din büyüklerimizi İlah ve Rab edinmezdik ki, bu ayetin anlayamadım” dedi. Resulullah (sav) ona şu cevabı verdi: “Hani onlar size bir şey söylerlerdi de, siz o şey üzerinde düşünmeden, o söylenen şeyi istenilen gibi kabul ya da reddetmez miydiniz, işte bu onları İlah ve Rab edinmek demektir”. Ya işte böyle: Tek adamlık, führer: Ulu Önder’lik yok, muhatabınız peygamber de olsa. İseviler, Hz. İsa’yı, peygamberlerini İlah ve Rab edindikleri için sapmadılar mı? İsrail oğulları da “Üzeyir Allah’ın oğlu” demediler mi, kendilerinin “Allah’ın ailesinden” olduklarını söylemediler mi? Sonuçta bütün bunlar İslam inancında şirk olarak kabul edilir. Mutlaklaştırılan herşey İslam inancında “Sanem / Put” olarak anılır. Bir kişiyi İdol edinmekte, aslında onu putlaştırmak demektir. İDOL “çoktanrılı dinlerde küçük boyutlu tanrı ya da tanrıça heykelciği ya da insan eliyle üretilmiş tanrı, put” anlamına gelir. İdol bu anlamda “bir kült nesnesi”dir.
İngilizce “Cult” terimi ilk kez 1617’de İngiltere’de ortaya çıktı. “ibadet” anlamına gelen bu kelime Fransızca “Culte” kelimesinden türetilmiştir. Fransızca’da “bakım, yetiştirme, ibadet” anlamına gelen bu kelime Latince’deki “Cultus” kelimesinden türetilmiştir. 1829’dan sonra “Bir kişiye veya şeye adanmışlık” anlamında kullanılmaya başlandı.
Bizim “Kültür” dediğimiz şey İngilizce ve Fransızca “Culture” olarak kullanılmaktadır. Latincede de aynı anlamda “Cultura”şeklinde kullanılmaktadır.. “ekip biçme, tarım, üretim”, ayrıca.”talim, terbiye, eğitim” anlamında da kullanılır. Bir dönem Türkçede de “Kültür” “Ekin” olarak kullanılmıştır. “Bir toplumun, eğitim yoluyla kazanımları, töre ve din ve gelenekle ilgili ikonokratif semboller ve simgeler” bu konuyla ilişkilendirilir.. Kültür, bazı durumlarda “tarz-ı hayat”, belirli bir grup veya topluluğun sosyal davranış kalıplarını, “norm”larını, inançlarını, sanatlarını ve geleneklerini de kapsar. Bir topluluğun alamet-i farikası olan şeyler değerlerini de ihtiva eder. Evet, “kült” ve “kültür” kelimeleri arasında bir bağlantı vardır. Her iki terim de ortak bir Latince köke sahiptir. “yetiştirmek, ikamet etmek veya tapınmak” anlamına gelen başka kelimelerle de eş anlamda kullanılır.. Kült bir terim olarak genellikle belirli bir figüre veya nesneye yönelik dini bir saygı ve bağlılık sistemini ifade eder ve genellikle başka toplulukların alışılmamış inançları veya uygulamalarıyla irtibatlandırılır. Kült aşırı, radikal fanatik, ezoterik bazı ayin, tören, ritüel ve seramoniler içinde kullanılabiliyor. “Kült” genellikle münhasırlık ve fanatizmle ilişkilendirilen olumsuz bir çağrışım taşırken, “kültür” daha geniş bir insan deneyimleri yelpazesini kapsar ve genellikle daha olumlu olarak görülür. Ancak her iki terim de inançlar, uygulamalar veya toplumsal normlar olsun, yetiştirme fikriyle ilgilidir.
Evet, 10 Kasım’a dönecek olursak, Bugün hala Mustafa Kemalin, hayatını, ailesini, kişiliğini, ilkelerini tartışıyoruz. Öldü mü, öldürüldü mü onu konuşuyoruz. İsmet Paşa onun gölgesinde kaldı, Cumhuriyete giden yolda ilk günden itibaren. Mustafa Kemal’in son günlerinde İsmet paşa pek ortalıkta gözükmüyordu. Çünkü Mustafa Kemal ona öfkeliydi bir iddiaya göre, onu gözünün önünden uzaklaştırmalarını istemişti bir rivayate göre, Türkiye Komunist Parti’nin kurucusu, Nakşi şeyhi Küçük Hüseyin Efendi(!?)ye bağlı olan Fevzi Çakmak’ta onu alıp başka bir yere götürmüştü. Mustafa Kemal ölünce onu götürdüğü yerden alıp getiren de Fevzi Çakmak’tı. Çakmak 1. Mecliste Mustafa Kemal Meclis başkanı olunca ilk İcra vekilleri başkanı idi. Sonra Rauf Orbay, Fethi Okyar geldi. İsmet Paşa Cumhurbaşkanı olunca kendini başbakan yapmasını bekliyordu. Mustafa Kemal Cumhurbaşkanı olunca İnönü ve Fethi Okyar başbakan olmuştu. Mustafa Kemalin son günlerinde İnönü gitmiş yerine Başbakan olarak Celal Bayar gelmişti. İnönü Cumhurbaşkanı olunca Bayar gidecek Refik Saydam gelecek. Ardından Şükrü Saracoğlu, Recep Peker, Hasan Saka, Şemseddin Günaltay gelecek.
Recep Peker 7 Ağustos 1946 da Saracoğlu’ndan görevi devralmadan önce, 5 Nisan 1946 ta Missouri zırhlısı, 2 Eylül 1945’de 2. Dünya savaşı bittiğine göre, savaşın sonra ermesinden 11 ay sonra İstanbul’a geldi. Aslında ABD dışişleri bakanlığı 6 Mart’ta Türkiye ziyaretini resmen açıklamıştı. 1944 Kasım’ından ölen Türk büyükelçisi Münir Ertegün’ün cenazesinin getirilmesi sadece bahaneydi, asıl gerçek ABD donanmasının Orta ve Doğu Akdeniz’de gövde gösterisinde bulunması ve Türkiye üzerinden Rusya’ya gözdağı verilmesiydi. Ve 23 Mart’ta gemi NewYork’tan yola çıktı. Missouri ve ona eşlik eden Providence ve Power 1 Nisan’da Cebeli tarık’tan geçti. 4 gün sonra da İstanbul’a demirledi.
Mustafa Kemal 10 Kasım 1938’de öldü değil mi? 1 Eylül 1939’da, yani Mustafa Kemal’in ölümünden 10 ay sonra 2. Dünya savaşı başladı. İnönü savaş öncesi 1 yıl Cumhurbaşkanı oldu. Savaş döneminde yani 1 Eylül 1939 – 2 Eylül 1945 arası sessizliğe gömüldü. Daha doğrusu genel politikalar, asker ve parti tarafından aynen devam ettirildi. 1942–1946 yılları arasında yürürlükte olan ekmek karnesi uygulaması hala toplumun hafızsındadır. Yol vergisi de öyle. 11 Kasım 1942 tarih ve 4305 sayılı Varlık Vergisi Kanunu ile vergisini tam ve zamanında ödemeyen gayrimüslim vergi mükellefleri için çalışma kampları oluşturulmuştu yine o dönemde.
İsmet İnönü Kasım 1943’te Kahire Konferansı’nda Roosevelt ve Churchill’e buluşmuştu. O zaman Başbakan Saracoğlu. Türkiye’ye “otur oturduğun yerde” denir. Aslında İnönü dönemi bu anlamda 10 Kasım 1938’de başlar, Kahire Konferansı (4 Aralık 1943 – 6 Aralık 1943) ile sona erer. Yani toplam 5 yıldır. Mustafa Kemali eleştirmek suç olduğu için Tek Parti döneminin bütün faturası İnönü’ye çıkartılır.
Ha! Bu arada Avrupalı, Amerikalı müttefik dostlarımız BM’ye üye olmak için getirilen şart nedeniyle Türkiye 23 Şubat 1945’te Almanya ve Japonya’ya savaş ilan etmiştir, ama biz fiilen savaşa katılmadık. Yine nasıl oldu ise 2. Dünya Savaşı’nın başladığı 1 Eylül 1939’tan bittiği 7 Mayıs 1945’e kadar Türk ordusuna bağlı birliklerden ölenlerin sayıları 1951’de Milli Savunma Bakanı Hulûsi Köymen’in açıklamasına göre günde ortalama 13 asker olmak üzere toplamda 22.663 asker olmuştur. 1944-50 arası artık, yeni dost ve müttefiklerimizin yönlendirmesi ile takip edilen bir uygun adım politikası olmuştur.
Düşünsenize, bizim “Anadolu yaylalarında çıplak ayakları ile şaraplık üzüm ezen Normandiya köylülerini arayan”, kimi Hitlerin doğum günü kutlaması için Almanya’ya giden, batı ya da Sovyet hayranı Kemalist topluluğun hızlı kalemşörleri o Missouri zırhlısı geldiği günden önce ABD’ye övgüler dizmeye başlamışlardı. Mesela Nadir Nadi: “Milletlerin hürriyet ve eşitlik ülküsü, gerçekleşme yoluna girmiştir” derken. Ahmet Emin Yalman ise Vatan’da Missouri’den “Çelikten bir barış elçisi” diye bahsediyordu.
Zaten 27 Mayıs darbesinden 11 ay sonra Nisan 1961’de Domuzlar Körfezi Çıkarması olmuş ve ABD’nin Sinop’a, Rusya’ya karşı Nükleer başlıklı füzeler yerleştirmiş olduğunu öğrenmiştik. Ne zaman yerleştirildi bu füzeler, kim izin verdi, bunları hiç öğrenemedik. Tabi hesap soran da olmadı. Zaten artık Küçük Amerika hayalleri kuruyorduk. NATO’nun “ucuz asker” deposu idik., bu konuda ne iktidar ve ne de muhalefetten hiçbir itiraz gelmemişti. Laiklik ve Atatürkçülük adına darbeler yapan kahraman ordumuz da ABD’de soğuk savaş eğitimi alıyordu, Komunizm’e karşı Kontrgerilla kamplarının kurulması için sorumluluk üsleniyordu.
Mustafa Kemal ölse de, onun adına neredeyse bir asır hep darbe rejimleri ile yönetildik.
Mustafa Kemal’i, halka karşı hala yasalarla korumaya çalışıyoruz. Bugün, dünün tek partisi, LGBT, Sol-sosyalist, Laikçi çevrelerin desteği ile ancak %30 gibi bir oy alabiliyor. Türbeleri yasaklayan bir adama Kemalistler en büyük türbeyi yaptılar. İnkılabçı bir adamı savunanlar artık ülkenin en muhafazakar kesimi.. Din ve devleti ayırmak isteyenler, Kemalizm’i Türkün dini ilan ettiler. Bu durumda, o laiklik yorumuna göre Kemalizm’in devletten ayrılması ve Kemalizm adına kamusal alana müdahale edilmemesi gerekmez mi, ama, onun inkılabları’nın değiştirilmesini teklif dahi etmeyi yasaklayan bir yasal düzenlemeyi nasıl anlamamız gerekiyor bu durumda.
Oysa artık 19.YY sonunda oluşan kavram ve kurumlarla 21. YY anlamak ve açıklamak mümkün değil. Bugünkü Kemalistler genel olarak, GreatReset’e karşı çıkmıyorlar. TransHumanizm’e de karşı çıkmıyorlar. Tek devlet fikrine de.
Sahi şapka giymek yasal bir zorunluluk, ama giyen yok. Bari bu yasayı değiştirin.
Değişmez dedikleri inkılab’ların çoğu Osmanlıda zaten vardı. Devrim dedikleri, sadece İslami olanın yasaklanmasından başka bir şey değil mi? Selam ve dua ile.